27 Ekim 2014 Pazartesi

Mükemmeliyetçiydim, artık mükemmeliyetçiyim!

Babam şantiye şefiydi. Ay sonlarında binlerce sayfayı bulan hakkediş yapar, İller Bankası yönetimine sunardı.
Sunmadan önce kontrol ederdi haliyle ve ben her seferinde şaşırırdım. Yüzlerce sayfalık bir klasörü hızla tarardı ve elini bir yere koyar, “hatalı olmuş” derdi. Anlamsız rakamlar, ama o anlardı!
Hata bulmakta çok yetkindir hâlâ. Bir fikrin mi var, nerelerden tökezleyebileceğinizi tak diye söyler.

Genetik galiba, bu beceri bana da geçmiş.
2005-2006 dolayları. Müdürüm bana bir film verdi; Devil Wears Prada (Şeytan Marka Giyer diye Türkçeleştirildi). “Buradaki gibi birini istiyorum” demişti.
Kendimi ispat etme sürecindeyim zaten, filmi belki de 10 kez izlemişimdir. Filmi bilenler hatırlar; varoş güzeli vardı, ben o olmuştum; zor iş süreçlerini yürütmeyi öğreniyordu. Ben de öyle biri olmaya başlamıştım.
Gün geldi firmadan ayrıldım, ama zihnimde kalmıştı o film. Ama çözüm odaklılıktan başka şeyler de kalmıştı.
Filmde izlediğim mankenleri arıyordu gözlerim.
Gözlerim o kadar keskin ki herhangi bir kadının kaç kilo fazlası var görebiliyordum.
3 kişi buluştuk diyelim ki, biri üçüncümüze “aa Derya nasıl da zayıflamışsın” dediğinde, Derya’nın 3 kilo daha vermesi gerektiğini görüyordum. Bir arkadaş kafede güzel diyerek bir kız gösterdiğinde önce 2 kilo versin diye cevaplıyordum.
Bir gün annem biri hakkında konuşurken “Ne güzel kız değil mi?” diye fikrimi sormuştu. İzmirli bir pilates hocasından bahsediyoruz. Hani geç herşeyi, İzmirli abla, nokta. Ben ne cevap verdim?
“Bırak o basen çuvalını”
Ölçersek yarım nanometre basen vardı, gözlerim fark etmişti.
Böyle bir güzellik otoritesi işte, keskin görüşlü bir zibidilik hali. Gözlediğim işlerde de mükemmeliyetçiydim, bir sorun olasılığı varsa bile tak diye görüyordum.
Ama bir gün şu an hatırlamadığım bir şeyden irkildim; ben kimim ki insanların güzelliğini değil çirkinliğini görüyorum?
Madem bu kadar keskin gözlerim var; o halde niye hayra kullanmıyorum?
Madem zayıf insanların bile fazla kilolarını görebilecek kadar keskin gözlere, algılara sahibim, neden kilolu insanların güzelliklerini görmek için kullanmayayım?
Ve evet, artık 30 kilo fazlası olan insanların da güzel yüz hatlarını yakalayabiliyorum.
Hatta sanırım bu konuda o kadar mesai harcadım ki arkadaşlarımı artık kilolu değil, güzel ve güzel görüyorum, güzelliklerini örten kilolara gözüm ilişmiyor.
Peki sadece fiziki şeyler mi?
Tabi ki hayır, artık olması çok zor fikirlerin bile nasıl gerçekleşebileceğini görebiliyorum.
Sanırım bu sebeple çıkmaza düşen projelere, kararlara, süreçlere yardımcı olabiliyorum.
Eskiden mükemmeliyetçiydim, uyuz bir gurme edasında, ukala ve sevimsiz.

Ama artık bugün mükemmeliyetçiyim; olanın güzelliğini, mükemmelliğini görebilen.
Aynaya bakın, kendinizi yoklayın; “daha iyi bir iş/ortam/fizik/düzen” kisvesi altında mükemmel olmaya çalışırken olanın güzelliğini kaçırdığınız bir şeyler olabilir mi?

Burada zihin hemen karşı argüman sunabilir; kötü-yanlış bir şey varsa görmeyelim mi?

Naçizane önerim, onu görmezden gelmemek değil; beğenmediğiniz şeyleri de, beğenmeyeceğiniz olasılıkları da güzelleştirebilmeyi düşünün!
Bir hamamböceğinden benim kadar keyif alamayabilirsiniz, ama onun yaradılışındaki mucizeyi görmeyi deneyebilirsiniz mesela.

Çok hayalci bir projeyi duyuyor olabilirsiniz, karşınızdakinin ayakları yere basmıyorsa ona ayak olabilirsiniz, hayaline bir şekilde ortak olmanın yollarını bulabilirsiniz.
Mükemmeliyetçilik kusursuzluğu değil olanı, olanın olduğu kadarıyla mükemmel olduğunu görebilmek olarak da algılanabilir

Bakarsınız bir gün olumlu-olumsuz, güzel-çirkin gibi ikilemlerden sıyrılacak, olan herşeyi yargılamadan olduğu gibi görebilecek kadar bilgeleşiriz ;)

17 Ekim 2014 Cuma

Aşk yoksa ocağında, Kendin yakarsın ateşini!

Bir park meydanındaydım. Hava ılıktı. Kenarda bir sulak vardı ve sulak üzerinde de bembeyaz, büyükçe bir baykuş. Baykuşun az ilerisindeyse siyah, simsiyah, parlak siyah bir maymun birşeyler yiyordu. Kar atıştırıyordu, lapa lapa, her yer beyaza bürünüyordu. Elimde kumandaya benzeyen bir alet, araba anahtarı da olabilir, tam hatırlamıyorum. Düğmesine basınca baykuş hareketlendi. Kanatlarını açtı, uçmaya niyetlendi. Maymun ise önündeki bu hareketlenmeden rahatsız oldu ve baykuşun bir kanadını yakaladı, kanadını kırdı, baykuşu da yere attı. Sonra da hiç birşey olmamış gibi yemeğine devam etti. Ben o sırada kafamı çevirdim ürkerek. İçim acıdı. Benim yüzümden uçamayacak artık.
Kendime çok öfkelendim. İçimdeki öfke giderek büyüyordu ki yanımda bir anda tülermiş, yeni tüylenmiş bir kuş belirdi, o da uçmaya çalışıyor. baykus_goz“Benim yüzümden” diye haykırarak elimdeki kalemle kılıçmış gibi kuşa vurdum. Kuş az ileriye savruldu ve yere düştü. Öfkem daha da kabardı. “Neye dokunsan zararsın Mustafa” diye kendime daha çok kızdım. Yerdeki yavru kuşa doğru koştum, kar taneleri hızlanırken kuş birden kalktı ve bana doğru adımladı. Ürktüm, çok çirkindi. Yeni tüylenen bir kargaydı sanırım. Ama belgesellerde izlediğim kartal yavrularına da benziyordu. Bana diktiği iri gözlerinden anladığım kadarıyla baykuştu. “Yaradılanı sev Yaradan’dan ötürü Mustafa” dedim. Hamamböceklerindeki zarafeti hatırlayarak usul usul bu korkutucu çirkinlikteki kargamsı baykuş yavrusuna yanaştım. Şarkı söyledi çok inceden, arya okuyor gibiydi. Soprano bir sesi vardı, aşık olurum sopranolara. Ve dedi ki birden karga sandığım baykuş yavrusu; “Aşk yoksa ocağında, Ateşini kendin yakarsın. Bakarsın, Ocak, aşk ateşinin üstüne konmuş!” Göğsümde bir tokat hissettim ve kabul vardı. Geriye doğru sendeledim. Uyandım birden. Birkaç saatlik anca uyuyabilmiştim, ama yatakta daha fazla duramadım. Zihnimde dolanan sözler, ödevler… “Sen kral ol, krallık peşinden gelir” Neden affedemediğinin bir önemi yok, af hisset, huzur da peşinden gelecektir. Sen hissedebildiğin kadar aşkı hisset, tüm vücudunu saran, içini titreten aşk da ortaya çıkacaktır. Ve daha bir sürü cümle belirdi eski-yeni. Belki bilinçaltımdan siz de ödevlenirsiniz diye paylaşmak istedim.