24 Mayıs 2013 Cuma

Maaş Artırımından Ucuz Motivatörler Var!


Teknoloji kısıtı sebebiyle bir otobüs yolculuğumda yaşadığım sohbete giriş yapmıştım kısacık da olsa http://mustep.blogspot.com/2013/05/tv-calsmaynca-super-bir-sohbet-dogdu.html linkinde.
Aşağıda da bu sohbeti paylaşmak istedim.
Yolculuk arkadaşım bir fabrikada işçiydi. Orta yaşlıydı, evliydi. Elleri çalıştığının, çok çalıştığının kanıtıydı.
Çevremde hep kendi işinin başındakiler var, yöneticiler var ve yine ofis çalışanları var.
Performans primleri, kriz yönetimleri, KDV stopaj dertleri olanlar, kariyer peşinde koşanlar…
Eş sıkıntısı olan, çocuk derdi olan, ev hanımları ya da iş fikirleri, gelecek korkuları olanlar…
Çevremde herkes var ama işçi yok! Üstelik ben işçilerle büyümüş birisiyim, ama artık yoklar…
Sadece işveren arkadaşlarımın fabrikalarını ziyaret ettiğimde görüşme imkanım oluyordu toplumun o kesimiyle ve patronun arkadaşı olduğum için de objektif olamıyorlardı.
Çalışan memnuniyeti, iş gücü devir oranı düşürme, çalışan sadakati gibi kavramlara çözüm buluyorum. Şu ana kadar da bu konuda sadece hizmet sektörüyle çalışmıştım.
Ama ya emek gücünün en alt tabakasında durum ne? Onlara da anlattıklarım olumlu ve yapıcı gelecek mi merak ediyordum.
Üstelik de bu arkadaş, sendikalı bir işçi. Sendikalardan kimi tanısam yönetici, ama oralarda da işçi yine yoktu.
Sordum nelerle motive olduğunu. Direkt dedi ki; “çalışma şartlarımız güzelleştikçe.”
“Bizim fabrikada ocaklarımız var” dedi. Bu ocaklar yaz aylarında sıcaklığı 60 dereceye kadar çıkarabiliyormuş. Ayakta çalışıyorlarmış. Bu konularda bir nebze çözüm sunabilse yönetimi, daha iyi çalışacaklarmış.
“En önemlisi de maaş” dedi. “Ne kadar çok para alırsak, o kadar iyi çalışmaz mıyız?” diye sordu.
“Genelde böyle düşünülüyor ama paranın motivasyon etkisi düşükmüş aslında” dedim. Gözleri büyüdü, şaşırdı. “Haklısın” dememi bekliyordu anlaşılan. “Paradan çok etkili, çok daha güçlü başka şeyler var” dedim.
Ona bazı çalışmalarımı anlattım ve yurtdışında da yapılan bazı çalışmalardan bahsettim. Esas merak ettiğim tepkisiydi. Çok mu afaki geliyor, “gavur yapar Türk bakar” mı diyecek, yoksa gereksiz mi bulacak yoksa…
Onunla paylaştıklarımın kaba bir özetini paylaşayım mı size?
Birçok çalışan maaş artışı arzuluyor, ancak bunu göremiyor kurumundan. Dolayısıyla da iyi mi yetersiz mi çalışanın fikri yok.
Aynı şekilde işverenler de çalışan memnuniyeti için maaş artırımını tasarlıyor, ama bütçe yetmediği için uygulayamıyorlar. Dolayısıyla patronlar da bunun işlevi, faydası konusunda deneyimsiz.
“Eee” diyor işçi arkadaşım, “madem bilgimiz yok, nasıl parayı geçersiz sayarız” diye soruyor.
Değerlerle yönetimden bahsettim ben de. İnsan olmanın hissettirildiği çalışma ortamlarının oluşmasından, hiyerarşinin ve iş akışlarının bu şekilde yapılanmasından bahsettim.
Ve heyecanlandım.
Bu arkadaşın bir aylık maaşı, belki de benim iki günlük eğitime harcadığım para kadarken, değerlere, insan olmaya nasıl bakıyor?
Zihninde dolanan ekmek parası ifadesi gözünden okunuyordu ama “acaba daha ötesi de olabilir mi” sorusu yüreğimi hoplattı.
Eşitlikçiliği savunan militan arkadaşlarım bile halkın sınıflardan oluştuğu ve bunun aşılamayacağı kısıtındayken, bu arkadaş “acaba ötesi” diye soruyordu.
Ona bazı ulusal ve yurtdışı çalışmalarını daha açtım. Algının işçi olmamız, işçi kalmamız üzerine yönlendirildiğini, bu yönde psikolojik bir baskı altında olduğumuzu düşünmeye başladı. Bu baskıyı aşabildiği an ise daha mutlu olacağı kesindi.
İşçi ol, yönetici ol, girişimci ol, ne olursan ol, insansın sen!
İnsan olduğunu hatırladığın an, yaptığın işin değeri daha bir artıyor, mutluluğun ve tatminin ise daha da çok artıyor.
Ve ufak bir sır; gelirin de o vakit artıyor!

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Kahve Derken Çaydanlık Gitti

Temel Reis bir bölümde Safinaz'a evişlerinde yardım ediyordu.
Kabasakal da onun yardımını bozmak için habire sakarlıklar yaratıyordu.
Temel Reis bulaşıkları yıkamış, yerlerine yerleştirirken ayağı kayıyor ve tüm bardak çanak havaya sıçrıyor.
Temel Reis hepsini yakaladı süper bir hüner ile. Sonra bir tabağın daha düştüğünü gördü ve herşeyi bırakıp onu yakaladı. Ama meğer o tabak zaten kırılmazmış. Bıraktığı diğer tüm tabak çanak tuzla buz oldu.

Az önce kahve koydum cezveye, bilgisayar başına döndüm. Sonra olmuştur diyerek ocağa döndüm ve taşmaktan kurtardım kahvemi.
Tam fincanına doldururken fark ettim ki ayağım, hızlı hareketten su ısıtıcısının kablosunu çekiştirmiş ve o sırada makina yere düştü ve kırıldı.
Kahve taşsaydı, ortalık birazcık batardı, ocak kahve kokardı ve silerdim, geçerdi.
Oysa onu kurtarırken görmediğim bir hata, beni su ısıtıcımdan etti.

Son günlerde kriz yönetimi kavramını derinlemesine eşeliyorum.
Acaba kişisel veya kurumsal olsun, herhangi bir sorunumuzda daha kaşı kurtarırken göz çıkarıyor olabilir miyiz?
Özellikle günü kurtarmalık kısa vadeli çözümler, vizyonumuzun dar olmasına yol açar. Belki de vizyonumuz dardır, daha da darlaştırır...
Farkındalığımızı artırmalı, olaylara daha hakim olmalıyız.

Tv Çalışmayınca Süper Bir Sohbet Doğdu


Sizinle geçen haftaki seyahatimden bir anımı paylaşmak istiyorum.
Otobüsteyim şu an. Eskişehir’den İstanbul’a dönüyorum. Bir önceki seyahatimde Anadolu Turizm’i kullanmıştım. Kütahya’daki konuşmamdan dönüyordum. Mükemmel bir seminer sürecini mükemmel bir yolculukla tamamlamıştım.
Bugünse İsmail Ayaz’ın bir otobüsündeyim. Eski bir LED ekran, video belleği yok, sadece doğru düzgün çekmeyen birkaç televizyon kanalı var önümdeki ekranda. Telefonumu şarj etmem için gerekli USB portu da yok. Koltuklar sıkışık…
Anadolu nere, burası nere diye geçti aklımdan. Ama madem aklıma girdik, başka yerlerden bakalım mı bu yolculuğa?
En büyük rahatsızlıklarımdan biri, teknolojinin bizi asosyalleştirmesi diyebilirim. Öyle ki akıllı telefonlar kullana kullana aptallaşıyoruz hızla. Sevgilimizin numarasını bile aklımızda tutamıyoruz doğru düzgün.


Vaktiyle yaptığım seyahatlerde birçok dost, bir çok proje ortağı edinmiştim, birkaç da flörtüm olmuştu.
Oysa artık koltuklarımızda, önümüzdeki teknoloji bizi meşgul ediyor. Hemen yanıbaşımızdaki insanla konuşmuyoruz. Hatta bir “iyi yolculuklar” bile dilemiyoruz. Doğru düzgün selam verildiğini bile nadir görüyorum.  Allah’ın selamı ya! Ben dilediğimde o yolcu duyamıyor, belki o da bana söylemiştir, ben duymamışımdır.
Oysa bu seyahatimde, bunlardan mahrumdum.
Tv ve film imkanı kısıtlı olunca (evimde tv ya hiç açılmaz ya da nadiren, gürültü yapsın diye açarım), kulaklığı hiç başıma iliştirmedim. Yine de USB portuna bakınırken, ufak bir sohbet başladı yanımdaki kişiyle.
Üstelik de kaç zamandır arzuladığım bir sohbet oldu. Bir yeni yazıda bu sohbete zaten değineceğim ama şu an sadece teknoloji mahrumiyetinin hazzını yaşamak istiyorum.
Ufak bir itiraf ister misiniz, kardeşimle uzun bir zaman önceydi, elektrikler kesilmişti ve 2 gün gelmemişti. 2 gün yatmıştık.
Öğrenci evindeyken hep bir odada oluyorduk. Zaman içinde hepimizin kendine ait bilgisayarı oldukça odalara dağılmaya başlamıştık…
Annemle facebook gönderilerimiz üzerinden haberleşiyoruz bazen. Ben nerede seminer veriyorum, o nerede kimlerle buluşmuş, internet üzerinden öğreniyoruz.
Kız arkadaşım rahatsız oluyor sık sık mail ve mesaj almamdan. Dolayısıyla da bazen tartışabiliyorduk.
Onun baskılarıyla biraz özgürleştim diyebilirim ve artık eskisi kadar telefonumla meşgul değilim artık.
Darısı diğerlerinin başına…

19 Mayıs 2013 Pazar

Sizin 19 Mayısınızda Hangi Devrimler Var?

Şu sıralar sık sık "unutulduk" diye sitemkar mesajlar alıyorum.
Mayısın yarısında 3 aylık bir koşturmaca içindeydim.
Değerli arkadaşlarımı biraz ihmal ettim evet.
Blogumu da ihmal etmişim.
Kısa bir özet geçmek istedim.
3 Mayıs'ta Kütahya'daydım. Dumlupınar Üniversitesi'nin IEEE Kulübü olarak, hem evsahiplikleri hem de etkileyici katılımcılarına ne kadar teşekkür etsem azdır.
İnovasyonel Düşünme Becerileri üzerine konuştuk ve onların yüzleri gülüyor ama en çok ben eğlendim bu seminerden. Logomu garip şeylere benzettiler, hayatta bir çok kez "kazın ayağının öyle olmadığı" mesajını hem aldılar hem paylaştılar...


13 Mayıs'ta ise Eskişehir'deydim. Anadolu Üniversitesi Girişimcilik Kulübü evsahibimdi. Etkinliğin adı Girişimcilik Baharı olunca, girişimci koçu konuşturmazsan olmaz.
Konumuz yine inovasyonel düşünce becerileri idi. Gerçi arkadaşlar bana etkinlikten önceki gün Eskişehir'i adım adım gezdirirken hep psikoloji üzerine sorular sordular ama inovasyona yönelik düşünceleri süperdi.
Hatta seminerlerimin eski katılımcıları bilirler, ufak bir yarışma yapıyorum farklı düşünme modelinin faydasını gösteren.
Genelde yarışmanın skorları katılımcılarda maksimum 20-25 olurken, bu sefer ufak bir ekip 82 ile katılımcı rekoru kırdı. Gerçi yine 220 puan ile en yüksek yapan ben ve gönüllüm olsa da, bu 82lik ekibin bakış açısını ödüllendirmeden olmaz.
Seminerlerime katılmayanlar şu an neyden bahsettiğime dair pek de fikir sahibi değilsiniz, inşallah sizinle de paylaşımlarımız olur yakın zamanda.

Ufak bir şey; beni Dumlupınar'da konuşmaya davet eden genç arkadaşım, ODTÜ'deki konuşmamın katılımcısıymış. Gerçekten faydalandım dedi, arkadaşlarımın da sizi dinlemesini istiyorum demişti. Bununla yetinmedi, Anadolu Üniversitesi'ndeki konuşmama da katıldı.

Benim son konuşmalarımdan üçünü de gözleme imkanı buldu, değerlendirmesini istedim. ODTÜ en az 7, Kütahya 9, Anadolu en az 9 puan. Samimiyeti ve takibi için Şerif Muammer Sak, teşekkür ederim.

Eskişehir'de abim saydığım, girişimcilik eğitmenim Tuğberk Seçkin de dinleyiciler arasındaydı ve organizasyon sürpriz yapmış. Plaketimi Tuğberk sundu. Hem onun önünde konuşmak hem de anlamlı bir hediyeyi onun elinden almak süper bir duyguydu. Ayarlayan, Girişimcilik Kulübü başkanı Barış Kömür'e teşekkürler.

Peki birkaç konuşma mı vaktimi aldı?
Tabi ki hayır.
Y kuşağı üzerine çalışıyorum.
İş gücü devir oranını azaltan, böylece çalışanları sık değişen firmaların maliyetlerini düşüren bir hizmet geliştirdim.
Çalışan memnuniyetini artıran, bu sayede bir yan kazanım olarak da işveren markasını yücelten bir proje...
Çok az kaldı, yakında paylaşacağım sizinle.

Ve fırsat yaratmaktan bahsede bahsede, bu konuda çalışmak istedim. Yakında kriz yönetimi hakkındaki sığ çalışmalardan kurtulmanızı, risk yönetiminin de ötesine geçip, fırsat yönetimine bakabilmenizi sağlayan yayınlarım olacak.
Kısa ve hızlı rapor, umarım hoşunuza gitmiştir.

Bugün 19 Mayıs...
Bir devrin kapanması, yepyeni bir devrin açılmasının sembolü.
Sizin 19 Mayısınız nasıl olsun? Siz hayatınızda hangi devrimlere girişiyorsunuz?

1 Mayıs 2013 Çarşamba

1 Mayıs İnsanlığı Düşündürtüyor Yine

Kafelerde, restoranlarda çok sık vakit geçiriyorum, o sebeple de çalışan kitle içinde sanırım en sık muhatap olduğum kesim, garsonlar.

Zaten gözle görülür bir özen gösteririm garsonlarla iletişimime. Hatta bir gün garson sakarlık yaptı ve sütü telefonumun üstüne damlattı. Kulaklık çıkışına denk gelen süt, hoparlörümü bozdu. Garson çok kötü olmuştu, ben onu sakinleştirdim. Yapacak birşey yok, kasıtlı da yapmamış zaten... Birçok iş yaptım ama insanları tanımamı, gözlememi sağlayan en etkili işlerden biri garsonluk olduğu için bende etkisi büyük, eski bir garson olarak da garsonlara özel bir özen gösteririm.

Çalışma hayatına 7 yaşında giren bir babanın oğlu olarak ben de çok küçük yaşlardan beridir çalışmaya başlamıştım. Belki ciddi bir mesaiye ergenliğin sonlarında ancak başladım, ancak bugüne kadar birçok pozisyonda ayak işlerinden yöneticiliğe birşeyler yaptım.
Hmm, kaba bir özet yapacak olursam, birçok ofisboyluk (ayak işleri, tahsilat işleri vs) yaptım, önmuhasebecilik, muhasebe somluluğu yaptım, finans destek personeliydim, su tesisatçısının yanında da çalıştım, nakliye firmasında ofisi koordine ettim, anketler yaptım evleri ziyaret edip, ticaret odasının taleplerine göre ofisleri ziyaret edip raporlar tuttum, eğitim firmasında satış personeli oldum sahada bilgilendirme çalışmaları yaparken ayağımdaki nasırlar bile şekilden şekle giriyordu, planlama sorumlusu oldum yazılım firmasında, araştırma firmasında bilişim sorumlusu oldum, bir bilişim firmasında da bölge müdürünün asistanıydım. Hatta dağların arasında bir at çiftliğinde barkeeper'lık da yaptım; garsonlukla barmenliğin berbat bir karışımıydı. Haftada 7 gün, 07:00-22:00 arası mesai ve üzerinden kaç yıl geçti, hala maaşımı alamadım.

Son patronlarımdan biri sağolsun ağır mobbinge maruz bırakınca, nasıl patron olunur göstermek üzere kendi girişimime yoğunlaştım ben de...

Bugün emekçinin bayramı, ama haberlere bakıyorum. Biliyor musunuz, gün geçtikçe daha çok düşündürüyor gelişmeler...

Mesela Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç'ın tweeti:
Bunun açıkçası "Atam izin değil, çalışıyoruz" gibi pankartlar hatırlıyorum geçmişten. Ondan ne farkı var? Ama bu mesajı "karşıt görüşün bir cümlesi" diye değerlendirmek yerine direkt tepki verildiğini düşünüyorum.

Tabi burada ne işçi sınıfının (!) yanındayım ne de lordlar kamarasının (!)
Zaten herhangi bir sınıfın varlığına inanmıyorum.
Aklıma İsa'nın hikayesi geldi.
Hani orucundaymış, dağdaymış da köyüne geldiğinde biri gelmiş ya yanına. Demiş: "İsa koş, koş. Zina yapan bir kadını yakaladık, recm edeceğiz(taşlayarak öldüreceğiz)."
İsa da gitmiş, ahali toplanmış, taşlayacaklar, İsa'dan onay bekliyorlarmış.
İsa da almış eline bir taş. Havaya kaldırmış ve demiş, "İlk taşı, günahsız olanınız atsın".

Hangi taraf uygun?
Biber gazıyla insanı boğan polis mi, yoksa bize izin vermek zorundasınız diyerek reddedilince orayı burayı yıkan demokratikler mi?
Kendimizi insan görmedikçe, bir sınıfın mensubu oldukça, o sınıfı savunacağız haklı olarak.
Ama ben kendi sınıfımı savunurken, sen de kendi sınıfını savunmak zorunda kalacaksın haklı olarak.
Ve bu savunma sürecinde ikimiz de beynimizden önce elimizi çalıştırmaya yelteneceğiz, çünkü insan olduğumuzu unutmuşuz, sınıfların üyeleriyiz artık.
Gel zaman git zaman, ya şiddet ya baskı ya anarşi ya kaos...

Peki kim haklı?
Bu sorunun cevabı yok, çünkü sorunun zemini çürük...
Tüm haklarımdan feragat ediyorum.
Madem ki insanlığı görmek, bana da insanca yaklaşılmasını istiyorum...
O hâlde ben de tüm haklarımdan feragat ediyorum. Haklı bulmayabilirsiniz beni. Sınıf da görmeyin lütfen.
Yeter ki insan görün, insan olun.

Çünkü ben falanca ırktaysam, filancalıysam, falan dindensem, falanın oğluysam, filancanın abisiysem, filanca firmanın kurucusuysam, falanca tekniğin uzmanıysam, ... Bana değil, onlara bakarsınız.
Ama ben insanım.

Ufak bir paylaşım daha yapayım. Vaktiyle dünyayı ikiye ayırırdım; Türkler ve diğerleri.
Sonra bir gün, bir anket firmasındayken karşımdan bir arkadaş geçti. Aklımdan geçen DTP'li olduğuydu. O günlerde DTP ya da HADEP falan vardı işte.
DTP'li, Tuncelili, Kürt, Ahmet!
Sıra hala onun insan olduğuna gelmemişti zihnimde.
Kendimden utandım.
Yunus Emre'nin hemşehrisiyim ve o dememiş mi?

"Yaradılanı sev,
Yaradandan ötürü"

Ben kimim ki yaradılmışlardan birini etniğine, iline, görüşüne göre sınıflandırıyorum?
O günden beridir kendimi de insan olarak, farkında bir şekilde insan olarak görmeye odakladım, karşımdakini de...

Siz nesiniz peki?
Siz de insan mısınız? İnsanlara da insanca yaklaşıyor musunuz?