24 Aralık 2012 Pazartesi

Okyanusun Terapisi


Farklı terapi çeşitlerini duymuştum, birçoğunu da bizzat denedim.
Ama açıkçası çok azından etkilendim, genelde birbirinin kopyası.
Sonunda özgün bir çalışma gördüm, paylaşayım mı?

Genç girişimci Barışözgür Kışlak'ın Sense Sağlıklı Yaşam kurumunda, Bağdat Caddesi'nde, gürültünün göbeğindeki sükunet deneyimimden bahsetmek istiyorum.
Özel küvetinde uygulanan bu tekniğin adı okyanus terapisi, orijinal ismi ise floatation therapy.
30 cm derinliğinde bir okyanus düşünün. Yoğun miktarda tuz ve magnezyum içeriyor, dolayısıyla sağlık yüzüyor.
30 cm'de batmıyorsunuz, dolayısıyla kendinizi serbestçe bırakabildiğiniz bir an yaşıyorsunuz, havuzdan, denizden çok daha farklı. 
Dilerseniz sessizce, dilerseniz çok hafif bir müzik eşliğinde vakit geçiriyorsunuz.
Meditasyon nasıl yapılır, bilmeniz gerekmiyor, çünkü fark ettiğim kadarıyla bedeniniz daha beşinci dakikada meditatif bir hale giriyor.
O kadar sakin oluyorsunuz ki, çalışma bittiğinde yine müzikle dürtülmeniz gerekiyor.
Ama o küvetten çıkmak istemiyorsunuz.
Çünkü kendinizle başbaşasınız.

Fiyatı da korktuğum gibi değil, aşırı uygun. Ama söylemeyeyim, sürpriz olsun, Barışözgür'den öğrenin derim.
Kişisel gelişim meraklılarının da yararlanabileceği şekilde bir organizasyon var, kişisel gelişim uygulayıcılarının da hizmet geliştirebileceği şekilde. Dolayısıyla sadece rahatlamak isteyenler değil, yoga eğitmenleri, terapistler, koçlar vs de faydalanabilir bu yapıdan.

Beni az çok biliyorsunuz artık, rahat duramam, gördüğüm şeyi inove etmeye çalışırım, başka kullanım alanları bulurum.
Okyanus Terapisi'ni de kontrol saplantısından, hayat amacı çalışmalarına kadar farklı mecralarda destek servis olarak kullanmayı planlıyorum.
Detaylı bilgiyi Barışözgür'den (bariskislak@gmail.com), www.sensense.com veya 216 357 0036'dan edinebilirsiniz.

13 Aralık 2012 Perşembe

Sesli Harflerden Doğacak Kader

K, Y ve M söz konusu ise, her şey sesli harflerde yatıyor sanırım.
Kıyım mı olacak, kıyam mı?
Kıyımın ucu ölüme gidiyor, basit bir gözle bakarsak.
Kıyam ise ayağa kalkmak olduğuna göre, aydınlanmaya gidiyor.
Peki 21 Aralık'ta n'olacak?
Belki İndigo Dergisi'ndeki rollerimden belki de ruhsallıkla çok haşır neşir olduğumdan, son günlerde en sık sorulan soru, artık bu tarihe dair, benim konuya bakışım soruluyor.
Cevaplaya cevaplaya, bu fikirlerimi paylaşmaya karar verdim.
Özetle cevaplarsam, kıyametin geleceğine inanıyorum efendim.
Hiç bir şey olmamanın doğuracağı bilinç bulanıklığının getireceği zihinsel kıyametin geleceğine inanıyorum.

Birşeylerin olacağına o kadar inanıyor ki koca bir toplum, olmazsa eğer inançları sarsılacak.
Zaten koca 366 günden tek farkı 21 Aralık 2012'nin, burada bir kesinliğin konuşuluyor olması!
Herşeyin illüzyonlar olduğuna inanan, ebedi muğlaklığı kabul edenler için bir mutlak bir gün söz konusu.
Masada inançları var, ya olacak, ya olacak...

Peki siz?
21 Aralık, diğer günler gibi olduğunda bile inancınızı korumaya, mucizeleri fark etmeye devam edecek misiniz?
Yoksa 21 Aralık'ta birşeyler olmadı diye yitip gidecek misiniz?

22 Aralık'ta kutlanacak partilere katılmanızı öneriyorum :))))

11 Aralık 2012 Salı

Ben Çok Şanslıyım Çünkü...


“Biliyor musun Mustafa? Çok şanslısın” diye konuya girdi beni iyi tanıyan bir yakınım.
“Çok şanslısın, çünkü koçluk tam sana göre bir iş ve sen bu işi bulmuşsun, icra ediyorsun. Koçluk yaparken heyecanlısın, koçluk yaptığın için mutlusun. İş değil, mutluluk bu senin için! Acaba beni de böyle heyecanlandıran, besleyecek iş ne olabilir diye düşünüyorum!”
Sanırım kelimesi kelimesine bunlardı ağzından dökülenler…
Çok mutlu oldum tabi ki!
Çünkü işini severek yaparsan sanattır, sanatını severek yaparsan, cennetin kapısıdır bence ve koçluk bir sanat.
Seneler önce koçluk eğitimlerimin birinde, bir bilinçaltı çalışması yapılmıştı ve bana çıkan sonuç; “her ne iş yapacak olursan ol, kesinlikle kendini ifade edebileceğin bir iş olacak bu! Onunla mutlu olacaksın, onu geliştireceksin…” Daha koçluk yapmıyordum, sadece koçluk eğitimleri alan bir ekonomisttim…
Peki siz?
İşinizden bende vuku bulan mutluluk kadar mutluluk duyuyor musunuz?
Yoksa sadece parası için ya da sadece diplomanızdan ötürü ya da aile baskısından ya da başka mutlu etmeyecek sebeplerle mi yapıyorsunuz?
Hadi şöyle bir şey yapalım mı?
Derin ve sakin bir nefes alın ve yavaşça verin.
Kendinizi sakin hissedene kadar, 3-5 kez böyle yapın, daha derin ve daha yavaş nefesler alın, her defasında daha yavaş şekilde verin.
İşinizden memnun musunuz?
Mutluluğunuzu düşünün ve 1-10 arasında bir puan verin.
Mutluysanız 10a doğru, mutlu hissetmiyorsanız 1e doğru puanlar olsun.
Eğer 7 ve yukarısıysa süper!
Değilse biraz müdahale gerekiyor. Bunun için kariyer koçluğu yapan arkadaşlara yönlendirebilirim, ben sadece zor vakaların kariyerlerine koçluk yapıyorum ama piyasada kariyerli kariyer koçları tanıyorum.
Aklınıza kazıyın, süper bir kariyer için 3 şey gerekiyor; yapmaktan keyif duyduğunuz şey, hayat amacınız ve hareket!
Kariyer, koçluk derken Salvador Dali ne alaka?
İşimde onu örnek alıyorum :) İkimiz de gerçeklerin ötesi için çalışıyoruz.
Hmm, size kilit bir soru sorayım mı?
"Dünyada 7 milyar insan ölse, yine şu anki işinizi yapmaya devam eder misiniz?"
Benim cevabım evet, Dali'nin de evet olurdu. Ya sizin?

23 Kasım 2012 Cuma

Sağlıkhane Uygulamalarını Biliyor Musunuz?

Hastane yönetmeliklerini az çok biliriz de sağlıkhane uygulamaları hakkında pek bilgimiz yok, neden? Öyle ki yazarken hastaneyi ve hastahaneyi bilgisayar doğru kabul etse bile, sağlıkhane kelimesinin altını kırmızıyla çizdi şimdi... Neden?
Çünkü sağlıkhane diye bir şey yok!

Birkaç kez tweet atmıştım ama hiç ses getirmedi, kamu refahı kanunlarla ne derece sağlanıyor, ceza sistemi yerine ödül ve teşvik sistemi getirilemez mi diye...
Süreç her ne olursa olsun, darbe getirmeden devrim yaratmak için bakışımızı değiştirmemiz gerekiyor.

Geçen gün görüştüğüm iş adamı Murat Şahin de sağlıkhane kavramından bahsetti. Kendisiyle TOYP'ta, Sıradışı 10 başarılı gencin ödüllendirildiği gecede zaten sıradan bir konu konuşacak değildik. 

"Hastanelerde sağlık nerede anılıyor ki" diye başladı ve isimlerdeki mesaja değindi, "sağlıkhanelere sahip olmamız gerek" dedi.

Ama güzel haber, vizyonlar hızlı bir şekilde güçleniyor, umarım yakında sorun çözen koltuktan inip mutluluğu artıran koltuğa oturabileceğim ben de...

Eski müdürlerimden biri, elime bir DVD tutuşturmuştu yıllar önce; Şeytan Marka Giyer (Devil wears Prada). "Buradaki gibi bir personel istiyorum" dediğinde gazı almıştım ve filmi belki 10 kez izlemiştim... Gerçekten de oradaki gibi evrim geçiren bir personel olmuştum ama bir detay daha girmişti hayatıma. Filmi izleyenler bilir; ultra çekici kızlar vardı. İzleye izleye ben de öyle kızlardan hoşlanmaya başlamıştım. Bir zamanlar işlettiğimiz yoga merkezinde güzel pilatesçiler olduğunda yarım nanosantimlik basenlerini fark eder olmuştum. Ama bir gün fark ettim ve sordum kendime; "ben kimim ki buna çirkin diyebiliyorum?!?!" Yaradılanı sev, yaradandan ötürü...
Gördüğümde güzeli görebilecek miyim? Yeni mottom bu oldu! Saçma da olsa bunu sürdürdüm ve hayat da daha güzel olmaya başlamıştı.

Birkaç gün önce de kız arkadaşım bir şeyler anlatıyordu. Konuya bakışı çok hoşuma gitti ve onu tebrik ettim. Cevabı; "Yiğit atın yanında duran ya huyundan ya suyundan" idi.
Bence bu onur duyulası bir latifeydi.

Sorunsuzluğu aramaktan sıyrılıp çözümcülüğe,
Hastalıksızlığı aramaktan vazgeçip sağlığa,
Olumsuzluğa girmekten azad olup olumluya odaklanma,
Ölümsüzlüğü araştırmaktan geçip ebediyete yürüme vakti.

*Dipnot: Google'da sağlıkhane diye aratınca biraz sonuç çıkıyor, bu sevindirici geldi. Bu ve benzeri bakışlar daha da yayılacak umarım.

21 Kasım 2012 Çarşamba

Tanrılar Okulu'ndan Benimle Tanışmaya Geldiler

Danışanlarım olsun, seminerlerime katılanlar olsun, Tanrılar Okulu isimli kitabın hayatımdaki yerini birçok kişi bilir.
Geçtiğimiz ay, kitabın yazarı Stefano D'anna, Future Leaders of the World isimli bir çalıştay için ülkemize ziyarette bulundu ve benimle de tanışmak istedi.
Programımızın yoğunlukları eşleşmedi ve buluşamadık ama sizinle, bu tanışıklığa vesile olan makalelerimden birini paylaşmak istedim.

"Ateş Var Yaratmak İçin"

Korku! Şu an içinde olduğum duygu.
Ben deştikçe daha da çok çıkıyor ortaya. Tıpkı petrol gibi, ağdalı, karanlık, diplerde; görünmüyor ama dünyayı yönetiyor. Neden? Ona yüklediğim anlamlardan ötürü tabi ki!
Oysa ben buraya yönetilmeye mi geldim?
Hayır!
Küçük bir sır vereyim; yaratmaya geldim, yaratmaya: değer yaratmaya, ilham yaratmaya, düşümü yaratmaya.
Peki ya düşlerimi yaratmaya hazır mıyım?
Karnımda acı “Hayır” diyor, daha pişmemişim.
Bu ilahi bedenimdeki hoşuma gitmeyen tek şey sanırım karnımdaki kaotik yapı! Ruhluk bilincimi hatırlatan can da midemden cevaplar veriyor, korkularımla aşk yaşayan egom da.
Cevabım “hayır, hazır değilim düşlerime” diyor.
O halde düşlerim de bekleyecek.
Ama onca bedel ödedim; rahimden çıktığım günden beridir onca bedel ödedim.
Ayrıca bu “hayır” cümlesinin ardında bir fısıltı var; “hadi” diyor. Duymak istemediğim, duymazdan geldiğim, duymaktan korktuğum!
“Hayır” ise o kadar tatlı ki, mitolojik sirenlerin sevimli şarkıları gibi geliyor kulağa…
“Hayır Mustafa,
Hazır değilsin hayallerine.
Hayır Mustafa,
Git dinlen önce”
Korku bu! Dibine kadar korku, her tarafımı sarmalamış korku!
Direncimizin baş silahı. Yaratma devrimimizdeki can düşmanımızın temel gücü.
İşte basit bir politika: Eğer onu yenmek istiyorsam, kendime oynarım!
En güçlü olduğum yan, şu an hissetmekte zorlansam da sevgim, özüm, çünkü bu benim!
Benim bir hayalim var! Her gün yatarken düşlediğim, uyanınca ilk aklıma gelen.
Agamemnon, Truva’ya ulaşmak için en sevdiği çocuğunu, kızı Iphigenia’yı feda etmişti değil mi?
Peki ben? İçimdeki bu girdaptan kurtulmak için hangi bedeli ödemeye razıyım?
Kardeşim? Olurdu ama kendi hayalleri var.
Babam? Olurdu ama kendi hayatı var.
Gönlümü verdiğim kadın? Olurdu ama kendi sorumlulukları var.
“Kendi”…
 Ben? Hayallerim üzerinde sorumluluklarım var. Onlara bu yaşamımda sahip olma arzum var. Kendi hayallerime sahip olmam gerek…
Öyleyse, hayallerim için bugüne kadar ödediğim bedel yetmiyor madem, benim için en kıymetli şeyi kurban ediyorum; kendimi.
Eğer hayallerime sahip olamayacaksam, yaşamın ne anlamı kaldı ki?
Peki, biliyor musunuz şimdi ne oldu? Karnımda kocaman bir ateş var yaratmak için!

Mutluluk Ekonomisi ve Yeni Birkaç Yazım

Bazı dergilerde çıkan son yazılarımı paylaşmak istedim.
Mutluluk Ekonomisi @ Lalabey Paylaşım

İster çok uluslu bir şirketin CEO'su olun, ister bir ev hanımı...
1'e 5 veren bir yatırıma ne dersiniz? Üstelik maliyeti 0.
Mutluluk Ekonomisi başlıklı yazıma davet ediyorum sizi:
http://paylasim.lalabey.com.tr/?p=7493



Kilo Kilo Dediğin Nedir Gülüm @ İndigo Dergisi
Kilo ve altında yatan psikolojik döngüye dair, bir kaç örnekte bulundum ve konuya saçma bakış açıları getirmeye çalıştım :) http://indigodergisi.com/2012/11/kilo-kilo-dedigin-nedir-gulum/ linkinden okuyabilirsiniz.

Kurumsal Laf Salatası @ Girişimcilik İklimi
Endüstriyel psikolojinin ve işletmelerde göz ardı edilen diğer psikolojik unsurların etkili şekilde ele alınmasına yönelik bu yazım ise, basılı bir dergi olan Girişimcilik İklimi'nin yeni sayısında yayınlanacak. PDF formatını edinince blogumdan paylaşırım

11 Ekim 2012 Perşembe

CV Festivali Mi Olurmuş?

CV Festivali duydunuz mu daha önce?
Hayır!
Çünkü yapılmadı. Ama birçok konuda öncü hareketi olan Ömer Ekinci, burada da hoş bir adım atmış.
Sohbet ederken davet etti beni, ben de sizinle paylaşmak istedim.
Buyrun detaylar:


TÜRKİYENİN İLK CV FESTİVALİ 13 EKİM’DE!
globalCV.com sponsorluğundaki CV Festivali, 13 Ekim 2012 cumartesi tarihinde Üsküdar Gençlik Merkezi’nde işe girme süreçlerine dair en çok merak edilen sorulara cevap veriyor.
İşe girmede yeni yaklaşım ve bakış açıları nelerdir?
CV’n nasıl diğer adaylardan öne geçer, nasıl dikkat çeker?
CVni nasıl yenilemelisin?
İş görüşmesinde yapılan hatalar neler? (Canlı mülakatla görün)
İş görüşmesinde farkını ortaya koyup kendini doğru ifade edebilirsin?
İşe girme süreçlerindeki yeniliklere nasıl ayak uydurabiliriz?

CV Festivali, CV yazmaktan iş görüşmesine dek işe girme sürecinde diğer adaylardan farklılaşmayı ve öne geçmeyi sağlayacak ipuçları ve uygulamalar sunuyor. İşe girme ile ilgili tüm algılarınızı değiştirmeyi, eski kuralları yıkıp ve en iyi işi yakalamanın kapısını açmayı vaat ediyor.
Etkinlik teorik bilgilerin dışında değişim hikayeleri, yaşanmış deneyimler, İKcılardan nokta atışı görüşler, canlı mülakat ve CV tasarımı uygulamalarıyla konuklarını sadece dinleyici olmak yerine değişimi kendileri için uygulamaya yönlendiriyor. 
Etkinlik sonrası CVlerini cvfestivali.org’a yükleyebilecek katılımcılara CV Festivali’nin bir de hediyesi var.  Tüm katılımcılara 1 yıllık isimsoyisim.com alan adı tescili, hosting ve wordpress blog hediye ediliyor. 

CV FESTİVALİ PROGRAMI

10:00 – 11:00 Açılış konuşması: “İşe Alımda Yeni Süreçler” –BAHATTİN AYDIN - AVEA İK Direktörü
11:00 – 11:30 “İsteyenin bir yüzü… “ Bir kariyer değişimi ve cesaret hikayesi - REYHAN ÇEPİK
11:30 – 11:40 Kahve arası
11:40 – 12:40 “Angry Birds metoduyla işe girme yolları” -ÖMER EKİNCİ
12:40 – 12:50 Kahve arası
12:50 – 14:10 Canlı mülakat: “Mülakata Davetlisiniz” İPEK ARAL KİŞİOĞLU
14:10 – 15:10 Biraz dinlenme, öğle yemeği ve kahve sohbeti
15:10 – 16:10 “Buddha mı olsam? CEO mu olsam? Huzurlu bir yaşam mı yoksa hırslı başarılı bir kariyer mi seçsem?” TİMUR TİRYAKİ
16:10 – 16:30 “Sosyal Medyanın CVdeki Yeri” HASAN BAŞUSTA
16:30 – 16:40 Kahve arası
16:40 – 17:30 İşe Girmede Yeni Süreçler: Türkiyeden kreatif CVler!
                       Katılımcılar: MEHMET OĞUZ MADEN, SELİN ÖZSOY, DİLEK OLUKLU
17:30 – 18:00 KREATİF CV ATÖLYESİ: Dinlemek yetmez! Yeni ve farklı bir CV yapmanın ipuçlarını canlı uygulamalar ve Dünyadan örneklerle görün.
SÜRPRİZ KONUŞMACI! “1154 kere iş görüşmesine gidip iş bulamama” ile Guinness’e aday genç.

10 Ekim 2012 Çarşamba

Akrebin Depresyon Morfini


Biliyorsunuzdur belki, akrepler ateşle çevrelenirse, kendilerini sokarak ölürlermiş...
Ateşte yanmamak için erkenden ölmek, nasıl olsa çıkış yolu da yok...

Bir arkadaşla konuşurken, Yahya'dan bahsederken konusu açılmıştı bu davranışlarının. Yahya, evimdeki misafirim, yetişkin bir akrep. Kendisiyle iletişim, stres ve özel hayat üzerine bazı çalışmalar yapıyorum.

Konu neden bir akrep beslediğim ya da bu çalışmaları yaptığım değil, akrebin az önce bahsettiğim gıcık özelliği olacak. Çünkü sadece akreplerde değil bu, bir çok depresif kişi, kurum, girişim ve projede de görüyorum.
Düşünün bir sıkıntı ile karşılaşıyorsunuz; çözmeye çalışıyorsunuz, olmuyor. Tekrar deniyorsunuz, olmuyor, tekrar deniyorsunuz Allah'ın hakkı üçtür diye ve yine olmuyor...
N'apıyorsunuz? En sık karşılaştığım cevap, projeyi rafa kaldırmak, durumu rafa kaldırmak, boyun eğmek kısaca...
Eğer rafa kaldırıp da yolunuza devam edemeyeceğiniz kadar kilit bir konumu varsa ne yapıyorsunuz?
Ağırlıkla kendinizi de rafa kaldırıyor, yaşamdan çekilebiliyorsunuz!

Neden peki?
Mistik yaratıklar, garip hayvanlar akrepler bile çözüm bulamazsa öldürüyor kendilerini...
Bence bu, akrebe dem vurarak kendini morfinlemek...

En sık kullandığım cümlelerden; "Dağına göre kar yağarmış"
Yani öyle bir sıkıntımız varsa, elbet çözümü de vardır, sadece yeterince saçmalamamışızdır henüz!!!

Gerçekleştirilemeyen bir fikirse, akla gelen herşey yapılabilir. Yapamıyorsanız, yeterince saçmalamamışsınızdır!
Piyasa koşulları, çevre baskısı, imkan yetersizliği... bahanelere rağmen yaratıcı bir perspektiften bakmamış, mantığın kalıpları arasında kalmışsınız demektir.
Oysa akrepler de burada saçmalasa, belki ateşten toprağı kazarak kurtulacaklar, belki sıçramayı başaracaklar... ama hemen burada da mantık ne diyor? Ateş toprağı kavurur, sıçrarken yanarlar yine ölürler... 3. bir yol gerçekten yok mu?
Çözümler mantıklarımızı yıktığımız, saçmaladığımız alanlarda saklı, görmek lazım ve denemek! (Saçmalamak üzerine yazılarım için buraya tıklayabilirsiniz)
Basit bir örnek vereyim mi? Kazandığım son referanslardan birinde görüştüğüm firma ve projelerinin paydaşları sıkışıp kalmıştı bir noktada ve akla yatkın her yolu da denemişlerdi, olmuyordu. Rafa kaldırmaya kararlılardı!
Farklı bir perspektiften baktık ve 3 ayrı çözüm yolları olduğunu fark ettiler. Ateşle çevrili olup da öldürmediler kendilerini, 3 milyon kişinin işini ve hayatını etkileyecek projelerini rafa kaldırmadılar, CAN'ını ortaya çıkardılar.
Ya siz?
Gerçekten her yanınız ateşle mi çevrili? Evet ise yeni soru: ateşe rağmen yol yaratamaz mısınız?
10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü'ne denk geldi :)

4 Ekim 2012 Perşembe

Zihin, zihin dediğin nedir gülüm, o çözüm yaratmadıkça...


Daha önce zihin haritalama tekniğini duymuş, okumuş, seminerlerine gitmiş ya da NLP eğitimlerinde 15 dakikalığına işlemiş kişilere sorduğumda, genel bir cevap alıyorum: Zihin haritalama denince akla basit konuları alt birkaç başlıkta ele almak geliyor...
Oysa zihnimizde neler basit dallanmalardan ibaret ki? 
Madem “uzmanlık alanım zihin” diye ahkam kesiyorum, altını doldumalıyım dedim ve zihin haritalamayı geliştirdikçe geliştirdim birçok kişinin bildiği üzere: yaratıcılığı besleyen, hafızayı geliştiren, sıradışı çözümler kurgulatacak şekilde...
Koçluk seanslarımda da uygulamaya başlayınca, daha da gelişti zaten.
Geçen gün ise sanırım kalfalık eserimi verdim:
İnternetten tanıdığım, tarım sektöründen önce bir girişimci; Tülin Akın, bir konuda destek talep etti. Bir sunumlarını zihin haritalama becerileriyle, daha zengin ve etkileyici gerçekleştirmek istemişlerdi. Söz konusu büyük bir projeydi ve bir süredir çözülemeyen birkaç handikap vardı, mümkünse bunlara da çözüm düşünülecekti bilahare.

Önce zihin haritalama üzerine eğitim tadında keyifli bir giriş yaptık, ardına da başarılı ve sıra dışı bir ekip koçluğu seansı başladı.

Eğitimlerimde bol bol uygulama yaptırıyorum, ancak bu sefer buharı üstünde tüten bir sıkıntı söz konusu olduğu için, zihin haritalama uygulamasını da bu sıkıntı üzerinden yürüttük ve gülümseten bir sonuç yakaladık.
Gizlilik gereği detayları ve nihai zihin haritasını gösteremeyeceğim ama Tülin Hanım’ın Facebook duvarımda da paylaştığı referans yorumunu aynen aktarıyorum:

Bu sabah başka bir firmanın yöneticisi ile birlikte aldığımız zihin haritalama eğitimi ile yepyeni bir bakış açısı kazandık. Biri dünya devi, biri Türkiye deki en büyük holdinglerinden biri ile yaptığımız; 3 milyon kişinin hayatına dokunacak projede aksayan bacak olarak tespit ettiğimiz yerin doğru yer olmadığı asıl sorunun başka bir yerde olduğu ve hangi yöntemlerle çözülebileceği konusunda fikirler oluşturduk ve aksiyon planımızla huzur ve heyecan içinde yeni bir iş haftasına başlayacağız. Teşekkürler Mustafa Emin Palaz. 
Tülin Akın - Tarımsal Pazarlama Eğitim Yayıncılık Danışmanlık Ltd. Genel Müdürü Tarimsalpazarlama.com Kurucusu

Bu referans ve reklamımdan çıkarsamanızı beklediğim esas nokta; en çıkılmaz sokaklarda bile hem çözümler vardır hem de fırsatlar…
Sadece uygun şekilde oraya bakmamız (zihinimizi gözlememiz) gerekiyor.
Web sitemdeki domates başlığına göz attınız mı? http://mustep.com/domates.html

28 Eylül 2012 Cuma

Kralın Eşleri


Facebook'ta gezinirken gördüğüm bir hikayeyi paylaşmak istedim:

Bir zamanlar, büyük ve güçlü bir ülkeyi yöneten kralın dört eşi varmış.
Kral en çok dördüncü eşini sever, bir dediğini iki etmez, her şeyin en güzelini, en iyisini ona verirmiş.
Kral üçüncü eşini de çok severmiş. Bu güzelliğin bir gün ken
disini terk edebileceğinden korktuğu için, onu çok kıskanır,üzerine titrermiş.
Kral ikinci eşini de severmiş. Kendisine karşı her zaman iyi ve sabırlı davranan eşi, ne zaman bir derdi olsa daima onun yanında bulunur, sorunun çözümünde ona destek verirmiş.
Kraliçe olan birinci eşiymiş kralın. Onu en çok seven, karşılık beklemeden seven,sağlığına ve hükümranlığına en büyük katkıyı sağlayan bu eşi olmasına rağmen, kral bu eşini hiç sevmez ve onunla hiç ilgilenmezmiş.

Bir gün kral ölümcül bir hastalığa yakalanmış.
Yakında öleceğini anladığı ve öldükten sonra yalnız kalmaktan çok korktuğu için, eşlerinden hangisinin ölüm yalnızlığını kendisi ile paylaşmak isteyebileceğini öğrenmek istemiş.

En çok sevdiği dördüncü eşine, "Ölüm yolculuğunda bana eşlik etmek ister misin?" diye
sorduğunda, aldığı yanıt kalbine bir bıçak gibi saplanan, kısa ve net, "Mümkün değil!" olmuş.

"Hayatim boyunca seni sevdim, sen benimle birlikte ölmeyi kabul eder misin?" sorusunu üçüncü eşi, "Hayır, hayat çok güzel. Sen ölünce ben yeniden evleneceğim." diye yanıtlamış ve kral bir kez daha yıkılmış.

"Her sorunumda, her zaman yanımda olan, bana yardim eden sendin. Bu sorunumda da bana yardımcı olur musun?" sorusuna karşı, ikinci esinden, "Bu sorunun için bir şey yapamam. Olsa olsa sana mezarına kadar eşlik eder, güzel bir cenaze töreni yaptırır ve yasını tutarım." karşılığını almış.

Büyük bir hayal kırıklığı yaşamakta olan kral birinci eşinin sesiyle irkilmiş:
"Nereye gidersen git, seninle olurum, seni takip ederim."

"Ah!" diye inlemiş kral; "Keşke bir şansım daha olsaydı..."
==========================================
Aslında gerçek Yaşamda hepimiz dört eşliyiz...

Dördüncü eşimiz "vücudumuz"! Onun güzel görünmesi için ne kadar zaman, kaynak ve çaba harcarsak harcayalım, öldüğümüzde bizi terk edecektir.

Üçüncü eşimiz "sahip olduğumuz servet ve statümüz"! Ölür ölmez başkalarına yar olacaktır.

İkinci eşimiz "ailemiz ve dostlarımız"! Tüm sorunlarımızı paylaştığımız bu kişilerin en son yapabilecekleri şey, bu dünyadan gözleri yaşlı bizi uğurlamak olacaktır.

ve birinci eş 'ruhumuz' !...

27 Eylül 2012 Perşembe

"Neden bazı çocuklar büyüyüp Gandhi olurken, bazıları Hitler oluyor? "

Birçok kişi baba olmak istediğimi biliyor.
Ancak çocukluğumdan beri en büyük merakım, nasıl bir baba olacağım.
Bu konuda babamla hep itişir kakışırdık çocukluk şımarıklıklarıyla, "şöyle baba olacağım, böyle baba olacağım" diye.
Zaman içerisinde bu arzum daha da oturmaya başladı ve her an baba olabilirim.
Peki o gün gelince ne yapacağım?
Gördüğüm kadarıyla çocuklar kullanma kılavuzuyla doğmuyorlar üstelik ego ile şekillene şekillene bu günlere gelindi, acaba daha verimli yollar var mıdır?
Koçluk ve girişimcilik serüvenimde, networküm sayesinde süper bir insanla tanışmıştım: İlkiz Özcan Sönmez. Ebeveyn koçluğu yapıyor kendisi ve hali hazırda da ebeveyn.
Üstelik psikolojik destek hizmetlerinde en titiz durduğum konu; dediğiyle yaptığı uyumlu mu?
Küçük prensesi 4 yaşındaki Ada ile ilişkisini defalarca gözleyerek diyebilirim ki, İlkiz'in Ebeveyn Koçluğu çalışmalarına %100 kefilim.

Peki bu methiyeli paylaşım niye?
İlkiz eğitim veriyor.
Gittikçe zorlanan ebeveynlik durumu için "Çocuklarla yaşamda çıkmaz sokak yoktur. Daima yeni bir şans vardır." diyor.

Eğitiminin amacı:

Anne–babalara çocukları ile ilişkilerini güçlendirmeyi sağlayacak becerileri öğretmek amacıyla hazırlanmıştır.
Çocuklarla El Ele Ebeveynlik, disiplinin gerçek anlamını irdelerken, gerçek disiplinle ilgili yeni beceriler ve araçlar sunuyor. Eğitime katılan anne babalar, çocuklarının davranışlarının ne anlama geldiğini öğrenebilir, davranışa tepki vermek yerine ihtiyaçlarını karşılamaya ve bağ kurmaya odaklanabilirler.
Ebeveynseniz ve ebeveynliğinizin uluslararası kalitede bir eğitimle daha da güçlenmesi ilginizi çekiyorsa, İlkiz'in bloguna bakmanızı öneriyorum: http://annebabaokulum.blogspot.com/2012/02/cocuklarla-el-ele-anne-baba-egitimi-4.html

17 Eylül 2012 Pazartesi

Ay Geceleri 3. Yaşına Giriyor

Eskiden "hamili kart, yakınımdır" modası varmış. Sonra bu "torpil" olarak hafızalarda yer aldı.
Oysa bu hamili kartlarla hamile edilen iş yaşamı, tanışıklık kavramını yeniden düzenletti.

Networking etkinlikleri de tam da bu sebeple doğdu, iş dünyasından insanlar, daha yakın ortamlarda birbirlerini tanıma fırsatı buluyor. Hem iş yönlendirme hem de yepyeni projelere ortam hazırlıyorlar.

Ancak herşeyi abartmayı seven bir toplum olarak bir çok networking etkinliği ile, bu organizasyonların etkilerini de erozyona uğrattık milletçe kopyala-yapıştır programlar sebebiyle.

Peki özgün modeller yok mu?
Yakın arkadaşlarımdan Elif Yılmaz ve Mine Erkan'ın organize ettiği Ay Geceleri, en özgün networking etkinliklerinden birisi.

Ay Geceleri 20 Eylül, Perşembe Akşamı 3. Yaşını kutlayacak. Yine İstanbul'un çok hoş mekanlarından birinde olacak. 
3 yılda, 22 etkinlikte neler yapıldı, kısa da bir video gösterimi olacak.
Açık bir grup değil. Referansla, tanışıklıkla dahil olunuyor. Dolayısıyla Facebook grubuna üyelik başvurusunda bulunsanız bile, sizinle görüşülmeden kabul edilmiyorsunuz. Dolayısıyla burada etkinlik yerinin detaylı bilgisini paylaşmıyorum ki rastgele katılım olmasın.

Ancak ilginizi çekiyorsa, bana mail atabilirsiniz. Böylece duruma göre referansımla organizatörlere yönlendirebilirim. cozum@mustep.com

10 Eylül 2012 Pazartesi

Sağlık Üzerine Koçluk


Tanrılar Okulu'nda en sık geçen cümlelerdendir; "Görünen Görünmeyendir".
Psikolojinin, fizyolojiye etkisi açısından da bu düsturu kullanıyorum.
O sebeple koçluk becerilerini klasik hedeflerin ötesinde, kilo kontrolü ve hatta hastalıklarda da deniyorum.
Öyle ki blogumda bazen ufak paylaşımlar yapıyorum, mesela: Kilo Dediğimiz Şey %100 Psikolojiktir.
Yakın zamanda bu konuda daha da derinleşmeyi planlıyorum, hatta bir hastane çatısında sunmaya hazırlanıyorum.
Eğer sizin veya çevrenizdeki kişilerin de kilo kontrolü ve sağlıklı bir yaşam için psikolojik çalışmayı aklınızdan geçirirseniz, görüşelim isterim.
Daha detaylı bilgiyi yüzyüze görüşmelerde veriyorum, ancak kaba bir özete ne dersiniz?
Kilo kontrolünde bir diyetisyen ya da spor eğitmeni olmadığım için ne egzersizlerinize karışıyorum ne de yediklerinize. Uzmanlık alanım zihin olduğuna göre, sadece zihinsel süreçleriniz hakkında seans yapıyoruz ve bugüne kadar kiminle kaç kilo hedeflenmişse, %100 başarıya ulaştık.
Hastalıklar konusunda ise, şifa yöntemlerine ne kadar çok inanırsam inanayım, kullanmıyorum. Ayrıca tıbbi bir eğitim almadığım için tedavi de ediyorum diyemem. Ancak özellikle nükseden hastalıklar başta olmak üzere, hastalıkların geri planındaki psikolojik tohumlara ışık tutuyor ve o düşüncelere koçluk uyguluyorum. Böylece çok hızlı bir tedavi süreci yaşıyorsunuz.
Bu konu kulağınıza saçma geliyor olabilir, mantıklı geliyor olabilir... Düşüncelerinizi ve varsa taleplerinizi paylaşın lütfen: cozum@mustep.com

Seninle Bir Dakika...

4 Eylül'de yaptığımız BNI- Türkiye lansman toplantımızdan bahsetmiştim. http://mustep.blogspot.com/2012/09/networking-kart-alsverisi-degil-o-kagt.html linkinden konuyla ilgili paylaşımımı görebilirsiniz.
BNI çalışmasına göre, firmanızı ve yaptıklarınızı 1 dakika içinde karşınızdaki kişiye anlatıyorsunuz. Bir yerde speed networking sayılabilir bu kısım. Bu ismi, Ertuğrul Belen'in seminerlerinde duymuşsunuzd
Orada geçen 1er dakikalık sunumlar hakkında, etkinliğe katılamayan arkadaşlardan sorular aldım; "1 dakikada kendinle ilgili ne anlatabilirsin?" diye.
Ben de size benim sunumumu paylaşmak istedim.
Mükemmel mi, sorgulanır, ancak başarıya ulaştı diyebilirim.


"Hoş geldiniz,
Ben Mustafa Emin Palaz.
mustep gelişim hizmetleri çatısında koçluk ve yaratıcı eğitimler sunuyorum.
Temel uzmanlık alanım zihin, dolayısıyla psikoloji ve beynin çalışma sistemleri üzerine gidiyorum.
Eğer yaratıcı düşünme, kriz yönetimi, psikoloji, kişisel gelişim, sizin de ilgi alanınızdaysa, makalelerimi okumuş olabilirsiniz.
Şu günlerde yeni bir proje hazırlığındayım. Bunun için özel hastanelerimizin yöneticileriyle bir araya gelmek istiyorum. Bu konuda yardımcı olabilecek arkadaşlar varsa, çok sevinirim.
Peki ben size nasıl yardımcı olabilirim?
     Yaratıcı perspektiflere ihtiyacınız varsa,
     Hayatınızda sık tekrar eden sıkıntılar varsa, 
     Mobbing durumu söz konusuysa
     Bırakmak istedikleri alışkanlıkları varsa,
     Gerçekten çözüm arayışındalarsa
Koçluk becerilerimle yardımcı olmaktan mutluluk duyarım.
İsmim mustafa emin palaz,
nasildahaiyiyaparim.com"

Başarı ölçütüm ne oldu peki?
Koçluk hizmetim için danışan adaylarım oldu.
Ayrıca orada bir talep belirttim ve Türkiye'nin en büyük özel hastanelerinden birinin İnsan Kaynakları Müdürü ile toplantı imkanı yakaladım.
Eğitimlerimden yararlanmak isteyen bir akademi oldu,
Sunumum üzerine tanışmak isteyen bir kişi de yönettiği yayınında köşe yazarı olmamı talep etti.

Bu tabi bana göre bir şey.
Peki siz?
İşinizi, beklentilerinizi, pazarınızı veya sorulursa eğer ne üzerine destek isteyeceğinizi bir veya birkaç dakikada aktarabilir misiniz karşınızdakine?
Bu, hem evelemeden gevelemeden iletişim kurmanızı sağlar hem de işinize hakimiyetinizi artırır.
Not: Ben sunum yaparken fotoğrafımı çeken, BNI Türkiye'nin başka bir kurucu üyesi olan, Brand IQ kurucu ortağı, dostum Gurur Canbaş'a teşekkür ederim.

Çizgi Dışı Girişim Çatısında Sıra Dışı Bir Eğitmen :)

Girişimcilik bir kültürdür.
Ünlü fütürist Alphan Manas'ın bazı demeçlerinde KOSGEB destekli eğitimler ve benzerleri, girişimci yetiştirmek için pek de bir şey ifade etmez, çünkü girişimcilik eğitimle olmaz, içeriden gelir.
Ancak diğer taraftan eğitimler sayesinde, içerideki o tohumlar gün yüzüne çıkabilir.
Bugün benim 50 yerde kolum varsa, girişimciliğin psikolojisine dair bile ahkam kesebiliyorsam, bir yerde akademinin haricinde aldığım girişimcilik eğitimine borçluyum diyebilirim.
Benim girişimcilik eğitimlerimden sorumlu Tuğberk Seçkin, Eskişehir'de eski bir hocası, Mehmet Başar ile bir firma kurdu: Çizgi Dışı Girişim.
Çocuklarda girişimcilik kültürü oluşturmaya yönelik Çocuk Girişimciliği Eğitim Modülleri oluşturdular.
TÜBİTAK destekli çalıştaylarından Bilim Kampı ise öğretmenlerin bu konuda bilinçlenmesini amaçlıyor. İnovasyon Kampı, Ekonomi Okulu diğer çalışmaları, Girişimcilik İklimi ise 3 ayda bir yayınladıkları dergilerinin ismi.
Eskişehir'den başlayarak yaygınlaştırmayı planladıkları projeleri ise Çocuk Girişimciliği Uygulamalı Eğitim Programı.
Ben de hem onlara tanıtım desteği vermek istedim hem de bünyelerindeki nadide eğitmenler arasında bir köşe aldım.

Sitede yayınlanan biyografime bakmak isteyenler de buraya tıklayabilir.


www.cizgidisigirisim.com.tr,
www.girisimcilikiklimi.com,
www.girisimcilikkulturu.net üzerinden çalışmalarına bakmanızı öneriyorum.

Ulusal kalkınma için 2 yol gösteriyor çalışmalar; eğitim ve girişim. Bu arkadaşlar ikisini bir arada ve ERKENDEN yapmayı başarıyorlar. Malum, ağaç yaşken daha güzel eğiliyor.
Bir bilim kampı çalışmalarından da abim Tuğberk'in (tugberk.seckin@cizgidisigirisim.com.trbir fotoğrafını paylaşmak istedim. Konu da hoş değil mi?

5 Eylül 2012 Çarşamba

Networking Kart Alışverişi Değil, O Kağıt Parçasına Anlam Kazandırmaktır

Daha önce iş ağı geliştirmek ve bu konudaki 2 özgün örnek üzerine yazmıştım: http://mustep.blogspot.com/2012/06/sosyal-ag-is-ag-derken-baskanm.html linkinde.

Size bu yazıları yazdığımda bir gözlemciydim sadece. Sonrasındaki süreçte BNI Türkiye'nin yapılanmasında rol aldım ve dün Dedeman Gayrettepe'de iş dünyasından 253 kişinin katıldığı bir toplantı gerçekleştirdik.
Hem BNI (Business Network International) nedir, işinize nasıl yardımcı olur gibi sorular cevaplandı hem de kart alışverişinden öteye giden networking imkanı sağlandı.
Dikkatimi çeken en temel şeylerden birisi, kurucu üyelerden de olduğum için ev sahibi ekipteydim neticede.
O yüzden sadece kendi networking ihtiyacımla ilgilenemedim, katılımcılara da bakmak durumundaydım. Verimli bir etkinlik olması için yalnız takılan birilerini görünce yanına gidip önce bir networking girişi, ardından da başkalarıyla da bunu yürütebilmesi için motivasyon yüklemeyle geçti zamanım.
Bu yönde gördüğüm eksik ve çözümleri yakında paylaşırım yine.
Konuya dönersem, gün sonu raporu çok iyiydi, hem ekip için hem şahsım adıma.
Yeni insanlarla tanıştım, bunlardan bazıları bizzat benimle çalışmak istedi, koçluk seansları talep edildi. Birkaç kişi, yayınlarında bana yer vermek, bir kişi genel müdürü olduğu akademide eğitim vermemi önerdi. Ama esas sevindiren ise, hastanelere özel projemden bahsetmiştim bir cümle ile. Bir katılımcı da bana büyük bir özel hastanemizin yöneticileriyle görüşme kapısı açtı.
Bu neyin sayesinde oldu?
İfade...
Networking toplantıları sadece kart değiş tokuşu değildir. Bilakis, o kağıt parçalarının değerli bir unsura dönüşmesine vesiledir. Kendinizi, işinizi, projenizi müşteri adaylarınıza, sektörünüzde veya dışarıdan diğer aktörlere tanıtma, ifade etme imkanınız oluyor.
Bunun kendinize faydası kadar başkasına da faydası dokunabiliyor.
Mesela dünkü misafirlerimizden birisi, sektörü dışından bir proje tasarlıyormuş, ek iş niteliğinde. Her şeyinin tam olduğuna inanarak konuşuyordu, ona ayaküstü girişimci koçluğu yaptım. Önce biraz yüzü düştü, o kadar hazır değilmiş. Ama yanımdan ayrıldığında yüzü gülüyordu, daha emin bir şekilde projesini revize etmeye karar vermişti.
Siz peki?
İstanbul'daysanız özellikle, lokallerden, iş adamları derneklerinden öte daha hareketli noktalarda da kendinizi gösteriyor musunuz?
Resmi büyütmek ve BNI Türkiye'nin kurucu üyelerini görmek için resme tıklayabilirsiniz.

3 Eylül 2012 Pazartesi

Doğrularla Esneyemeyiz


"Görünen görünmeyendir" diye bir cümle vardı Tanrılar Okulu'nda. Sanırım kitaptan en çok alıntıladığım cümle buydu.
Anlamı basit; gördüklerinizle yetinmeyin, ardını görmeye çalışın.
Kördüğümleri açmak için bugüne kadar neler denediniz kim bilir... Çözüm oldu mu?
Oysa yaşam akış üzerine kurulu, değil mi? Akan şey de esnektir, siz peki, esnek misiniz?
Mahalle baskısından herhangi bir tutuma cevabınıza kadar, doğrularınıza sarılıp yaşarsanız, sizce kazık yutmuş gibi olmaz mısınız aslında?

Peki nasıl esneyebilirsiniz?

Kendinizi inkar edebilir misiniz?
Bu biraz zor, o yüzden bir ara tekrar değinebilirim bu konuya.
Daha kolay bir soru ile tekrar deneyelim; aklınızdan geçen konulara zıttından bakabilir misiniz?
Böylece konuların, olguların zihninizde edindiği haritaları da değiştirebilir, geliştirebilirsiniz.

Mesela en tiksindiğiniz durumlar ve olaylarda hoşunuza gidebilecek neler var?
En büyük acı anınızda keyif alabileceğiniz ne gibi unsurlar vardı?
En saçma düşüncede mantıklı neler var?

Bu ve benzeri yaklaşımlar, kalıplarınızı daha kolay fark etmenizi ve kırmanızı sağlar. Doğrularınızın süsünden, hantallığında kurtulursunuz.
Peki kalıplarından kurtulanlar ne oluyordu?
Normlarından arınıyor, normal bir insan olmaktan kurtulup özgünlüklerini idrak ve ifa ediyorlar.

Özgün olmak hepimizin hakkı, ama öncelikle esnek olmayı başarmalıyız. Tıpkı yogadaki gibi değil mi?

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Ciro için küçük, ama insanlık için kocaman bir fincandı içtiğim kahve

Ciro için küçük, ama insanlık için kocaman bir fincandı içtiğim kahve.
Dün Türkiye'nin en ünlü lüks kafe restoran zincirlerinden birinin insan kaynakları yöneticisiyle beraberdim.
Buluştuk, sohbetimiz gayet güzeldi, arada işe de geldi muhabbet.
Yıllar önce garsonluk yaptığım için, kafelerde sıradan bir müşteri gibi değilimdir pek ruh olarak.
Hem daha kibarımdır, sanırım halden anladığım için hem de daha zor beğenirim hizmeti, vaktiyle yaptığım için.
Geçenlerde de bir PR yöneticisi dostum, benden müşterisi olan restoranda çalışan verimliliği için hizmet talep ettiğinde de garson eğitimindense şeflerle ilgilendiğim bir proje tasarlamıştım.
Bunu falan konuştuk, neden öyle baktığımı vs...
Sonra?
Bugün de şehirdışından bir arkadaşımla buluştuk ve mekan o kafelerden birisiydi.
Aradım selam verdim bu bahaneyle.
Yarım saat sonra etrafımızda dolanan garson geldi, "Mustafa Bey, size nasıl bir kahve ikram edelim?" diye sordu.
Şaşırdım, kahve istiyordum, tamam ama onu çağırmadım, adımı nereden biliyor peki?
Çok düşünmeye gerek yok, arkadaşım hangi şubede olduğumu sormuştu zaten muhabbet arasında. Şube müdürünü aramış ve jest gerçekleşmiş.
Daha önce olmamıştı sanırım böyle bir şey, ama sanırım hayatımda içtiğim en sevimli kahveydi.
Şu kırk yıl hatrı gitmeyen kahveler sanırım böyle oluyor.
Her şeyi birbiriyle iliştirmeyi seven ben, sonra da düşündüm; acaba hayat da böyle jestler yapıyor mu?
Sana "benim için özelsin" mesajını veriyor mu zaman zaman?
Yazın en lezzetli frappe'leri sunduğunu fark edebiliyor muyuz ya da kışın "Al Mustafacım, bu sahlep sadece ve sadece senin için" diye kokan sahleplerini algılayabiliyor muyuz?
Yaşamımızdaki jestleri, şanslılıklarımızı ve mutluluk tohumlarımızı fark edebiliyor, yakalayabiliyor muyuz?

24 Ağustos 2012 Cuma

Eğitimli Vatandaştır Aktif Vatandaş

Yeni eğitim öğretim döneminin açılışı arefesinde, eğitim üzerine bir yazı yazmam istendi.
Birçok mecrada kalem sallayan birisi olarak ben de küçük küçük ahkam kesmek yerine sürdürülebilir ulusal kalkınmada eğitime dikkat çekmek ve bunun için birer vatandaş olarak neler yapabileceğimizi paylaşmak istedim.
Lalabey Danışmanlık'ın bünyesinde yayınlanan yazıma http://paylasim.lalabey.com.tr/?p=5526 linkinden ulaşabilirsiniz.
Yorumlarınızı da buraya, oraya veya mail adresime iliştirirseniz çok sevinirim.

21 Ağustos 2012 Salı

Bu bir teşekkür yazısıdır :)

Hep birşeyler paylaşıyorum ya onunla bununla ilgili, bazen de kendimle ilgili.
Bu sefer bir teşekkür yazısı yazmak istedim.

İnternet aramaları ve zihin becerilerim sayesinde Dreamweaver gibi yazılım programlarından photoshop, illustrator gibi grafik programlarına kadar tüm ihtiyaçlarımı kendim karşılayabiliyorum.
Ayrıca bugüne kadar kendi web sitem dahil 40 kadar web sitesini de yine internet aramaları ve kendi becerilerim sayesinde yapabildim.
Dolayısıyla internette birşey araştırıyorsam ve bunu twitter veya facebook ile sormuşsam ağımdaki kişilere, bunun iki sebebi olabilir; bazen araştırdığım konuda takılabiliyorum, oysa en çok araştırmama başkaları da dahil olsun istiyorum.
Zaman zaman facebookta "bu konuyu Google'da arayabilirsin" gibi cevaplar alıyorum, teşekkür edip bırakıyorum, çünkü zaten öyle yaptım :)
Oysa bugün, az önce çok sevindirici birşey oldu.
Yeni bir makale yazacaktım ve internette araştırma yapıyordum. Sonra da tweet attım, bu konuda önerisi olan var mı diye. amacım, başkalarını da bu konuda çekmekti...
Bir arkadaşım, tweetimdeki soruyu görmüş, benim için araştırmış ve "Mustafa bu konuda 15 kadar makale var, istersen yollayayım, baktın mı sen?" dedi.
O kadar mutlu oldum ki...
Zaten kendi derdimi kendim çözebiliyorum, ama birinin daha bu konuda "Google'da ara" demek yerine zaten aramış olabileceğimi ve gözümden kaçabileceğini tahmin ettiği şekilde konuyu ele alıp da beni bilgilendirmesi...
Onur duydum, o sebeple de ona teşekkür etmek istedim.
Hem sohbetlerimizdeki desteğin hem de sıcak kanlı arkadaşlığın için çok teşekkürler Hülya :)

19 Ağustos 2012 Pazar

Bari Bu Bayram Kendinizle Barışın :)

Ramazanın en sevdiğim yanı sanırım farklı bakış açıları getirtebilmesi.
Mesela okulda öğrettikleri üzerinden gidersek, oruç tutarak açların halinden anlayabileceğiniz düşünülür. Ayrıca farklı öğün zamanlamalarıyla da yaşanabileceğini görüyoruz. Öğünlerini değiştirebilenler, düşüncelerini de değiştirebilirler, yaşamlarını da, boyun eğdikleri sıkıntılarını da...
Oruç sadece aç kalmak olsaydı, açlar direkt cennete giderdi sanırım. Üstelik oruç sadece semavi dinlerde değil, her öğretide ve dinde yer bulan bir eylem.
Peki neydi bu kadar önemli kılan bunu?
Cennetle müjdelenir, iyi ahlakla ödüllendirilir, ancak nihayetinde bilgeliğe giden yol için en gerekli şeydir amaç: Disiplin.
Ramazan'ın anlamına baktığımda kızgın taş ve yağan yağmur ile karşılaştım. Günahları (hatalarımızı) yakıp kaybettirebilen ve yıkanırcasına istemediğimiz ŞEY'lerden arınma süreci...

Bugün ise bu orucun bayramı, üstelik de orucun yasak olduğu gün! 
Bugün başka ne yasak? Küslükler.
Çünkü bayramlar, kutlama günüdür ve kutlamalar tek başına yapılmaz.
İsterseniz konu komşu, akrabalar hısımlar bir arada bulunun, ne hoş. Ama bir şeyi merak ettim, kendinizle küslüğünüz ne durumda?
Bu bayram günlerinden güç alarak kendinizle barışabilecek misiniz?
Ben de dahil, kendimizi affedemediğimiz durumlar yaşayabiliyoruz, hatta ben neden affedemediğimi bile bilmiyorum kendimi.
Ama ne demiş sevgi insanı Mevlana;

"Dün dünde kaldı cancağızım,
Bugün yeni şeyler söylemek gerek"

Hem kendi dünümüzü hem de küslük taşıdığımız diğer dünleri bırakma vakti geldi galiba.

Mutlu bayramlar diliyorum.

18 Ağustos 2012 Cumartesi

Dikkat :) Bu Bir İlandır, Kendi Reklamımı Yapıyorum

Dost meclisinde paylaştığım bir hizmet stilim var; Aristo Coaching diyorum adına.
Malumunuzdur, ünlü düşünür Aristo, derslerini hep yürüyerek işliyormuş.
Metabolizmik açıdan da yürümenin psikolojiye faydaları oldukça fazla. Özellikle sizi rahatsız olduğunuz ortamdan, psikolojiden, çerçeveden uzaklaştıran bir eylemdir. Ayrıca özellikle ölü toprağı serpilmiş" deriz ya, miskin hallerle boğuşan kişiler, onları harekete geçirir; bilincimize "harekete geçiyorsun" mesajı yollar.
Güzel bir ritmde yürürken ise nefes kaliteniz artar, bu gelişme de beynininizde yeni fikirlerin oluşmasını sağlar.
Özellikle koçluk gibi derin sorgulamaların olduğu bir hizmet sırasında, sürekli mekan değiştirmenin getirdiği dikkat bozukluğu, odak kaçması gibi riskler ise çok yüksektir. Dolayısıyla herkes yapamaz, ancak yıllardır uzun yürüyüşler yapan ve 3 yıldır da bu yürüyüşlerde koçluk sohbetleri sunan birisi olarak, efendim ben de kendime ait çözümler geliştirdim.
Geçen aylarda bir danışanıma özellikle önermiştim yapalım mı diye.
Hava biraz sıcak gibiydi, ama karşımdaki kişi hem havalardan hem de iş ve özel hayatından ötürü uyumak istiyordu daima. Seansa başlamak üzereydik ama başını dayamıştı koluna, uyudu uyuyacak. Nefes çalışması yaptık, çok da işe yaramadı. Sonra hızlıca birşey dikkatimi çekti; zaten problemlerine cevabı da hep yorganı başına çekmek olmuş. Madem öyle, tam tersi yaklaşarak yürümeyi ve yürürken seans yapmayı teklif ettim. Sonuç? Tabi ki çözüme gittik ve o kabuk bağlamış ruh halini kırmayı başardık.

Dün ülkemizin en iyi İK firmalarından birinin yöneticisiyle sohbet ediyordum ve konu uzun yürüyüşlere geldiğinde bundan bahsetmiştim. O da neden ilan etmediğimi sordu. Özellikle onun gibi vakit darlığı çeken yöneticilerin ilgisini çekebilirmiş. Yöneticilere yöneticilik becerileri için pek koçluk yapmıyorum, özellikle bu konuda çalışan başarılı dostlarıma yönlendiriyorum talepleri.

Ama yürümekten keyif alan ve/veya vakit darlığı çeken kişilere, Aristo Coaching'i ilan etmekten onur duyuyorum.
 
Bu yöndeki her türlü merak ve talepleriniz için adres belli; cozum@mustep.com.

14 Ağustos 2012 Salı

Hamamböceğiyle Vakfın Kesiştiği Yerde Uymak ya da Uygulamak


Geçen gün zor durumda olan bir organizasyonun güçlenmesi için, Genel Müdür ve 3 yöneticisiyle beyin fırtınası yaptık.
Sektörel pozisyonları güçlü ama likit sıkıntısı hat safhadaydı.
Bazı projeler daha raftayken ölüyordu, çünkü kurucu sermayedarlarının ana PR (bilinirlik) politikasına uymak zorunluydu ve o çok hantaldı.
Zaten piyasada para çok durgun seyrediyor, fon yaratımı çok zorlaşmış.
Bunları asan bazı fikirler geliştirirken ise bu sefer de dahil olunan bazı kanunların kısıtında kalınıyor.
Etrafınız bu kadar kırmızı hat ile çevriliyse ne yapacaksınız? Elinizi kolunuzu bağlayıp, elden bir şey gelmiyor deme lüksünüz de yok.
En eğlendiğim şeyin zamanıydı, çözüm yaratmak.
Bu kadar kısıtlı ortamda yapılması gereken, fırtınanın göbeğine (şeytanın gözü diye de geçer) gitmekti.
Kısıtlar nerede? Organizasyona fon sağlayan müstakbel sponsorlara erişilememesi.
Konuyla ilgili zihin haritası çıkardığımızda ise bazı çözümler göz kırptı bize.
O halde sponsorlara 2. dereceden dolayla erişme imkanlarını sorguladık. Yani herhangi birinin herhangi bir işini satmak için networkunu, iş ağını; güçlü şekilde kullanmasını düşünün, bunu milyon liralara ve büyük kurumlara çevirin. Çok niş bir noktada oldukları ve bazı şeylerin de gizli kalması için detay vermiyorum, ama anlattıklarımı tasavvur etmek için bu bile yeterlidir.
İlginç bir kişisel-profesyonel çıta izleyecekler.
Başta çok saçma geldi, dolayısıyla bunun daha güzel sonuçlar doğuracağından emin oldum böylece ve bu yönde koçluk yaptım ben de ekibe.
Devamı?
Sorunlarına klasik değil, sıradışı bir çözüm rotası kurguladık ve kısa zamanda fon yaratabilecek imkanlar çıktı ortaya.

Bu durum, hamamböceği korkumu yendiğim kendime koçluk sürecimi hatırlattı.
Görüştüğüm uzmanlar ve psikologlar ya hamamböceğinin üzerine gitmemi ya da hamamböceğinden korkan Mustafa’yı kabul etmemi ve bu sorunu dürtmememi öğütlüyordu.
Ama kabul ediş, kontrol manyağı birisi olduğumdan, yapamadığım bir şeydi.
Hamamböceklerini öldürmek gibi faaliyetler ise, korkudan kilitlendiğim için yine yapamadığım bir şeydi bu da.
Bu kadar kısıtlıysam, yoktan çözüm var etmeliydim. Aklıma hamamböceğinden korkarken şekillenen beyin tepkilerimin, başka ne zamanlarda da canlandığını tespit etme yolu geldi. Başımın nerelerinde hareketlenme hissediyorum, aklımdan hangi düşünceler geçiyor vs…
Aldığım bir önerinin de ışığında, kontrol manyaklığı çıktı karşıma!!!
Ne komik, sorunumun çözümü için yapılan önerilerden biri ve sorunumun muadili aynı şey!
Ben de böceklerden bağımsız olarak bu konuda çalıştım ve çok yol kaydettim böcekler konusunda. Sanırım elimde gezdirdiğim hamamböcekleri, bunun ispatı olmuştu bana.

Peki ya siz?
Kısıtlar sebebiyle uyamadığınız bazı koşulları, uygulama farklılıkları sayesinde aşmayı denediniz mi?
Bu konuda kendinize koçluk yapabilir veya bir koçtan destek alabilirsiniz.
Naçizane önerim, kendi başınıza denemeniz. Çünkü sorun ne kadar derinse, çözümün de sizden filizleneceği o kadar aşikar. O halde bir dürtün kendinizi, çözümlerinizi arayın. Tek başınıza etkili perspektifler doğuramazsanız, o vakit birlikte çalışabilir ve harikalar yaratabiliriz.

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Mobbed Musunuz?


Özeleştiri becerimizin az olması ve eleştiriye de kapalı olmamız çözülebilir bir çok soruna maalesef ortam hazırlıyor, ateşi horluyor.
Oysa bazen de kendimizden ödün verecek kadar eleştiriye maruz kalıyor ve farkında dahi olmuyoruz. Eleştiri gibi burada kasıtlı veya kasıtsız diğer yıldırıcı eylemler de söz konusu olabiliyor tabi.
Peki acaba fakında olmadan mobbinge maruz kalıyor olabilir misiniz? (Ben bu durumu mobbed olarak tanımlıyorum.)

Daimi çatışma varsa, aşağılanma, dışlanma duygusu varsa, küçük düşürülme söz konusuysa, alay ediliyorsa sizinle, performans düşüşüne haksız eleştiriler getiriliyorsa, mantıksız uygulamalara maruz kalınıyorsa, işten atılma ve benzeri tehditler yapılıyorsa, hakkınızda dedikodular çıkarılıyorsa... Mobbinge maruz kalma olasılığınız baya yüksek zaten.

Öyleyse fikir vermesi için bir kaç şey paylaşmak istiyorum.

Eğer işyerinizde şunlar varsa mobbing sorgulanabilir o işyerinde; sürekli iş kazaları, yoğun devamsızlık, verimsizlik, gittikçe artan müşteri şikayetleri, bazı departmanlarda özellikle yüksek çalışan devir oranı, olumsuz çalışma iklimi ve benzerleri varsa o atmosferin sorgulanmasında fayda var. Çünkü mobbinge maruz kalınıyor olabilir veya her an başlayacak olabilir böyle bir süreç.
Göz ardı edilse bile, mobbingin manevi zararları gibi maddi kayıpları da vardır ve bu da genelde şirketlere yansır. Mobbingin şirketlere maaliyetleri hakkında yakında bir şey derleyip paylaşacağım.

Atmosfere baktık, şirketi sorguladık. Peki ya siz?
Sebepsiz sırt ve bel ağrılarınız varsa, çabuk öfkelenebiliyor, çabuk kırılıyorsanız, eskiden sevdiğiniz işinize artık gitmek istemiyorsanız, ayaklarınız sebepsizce geri geri gidiyorsa, iş yerinde birilerinin herhangi bir sebeple mağdur olduğunu veya hakkı yendiğini düşünüyorsanız (siz de olabilirsiniz bu kişi) Bu ve benzeri sebeplendiremediğiniz psikolojik ve fizyolojik durumlardan ötürü bir şüphe doğuyor: mobbinge maruz kalıyor veya tanık oluyor olabilirsiniz.
Mobbinge tanık olanlar da durumlarına göre dolaylı şekilde mobbing mağdurudur ya da farkında olmadan mobbing uygulayıcısıdır.

Ama bunlar fark ettiyseniz bir olasılık. Dolayısıyla hemen "mobbing uyguluyorlar" diye alarmları çalmanın lüzumu yok. Çünkü mobbingin psikolojik etkilerini çözmeye dair yaptığım koçluk uygulamalarında, bazı tanışma seanslarında gördüm ki, birçok kişi bazı konuları, bazı yaklaşım stillerini ve hoşnutsuz oldukları herşeyi mobbinge atfedebiliyorlar ve bu da hem düşünce kirliliğine yol açıyor hem gereksiz stres doğurabiliyor hem de motivasyonunuzu daha da çok düşürebiliyor.

O sebeple bu şüphelere sahipseniz uzmanlarla görüşmenizi öneriyorum.

11 Ağustos 2012 Cumartesi

Kendinize sorabileceğiniz bazı motivasyon soruları

Çeşitli araştırmalarımda edindiğim notları paylaşıyordum facebookta.
Biraz da blogumdan paylaşayım istedim.
Kaynağını not almadığım bir liste var. Çok hoş sorular var, cevaplandıkça kendi kendinize motivasyonunuzu artırabilirsiniz.
Keyifli sorgulamalar:


Tam olarak ne istiyorsunuz? İstediğinize ulaştığınızı nasıl bileceksiniz?
Kim ya da ne olmak istiyorsunuz?
Neye sahip olmak istiyorsunz? Gerçekten neye sahipsiniz?
Kendinizle ve başkalarıyla ilgili neyi kontrol edebilir ya da edemezsiniz?
Güçlü yanlarınız nelerdir?
Geliştirilmesi gereken yanlarınız nelerdir?
Hayatta değer verdiğiniz en önemli 5 şey nedir?
Yaptığınız işi seviyor musunuz? (Bugün milli piyangodan size büyük ikramiye çıksaydı, yaptığınız işe yine de devam eder miydiniz?).
10 yıl sonra bugün yaptıklarınızın ya da yapmadıklarınızın hangileri önemli olacak?
Şu an her istediğinizi yapabilecek imkanınız olsaydı, yine de bugün yaptıklarınıza devam eder miydiniz?
Ölmeden önce yapacağınız tek bir şey olsaydı, bu ne olurdu? Bunu neden şimdi yapmıyorsunuz?
En büyük korkunuz nedir?
Yaşamdaki en büyük amacınız nedir?
Bu amacınıza ulaşmak için kendinizde hangi becerileri geliştirmeniz gerekiyor?
Yaşamda belirlediğiniz hedef-ler için atmanız gereken “ilk adım-lar” ne(ler)dir?
Yaşamdaki göreviniz-misyonunuz nedir? Ne için yaşıyorsunuz?
Sizin için başarının tanımı nedir? Başarılı olduğunuzu nasıl anlarsınız?
Kendinizi değerli hissetmeniz için neye ihtiyacınız var?
Sizi sınırlayan en büyük kısıtınız nedir?
Yaşamda genellikle neye ya da kime öfkelenirsiniz? Neden?
Yaşamda sizi güçlü hissettiren şey-ler  ne(ler)dir?
Bugün hayatınızdan ne eksilse yaşamınızın anlamsız olduğunu düşünürdünüz?
Dünyaya yeniden gelseniz, neyi farklı yapardınız?
Kendinizde değiştirmek istediğiniz en öncelikli şey nedir?
Kendinizde beğendiğiniz ve beğenmediğiniz en önemli üç özelliğiniz nedir?
Sizce mutluluk nedir? Mutlu olmak en çok ihtiyaç duyduğunuz şey nedir?
Şu anda yaşamınızda sizi mutlu eden en önemli şey nedir?
Yaşamınızda sizi en çok heyecanlandıran şey nedir?
Şu an yaşamınızda en çok keyif aldığınız şey nedir?
Yaşamınızda ne derecede minnettarlık duyarsınız?
Bugün kendinizle ilgili farklı olarak ne öğrendiniz?
Kim-ler-i seviyorsunuz. Onları neden seviyor ya da onlardaki neyi seviyorsunuz?
Yaşamınızdaki öncelikleriniz nelerdir? Neden?
Hayatınızdaki prensipleriniz ve ilkeleriniz nelerdir?
Kendinizi yaşamda nelerin bir parçası olarak görüyorsunuz?
Kendinizi hangi koşullarda güvende hissedersiniz?
En çok neye gülersiniz?
En çok neye üzülürsünüz?
Hayatta en çok kime ya da neye güvenirsiniz? Neden?
Dünyada ölmeden önce gitmek istediğiniz yer-ler neresidir? Neden?
Tarihte en sevdiğiniz lider veya kahraman kimdir? Neden?
En çok bırakmayı istediğiniz alışkanlığınız hangisidir?
Kendinizde olmayan ama görmek istediğiniz kişisel özellik-ler ne(ler)dir?
Severek izlediğiniz ve en beğendiğiniz film hangisidir? Neden?
Sizi motive eden en önemli şey nedir?
Sizin motivasyonunuzu bitiren en önemli şey nedir?
Ölüm sizce neyi ifade ediyor?
Sizce yaşamın anlamı nedir?
Tam olarak siz kimsiniz?
Mutlu musunuz?
Kendinize sorulmasını en çok istediğiniz soru nedir?

Mobbing; Patron Baskısı, Ekmek Kavgası, İspat Çabası...

"Bugüne kadar iş hayatımda gördüm ki her sektörde, her iş yerinde mobbing var. Ben kaç iş yeri değiştirdim, ama maalesef hepsinde mobbing uyguladılar" diyordu bir mağdur.
Bir sorunla hayatınızda birkaç kez karşılaşıyorsanız kendinize bir göz atın derim hep, değil mi?
Geçen gün Cadde Dergisi'nin Yaz 2012 sayısını gördüm evraklarımı toparlarken. Editör talebi üzerine mobbing konusunda dosya yapmıştım. Koçluk çalışmalarımdan ve sektördeki çözümlerden bahsetmiştim.

Merak ettim yenilik var mı çalışmalarda diye. Birkaç saat internet taraması yaptım. Bir iki makale haricinde yine benzer işlevsiz şeyler vardı. "Etkin önlemler alınmalı" şeklinde öneri cümleleri, kayıt altına alın diye işlerliği sorgulanan yöntemler...

Ben de daha çok şey paylaşmak istedim bu konuda.
Buraya tıklayarak Cadde Dergisi'ndeki yazımı okuyabilir ve arkadaşlarınızla paylaşabilirsiniz. Yakın zamanda benzer yazılar da paylaşcağım. Ayrıca http://arsiv.indigodergisi.com/73/mustafa-palaz.htm  linkinde ise İndigo Dergisi'nde yayınlanmış eski ama güncel bir yazıma da göz atmanızı öneriyorum.

3 Ağustos 2012 Cuma

Kaç Lirasınız?


Birkaç uyuz sorum olacak.
Mesela dilediğimiz gibi bir hayat mı yaşıyoruz? Oranlasaydınız, şu anki hayatınızın hayallerinize yakınlığını, 10 üzerinden kaç verirdiniz?
Çok benzeyen bir soru kaç zamandır blogumda duruyor ve sağda sonucu görüyorsunuz…
Bu tablonun üzerine kişisel gelişimciler diyor değil mi, “aslında hayalinizi yaşıyorsunuz, değerlerinizi yaşıyorsunuz”...
Peki nasıl?
Burada konudan azıcık sıyrılalım ve suna bakalım. İlla kontrol mühendisi olmak gerekmiyor, bir şeyin “uygundur” veya “uygun değildir” diye etiketlenebilmesi için bazı parametrelere ihtiyacımız var değil mi? Ve bu parametrelerin değerleri, istenen aralıkta olmalı ki “uygun” diyebilelim.
Peki simdi yeniden kendi hayatınıza bakın lütfen, değerlerinizi biliyor musunuz?
“İyilik, güzellik, dürüstlük, doğruluk…” gibi yapmacık cevapların ötesinde bir evet çıkıyorsa ağzınızdan yeni soru, değerlerinizi yaşıyor musunuz?
Hayatta kural basit değil mi? Ya yaşamının kurallarını sen koyarsın ya da yaşam kafasına göre sana kurallar getirir.
Değerler de böyle, ya kendi değerlerimizi yaşarız ya da acı gerçek; serseri mayın gibiyizdir…

Şimdi kendinize bir dakika ayırmanızı istiyorum; değerleriniz neler? Bu iki günlük hayatı ne demeye yaşıyorsunuz? Bu değerlerinizi hayatınızın hangi saflarında deneyimleme imkanınız oluyor?

Mesela değerlerimden 3 tanesini paylaşayım sizinle; sıradışılık, zeka parıltısı ve işlevsellik.
Bunları gönlümü adadığım işimde, koçluk yaparken deneyimleme imkanım oluyor, beyin ve zeka gelişimi üzerine çalışıyorum sıklıkla. Öyle vakalar üzerine gidiyorum ki, tanık olanlar hayran kalabiliyor. Tasarladığım koçluk projeleri genelde sıradışı kabul ediliyor ve devasa bilgi yığınımı işlevselliğe dönştürmemi sağlıyor (bu konuda web sitemde logom olan nohutun işlevlerine bakabilirsiniz).

Peki ya siz?
Cevaplarınızı benimle paylaşırsanız sevinirim. Adres belli; cozum@mustep.com

Kapatırken bir sır vereyim mi; değer çalışmaları, geniş spektrumlu antibiyotikler gibidir. Birçok psikolojik rahatsızlığa iyi gelirler.

2 Ağustos 2012 Perşembe

Sağlık Bakanlığı'nın Projesine Destek Veriyorum


Grip olduğumuzda kimimiz kolayca geçirir, kimimiz yataklara düşer.
Bunda maruz kalınan virüsün etkenliği kadar, hastanın bağışıklığının da etkisi var, değil mi?
Peki bağışıklık dediğimiz şey, sadece metabolizmamızla mı ilgili? Yoksa psikoloji gibi göz ardı ettiğimiz başka unsurlar da var mıdır?

En önemli sağlık sorunlarından biri olan kilo problemlerine Sağlık Bakanlığı'nın bir kampanyası var: Obeziteye Karşı 10.000 Adım. 
http://saglik.gov.tr/  linkinde kampanya spotunu görebilirsiniz.

Aşırı kilonun altında yeme bozuklukları ve genetik yatkınlıklar gibi şeyler görülse dahi, kişinin kendi iradesiyle atlatılabiliyor, hele ki kitle hareketleriyle.
Bu sebeple kampanyaya ben de dahil olmak, destek vermek istedim.

Nihayetinde sağlıklı bireylerden oluşan bir toplum, daha refah içinde olacaktır. 

Kilo üzerine koçluk uygulamalarımı birçok kişi biliyor, değil mi? Kilo problemlerinin %100 psikolojik olduğundan bahsetmiştim http://mustep.blogspot.com/2012/07/kilo-dedigimiz-sey-100-psikolojik-bir.html linkinde. Kilo alış biçimindeki psikolojik farklılıklara, bunlara etkin müdahalelerin olumlu sonuçlandığına değinmiştim.

Şimdi çıtayı yükseltip obeziteyle de ilgilenmek istiyorum.
Özellikle obezite konusunda psikolojik destek almak istyenler lütfen cozum@mustep.com adresinden iletişime geçsinler.
Grup dinamiklerinden yararlanma isteyen veya önerisi olanlara da kapım açık.

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Ebeveynlikte De OL'an Oluyor, Biz Ne Anlam Yüklüyoruz?


Olan oluyor da biz ne anlam yüklüyoruz?
Dün bir ebeveynle konuşuyordum, çocuğuyla iletişim sıkıntıları yaşıyormuş ve destek talep etti.
Çocuklar farklı yaratıklar, hem hepimizin geçtiği hem de hepimizin unuttuğu bir süreç.
Açıkçası çok zorlandığım için kabul etmedim, gelişim ve ergen psikolojilerinde uzmanlaşmış arkadaşlara yönlendirmek istedim.
Ama oturmuşken sohbete başladık ve bir şey dikkatimi çekti, sizinle de paylaşmak istedim.
Çok başarılı geçmişi olan bir anne ve babadan olan çocuğun sırtında belli belirsiz yükler vardır efendim.
Ebeveynler bunu göremezler, çünkü süreç unutulmuştur ve ebeveynlik egoları da pek izin vermez.
Oysa çocuk bundan sıyrılarak yasamaya devam etmeye çalışır.
Üzerine bu yolculukta ebeveynler çocuğunun iyiliğini düşünerek bir sürü şeye iterler değil mi? Aslında zorlarlar ve bunlardan ilki de ideal çocuk formudur.
Eğer ufaklık bunlara uymazsa, bu sefer de cevap bulmayan beklenti hem ebeveynlerde hem de çocukta sorunlara yol açıyor.
Çocuk kısmını es geçsek bile, ebeveynlerin yaşadığı stres, ya başarısız olursa kaygısı, zaten başarılı değilse hep böyle mi gider korkusu...
İndigo Dergisi için röportaj yaptığım Kayhan Bey, ÖRAV Vakfı Genel Müdürü (Öğretmen Akademisi Vakfı), çocuklardan elimizi çektiğimizde daha başarılı olduklarını söylüyor.
Bu konuda ne düşünüyorsunuz bilmiyorum ama hoşlanmadığımız halde dürttüğümüz eğitim sisteminde çocukların ölen yaratıcılıkları bunun en bariz örneklerinden olabilir, ne dersiniz?
Farkında olmadan çocuğunuzu normal yapmak istiyor olabilir misiniz?
Normal, normdan geldiğine göre, kalıplarda bir çocuk mudur arzunuz?
Değilse özgünlüğünü bulmasında yardımcı olmanız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bir çocuğun desteği de kavgası da ailesiyle değil mi?
Bu sözlerim bir yaşam koçu olarak değil, hala çocukluğunu yasatmaya çabalayan bir oğulun sözleri.
O sebeple karsımdaki hanımla konuşurken fark ettim ki, ergen arkadaşlarla birebir çalışmasam bile, ergenlikten sorun yaşadığına inanan ebeveynlere yardımcı olmaya karar verdim.
4 yıl önceydi sanırım, bir başka hanımla konuşuyordum. Benden oğluna koçluk yapmamı istemişti. Çünkü sorunlu bir çocuktu ve anneye dünyayı zindan ediyormuş.
Ama hanımla tanıştığımız görüşmede, aslında çocuğunun kendi halinde yaşadığı, sadece annenin taleplerine, beklentilerine, değişimlerine uymadığı ve bu yüzden annenin de sıkıntılar yaşadığı çıkmıştı ortaya.
Teyzeciğim “yine de siz oğlumla çalışın” dediğinde, kabul etmemiştim. “Ortada bir sorun olmadığını görüyorsunuz, sıkıntı hissinin sizden doğduğunu görüyorsunuz, bunlara rağmen oğlunuzu beklentilerinize yönelik değiştirmemi mi talep ediyorsunuz?” diye sormuştum. Evet deyince, etiğime aykırı olduğu için reddetmiştim.
OL’an oluyor, ama biz ona ne anlam yüklüyoruz? Sıkıntı yaşıyorsak çocuklarımızla, bu bizim algılarımızdan geliyor.
Onlarla yüzleşmeli, onları geliştirmeliyiz.

29 Temmuz 2012 Pazar

Einstein'a Doğru Bursa'da Bir Adım

Einstein'ın beyni, ölümünden sonra incelenmek üzere hala saklanıyor, biliyor muydunuz?
Daha körpecik çocukken okuduğum bir makalede, beyninin normal bir insandan kat be kat daha yoğun olduğu yazıyordu. Böylece beyin kapasitesi çok daha gelişmiş oluyordu ve bu bir yetenek sanılıyordu.
Oysa zaman içinde bilişsel psikolojinin itibar kazanmasıyla konuya bakış değişti; bunun bir yetenek değil, beceri olduğu çıktı ortaya, özetle, beyin kapasitemizi geliştirebiliyoruz.
Çünkü Albert Beyin yaptığı şey, bilgileri, anıları, olguları, formülleri, kavramları değişik açılardan ele almak ve farklı bağlar kurmak. Böylece yeni bilgiler de edinerek beyin kapasitesini daha da artırabilmişti.
Peki bu, sadece ilahi bir ekibin bildiği ilahi bir sır mı?
Tabi ki hayır.

Zihnin çalışma sistemini incelediğimiz zihin haritalama teknikleri ve bazı bilimler ve özellikle bizzat yürüttüğüm psikolojik deneylerle oluşturduğum konsepti eğitim halinde sunuyorum, İlham Işıması Eğitimi.
İnovasyonel Düşünme Becerileri mantığında geliştirdiğim bu eğitimi, talep üzerine yine Bursa'da sunma imkanım olacak.

Ayrıca hafıza becerilerinden, uzun makaleleri not edebilmeye ve aylar sonra bile kolayca hatırlayabilmeye imkan veren, özellikle beyan üzerine çalışan insanlar için (psikolog, koç, avukat, doktor, öğrenci, sekreter, stratejik danışman vb) geliştirdiğim Üzenginin Yolculuğu isimli eğitimi de yine sunacağım.

4-5 Ağustos için Gülseren Karabulut Hanım'la iletişime geçebilirsiniz.
532 418 25 16 ve gulkozgen@ttmail.com üzerinden
veya www.nasildahaiyiyaparim.com üzerinden bilgi alabilirsiniz.
www.mustep.blogspot.com üzerinden de bu konuyla ilgili daha önce yaptığım bazı blog paylaşımlarını okuyabilirsiniz.

Tıp Okudum Diye Klasik Doktor Mu Olmalıyım?

Mavi hap Viagra'nın ne işe yaradığını hepiniz biliyorsunuz. Peki ya piyasaya ilk çıkışı ne üzerineydi? Direkt ereksiyon sorunları için miydi?
Hayır. 
Kalp rahatsızlıkları için kullanılıyordu ve hastaların beyanları, bu yönde de etkili olduğunu gösterdi ve süreç içinde piyasaya arzı yön değiştirdi.

O Dağın Ardında Ne Var? isimli kitabı okuyanlar, Celal Aras'ın hayat hikayesini bilirler; :Aras Holding'in merhum kurucusu.
Peki ya Aras Holding denince akla hangi hizmetleri geliyor; kargoculuk. Peki sizce Celal Bey kargoculuk üzerine mi kurmuştu holdingini?
Tahmin edersiniz ki hayır, ancak zaman içinde piyasa taleplerindeki değişimler ve kendi yetkinlikleri neticesinde kuruluşlarından çok farklı bir rotada seyir ediyorlar bugün.

Bir üründen ve bir isimden örnek veriyorum ama piyasada birçok benzeri örnek var. Peki özellikle kariyer yolculuğuna yeni başlayan gençler neden bunları görmezden geliyor ya da büyükleri rehberlik etmiyor?

Ben iktisadi ve idari bilimler okudum. Fakültedaşlarım mezuniyetle beraber ya KPSS ya da banka sınavlarına koşturuyorlar. Çünkü işletme, iktisat, maliyenin önünce sadece bunlar var(!).

Oysa ilgi alanlarımız, lisans eğitimlerimizde bizi özgün uygulamalar icra etmeye çekebilir ve bunun için üniversitedeki at gözlüklülerin vizyonlarına muhtaç değiliz.
Çocukluğumdan gelen psikoloji altyapımı, ekonomi eğitimimle birleştirip Girişimci Psikolojisi üzerine çalışmalarımı bu bakışa borçluyum. Girişimci koçluğu, mobbing çalışmaları, işletme vizyonları hep bunun meyveleri.

Aile baskısı, uygunsuz rol modeller, yanlış tercihler vs neticesinde tıp okumuş biri olsa mesela...
"N'apalım, bunu okuduk, mecbur bunu yapacağız" mı demek zorunda peki?
Aklıma Düş Hekimi geldi. Aslında bir diş hekimi olan Yalçın Ergir, kişisel gelişim konularındaki yalın anlatımları ile düşlere giden yolculuklar sunabiliyor dinleyicilerine.

Cüneyt Arkın gibi, doktorken oyuncu olmanız, radikal sapmalar yapmanız şart değil. Ama lisansınıza ve o kağıt parçasının öngörülen sınırlarına da mahkum kalmamalısınız.

Bu konuda soru işaretleri olan herkese, "şunu okudum ama memnun değilim, ne yapabilirim ki" diye sorgulayan herkese kapım açık, seve seve yardımcı olacağım. Yeter ki kendi özgünlüğünüzü yaşayabilin!

27 Temmuz 2012 Cuma

Peşin Yargı Saçma Yargı


İleri düzey gelişim öğretilerinde en çok tekrarlanan şeylerden biridir; "yargılardan sıyrılın" diye. Oysa en sık düştüğümüz hal nedir; önden yargılara sahip olmak...
Geçen gün metrodayken önümde bir adam, bir şeyler tutuyordu. Düşmesin, dağılmasın diye poşetleriyle ilgilenirken, elinden tuttuğu 3-4 yaşlarındaki çocuğunu unutmuştu. Metronun hareketleriyle sallanan çocuk, başını hafifçe korkuluk direklerine çarpmıştı ve babası fark etmemişti. Tekrar etmesin diye çaktırmadan elimi koydum çocuğun başını vurabileceği alana. Ve bir kez daha çocuk sallandı ama bu kez elime gelmişti başı, acımamıştır.
Çok tatlı bir çocuktu ve baba olma özlemimden midir bilmiyorum, hem çocuğun şirinliğine bakıyordum hem de babasına söyleniyordum içimden; oğluna biraz göz kulak olsa... Ah be adam!
Sonra içsesimi duymuş olacak ki adam, çocuğu diğer yanına aldı, daha güvenli olacaktı.
2 saniye sonra ise kucağındaydı çocuk, sarılıyordu.
Belki ben aşık olduğum kadına öyle sarılmamışımdır, aşk ile bakıyordu çocuğuna, kokluyordu, kulağına birşeyler fısıldıyordu. Çocuk ise şen şakrak gülüyordu.
Bu adam, az önce hayırsız olan, çocuğuyla ilgilenmeyen baba değil miydi?
İki saniyelik bir şeyle adam hakkında nasıl bir yargıya varmıştım. Neyse ki süreç içinde düzelttim hızlı yargımı.
Peki ya daha fazla gözlem yapamayıp da düzeltemediğim başka hızlı yargılarım, önyargılarım, peşin yargılarım varsa...
Daha da yalın düşünmeliyiz, hemen bir etiket koymaktan çekinmeliyiz diye paylaşmak istedim sizinle.
Zira kısa bir sahnede gördüklerimizden çok daha fazlası olabilir senaryonun kendisi ve biz hem eksik hem de tatsız şeylerde takılıp kalmış oluruz.
Hepimizin gizli veya açık hızlı yargıları var. Küçük bir özenle bunları tespit edip aşabiliriz. Kendi fark ettiklerinizi paylaşmanızı diliyorum: cozum@mustep.com