23 Nisan 2013 Salı

Çocukça Yaşamak Bir Sanattır


Yaşlandıkça yaratıcılığın zayıfladığına dikkat ettiniz mi? Bunun nedenlerini ve çözümlerini zihin haritalama, inovasyon gibi eğitimlerimde paylaşıyorum zaten.

Ama fark ediyorsanız, yaş aldıkça yaşamdan alınan zevk de azalıyor, zayıflıyor, hatta kayboluyor. En basit örnek, insanların gözlerine bakın, kaç kişide pırıltı var? Gözün feri dediğimiz yaşam coşkusu kaç gözbebeğinde "merhaba" diyor?

Bir çocuğun gelecek hayalleri vardır. Yapmak istedikleri olduğu gibi (yani buram buram ümit duygusundan bahsediyorum) zevkle yaptıkları da vardır. Hatta zamanının neredeyse tamamını keyif aldığı, yaptıkça enerji dolduğu şeylere yönlendirir.

Kalan zamanı nereye gider peki yumurcakların? Yapması gereken, yapması beklenen, yapması istenen meşguliyetlere...

Ve zamanla bu gereklilikler, meşgaleler artar da artar. Kendisine zaman ayıramayacağı kadar hayatı işgal olur... Hayırlı olsun, çocuğumuz büyümüş, olgunlaşmıştır; yetişkin birisidir artık!

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu olsun.

Bireysel egemenliğinizi ümit ediyor ve içinizdeki çocukla hergün bayram tadında bir hayat yaşamanızı diliyorum.

İçinizdeki çocuğu tekrar canlandırmak için birkaç pratik tüyo paylaştım blogumda. Okumak için buraya tıklayın.

Selamlar,

Mustafa Emin Palaz

İçinizdeki Çocuğu Canlandırmak



23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, içimizdeki çocukları hatırlamak için hoş bir zamanlama olmaz mı?
Birkaç pratik tüyo oluşturdum sizin için. Alıntı değil, bizzat yazdığım için, paylaşımlarınızda link verir, atıf yaparsanız mutlu olurum.

1 Hayat yaşamak içindir. İş ise bu döngünün finansmanını sağlar. Konfüçyüs’ün meşhur bir sözünü paylaşayım; “İyi yaşamak için çalışıyorsunuz. Çalışırken sağlığınızı kaybediyorsunuz. Kazandıklarınızı sağlığınızı geri kazanmak için harcıyorsunuz.” İş için, çalışmak için yaşamaktan sıyrılıp yaşam sürecinin anlamını 3 saniyeliğine olsun, düşünün… Çalışıp ölmek için mi doğmuştunuz acaba? İçinizdeki çocuk sizi en yakın dostu bilecektir.

2 “I AM=AIM” diye bir formül vardır. “Ben amacım” diye tercüme edelim. Hayat amacınızı biliyor musunuz peki? Bunu sorgulayın. Tuvalette kullanılan kağıdın bile bir varlık amacı vardır değil mi? Sizin hayat amacınız ne? Değerleriniz üzerine yazılar yazmıştım defalarca. Okuyun onları, değerlerinizi ortaya serip, bunların ışığında hangi amacı icra ettiğinizi fark edin ve onu yaşayın. İçinizdeki çocuk size gülümseyecektir.

3 “Carpe diem” günü yaşa demekti, eskidi bile bu hızlı dünyada. “Carpe momentum” dönemindeyiz; an’ı yaşamamız gerektiğini öğütleyen… Yarın ölecek olsanız bugün ne yapardınız ya da neyi yapmayı bırakırdınız? Kimlerle başırdınız? Kime verdiğiniz hangi sözünüzü tutardınız? İçinizdeki çocuğun olgun adımlarını hissedeceksiniz.

4 Evrenimin merkezi benim. Evreninizin merkezi de sizsiniz. Siz yoksanız benim ve başkalarının ne anlamı kalıyor ki? Peki kendiniz, kendiniz için bu derece önemliyken, kendiniz için ne yapıyorsunuz? Sadece kendiniz için, kendinizi ödüllendirmek için ne yapıyorsunuz?  Bir şeyler yapın, bencil olmaktan korkmadan kendiniz olsun, kendiniz için bir şey yapın. İçinizdeki çocuğun şımarıklığının nasıl da yararlı olduğunu kendiniz göreceksiniz.

5 Gülümserken kalbiniz yumuşar. Zoraki bir gülümseme bile bir şans verdiğiniz takdirde sizi gevşetir ve gülümsemeniz içtenleşir… “Gülüverin/ Gülemiyorsanız, gülü verin” demiştir Mevlânâ. Hatta kahkaha atın. Kahkahalar timüs bezinizi çalıştırır, bağışıklığınız da güçlenir, ömrünüz de uzar, durduk yere (!) yaşamdan daha çok keyif almaya başlarsınız. Utanmayın, çekinmeyin, kahkahanızı atın… İçinizdeki çocuğun şakıdığını göreceksiniz.

6 Yargılarınızı bırakın. Yargıların hiçbiri özümüzden değildir. İlkel kalan yanlarımızın kendini korumak ya da başkasına saldırmak için uydurduğu (!) düşünce halleridir. Oysa hayat sandığımız gibi tehlikeli değil. Karşılaştığınız hayvanlardan insanlara kadar, her canlı ile güvenilir bir bağ istiyorsanız, güvensiz yargılarınızdan arının. İçinizdeki çocuğun yüzüne taktığı çirkin maskeleri düşürdüğünüzde, nasıl da rahat ve güvende hissettiğini göreceksiniz.

7 Din, kelime anlamı olarak yaşam biçimi demektir. Yaşam biçiminiz nasıl? Nelere inanırsınız? Mesela her varlığın, seviyesi sınıfı ne olursa olsun saygıyı hak ettiğine siz de inanıyor musunuz? Doğruluğu, dürüstlüğü özlüyorsak, önce kendimizden başlamamız gerektiğine siz de inanıyor musunuz? İnandığınız değerleri sorgulayın ve bunlar için yaşayın. İçinizdeki çocuğun alimliğini görünce kendinizden onur duyacaksınız.

8 Görün, öğrenin, bilin, idrak edin; yaşayın. Çocuklarla ilgili zihninizdeki her 10 sahneden biri her şeyi sormaları değil midir? Meraklıdır yaşadıkları ortam için, her şeyi öğrenmeye çalışırlar ve anlayana kadar sorarlar… Siz de yaşadığınız şeylerin altındaki ilahi mesajları anlamaya gayret edin. İçinizdeki çocuğun yerinde duramadığını göreceksiniz.

9 Kanser olmayan tek organımızın kalp olduğunu biliyor muydunuz? Belli bir görevi vardır ve onu icra eder. Siz de belli görevinizi, özünüzün verdiği emri uygulayın: SEVGİ. Her olumsuz duygunun kaynağı korkudur. Korkunun karanlığıyla ise, sadece sevginin ışığı baş edebilir. Korkularda boğulmaktan sıkıldıysanız, sevgiyi hissedin. Kendinizi sevin, çevrenizdekileri sevin, çevrenizde olmayanları sevin. Siz kendinizi sevdikçe, içinizdeki çocuk da sizi sevecek, yaşamı sevecek, her ne mesleği icra ediyor olursa olsun o işi sevecek…

23 Nisan içinizdeki çocuğun bayramı olsun,
Kutlu olsun, kut dolu olsun, mutlu olsun.
Mutlu olun

22 Nisan 2013 Pazartesi

İnternet Sitenizden Daha Fazla İş Alabilmeniz İçin 10 Pratik Öneri

Sanırım şu an piyasalarda yaşam koçlarından sonra en fazla karşılaşılan meslek sosyal medya ve web uzmanlığı. Kolunuzu çarpsanız ya bir koça ya bir "webçi"ye denk geliyor.
Ancak kaliteli networkler sayesinde, kaliteli uzmanlarla da tanışma fırsatım oldu.
Web hizmetleri konusunda MarmaraWeb beni etkiledi açıkıçası.
Üstelik de tesadüfen, firmanın genel müdürü nazik bey Rasim Coşkun ile randevumdan bir gün önce bir bülten düştü bana.
Sizinle de paylaşmak istedim.



Web siteniz sizin için çalışan en iyi pazarlama aracıdır. 
Doğru planlama ile hazırlanan web siteleri pazarlama sürecine yaptığı organik katkının yanısıra; doğrudan satışlarınızdaki ivmeyi de artırır.

İnternet sitenizden daha fazla iş alabilmeniz için 10 Pratik Öneri


  1. Web sitenizde işiniz ile ilgili özgün, zengin ve güncel içerik sayısını oldukça fazla artırın. 
  2. İşiniz ile ilgili web sitenizde sık sorulan sorular ve cevaplar hazırlayın.
  3. Web sitenize ilk girildiğinde kullanıcı, alt bir sayfaya geçmeden ne iş yaptığınızı çok net olarak anlayabilmeli.
  4. Doldurulması çok kolay ve kısa iletişim ve talep formları oluşturun. Açık bir şekilde iletişim bilgilerinizi tüm sayfalarda bulundurun.
  5. Web sitenizin içeriğini İngilizce olarak da hazırlayıp, yayınlatın.
  6. Web siteniz için ufak bütçelerde de olsa Google Adwords reklamı verin.
  7. İnternet sitenizde sektörünüze ve markanıza uygun bir tasarım tercih edin.
  8. Web sitenizin için temel SEO (Arama Motoru Optimizasyonu) düzenlemelerini yaptırın.
  9. İnternet sitenizi sektörünüzle ilgili önemli dizinlere kayıt ettirin.
  10. Google Rehber'e web sitenizi kayıt yaptırın. http://goo.gl/n6otv
  11. Sizinle iş yapan kişi ya da kurumların güncel yorumlarını web sitenize ekleyin.
  12. Web sitenizden sizlere iletilen formlara çok hızlı geri dönüş yapın.
  13. İzinli e-mail datanıza web sitenize yeni eklediğiniz faydalı içerikleri belirli periyotlar ile mail atın.
  14. Sektörünüz ile ilgili infografikler hazırlayarak viral olarak yayılmasını sağlayın.
  15. Web sitenizin hızlı açılması için kaliteli  sunucu hizmeti alın.
  16. Oldukça detaylı ve düzenli bir site haritası hazırlayın.
  17. İşiniz ile ilgili haber ve makaleler içeren dış web sitelerine, sistem manipülasyonu yapmadan yorumlarınız ile destek verin.
  18. Web siteniz mobil cihazlarda sorunsuz açılabilmeli ve içerikleriniz rahatça okunabilmelidir.
  19. Web sitenizde belirttiğiniz maillerinizin çalıştığını sık sık kontrol edin. Ayrıca gönderdiğiniz maillerin spam e düşmediğinden emin olun.
  20. İnternet sitenizdeki düzenlemeleri hızlı ve doğru bir şekilde yapacak deneyimli bir web ajansı ile çalışın.

YAZAN: RASİM COŞKUN - MARMARAWEB GENEL MÜDÜRÜ

21 Nisan 2013 Pazar

Mutluluk Paylaştıkça Büyür

Dün benim doğumgünümdü; 20 Nisan. Ve sanırım en eğlendiğim günlerden biri oldu.
Sizinle de şimdi dünün ufak bir özetini ve hepimiz için yaptığım bir çıkarsamayı paylaşmak istedim.
Normalde doğumgünlerine pek önem vermem. Kendim için sadece geçen sene, son dakikada "yapayım" diyerek birşeyler ayarlamaya çalıştım ve 15-20 kişi falandık sanırım.
Dün ise yine birşey yapmak istemedim, yorgunluk, yoğunluk vs..
Çok sevdiğim bir dostum kahvaltıya kaçırdı ve gün boyu birlikte vakit geçirdik.
Yüzlerce mesaj, mail, telefonla arama (teşekkür ederim)... Dostumla sohbetimiz sık sık sevimli bir sebeple bölünüyordu haliyle, iletişim kurulabilen her mecradan iletişim kuruluyordu; hayatlarında varlığımdan memnuniyet ve bu memnuniyeti paylaşma güdüsü...

Bu durum gözümüzden sık kaçıyor değil mi?
Birilerinin hayatımızda varlığından memnunsak, bunu onunla da paylaşsak nasıl olur? Sevgilinize, eşinize, dostunuza en son DURDUK YERE, SEBEPSİZCE ne zaman dediniz, hayatınızda olduğu için memnun olduğunuzu?
Yolda karşılaştığım arkadaşların kutlamaları, ayrı bir keyifti. Geniş bir çevrede ve aktif arkadaşlarım olduğunu görmek iyi hissettirdi.

19'unda ziyaret ettiğim bir işkadını başlattı sürprizler silsilesini.
Toplantımızı, elinde pastayla asistanı böldü. Biliyor musunuz, hayatımın ilk sürpriziydi bu. Daha önce birileri sürpriz yapmak istediğinde bunu çabucak anlıyor, anlamamış gibi yapıyordum. Bu sefer ise asistan odaya girmeden sadece 1 saniye öncesine kadar fikrim dahi yoktu. Şaşkınlık ne ilginç duygu!
20 Nisan'ın son saatlerine kadar 3 sürpriz kutlamaya maruz kaldım, şaşırmak çok hoşmuş. Daha sık deneyimlemek ve deneyimletmek istiyorum, teşekkürler!

Bu sürpriz kutlamalarda, her seferinde ortadaki pastayı bölmek de işin ayrı bir boyutuydu. Kişi sayısı kadar bölüyordum. Özellikle gece gelen elmalı tarttan, hepimize ufak birer parça düştü. O küçük parçaları ellerimle servis etmenin anlamı benim için çok büyüktü.
Bu paylaşım da aklıma bir şeyler getirdi:

Twitter'da takip ediyorsanız beni, son zamanlarda sık sık insanlıktan bahsediyorum. (www.twitter.com/mustep) Öyle ki en temel 3 değerimden biri oldu insanlık (www.nasildahaiyiyaparim.com/ozgecmisim.html)

İnsanlık iletişse, insanlık mutlu olsa, insanlık güzel duygular yaşasa ve paylaşsa nasıl olur?

Mayıs sonuna kadar birini mutlu ettiğinizde, özellikle de kendinizi mutlu ettiğinizde, bunu benimle cozum@mustep.com üzerinden paylaşsanız, konuya "mutluluk" yazan mailler atsanız... Mutluluk öyküsünü anlatsanız, ben de size küçük bir sürpriz versem...
Mayıstan sonrasına da yeni sevimli adımlar atmaya ilhamlar buluruz hep birlikte.

Bu arada mutluluk demişken, Mutluluk Ekonomisi kavramı ilginizi çekerse, buraya tıklayarak eski bir yazımı okuyabilirsiniz: http://paylasim.lalabey.com.tr/yazihane/yazar-arsivi/592-mustafa-emin-palaz-kaleminden-mutluluk-ekonomisi.html

Bu blogu çevrenizle de paylaşın, çevrenizden gelenleri de benimle paylaşın, yayılsın damlalar.

Kendimi seviyorum,
Sizi seviyorum,
Hepimizi seviyorum.
Mustafa Emin Palaz

14 Nisan 2013 Pazar

Guinness Rekorlar Kitabı mı, Kendi Efsaneniz mi?

Absürt ilgi alanlarımdan ötürü, çocukluğumda babam bir öykü anlatmıştı, sizinle de paylaşayım.

Sultanların biri eğlenmesi için ferman yayınlatmış. Kim ki hünerleriyle gönülleri hoş ederse, altınla ödüllendirilecekmiş.
Hokkabazlar, sihirbazlar, meddahlar vs çeşit çeşit insan gelmiş geçmiş sultanın önünden, beğendiği olduğunda da 100 altın veriliyormuş kişiye.
Bir adam daha gelmiş salona. 
Gayet ciddi şekilde adımlar atarak, uzunca bir sopayı dikmiş salonun ortasına.
Sopanın üzerine de bir yorgan iğnesi geçirmiş.
5 adım uzaklaşmış sopadan ve bir parça ip çıkarmış cebinden.
İpin ucunu yalamış, sivriltmiş ipi.
Geriye doğru gerinmiş ve ipi fırlatmış sopanın ucundaki iğnenin deliğine doğru.
Yapamamış.
Sonra bir daha denemiş. 
Gerinmiş ve ipi fırlatmış 5 adım uzaklıktan deliğe doğru.
Yine yapamamış.
Bu sefer korku sarmış fena halde. 
Malum sultanı hoş etmek varken beceriksiz olursa, kelle gidecek.
Bir kez daha gerinmiş ve ipi fırlatmış.
Bu kez başarmış. 
Bir ip, bir sopanın ucuna iliştirilmiş bir dikiş iğnesinin deliğinden, 5 koca adım uzaktan fırlatılarak sokulmuş.
Sultan başta, herkes şaşırmış ve adamı tebrik etmiş.
Sultan da ses vermiş; "100 altın verile"
Adam sevinçli bir şekilde eğilip salonu terk edeceği sırada sultan devam etmiş "kellesi alına"
Herkes bir daha şaşırmış. Hem beğenip 100 altınla ödüllendirip hem neden kellesini istiyor adamın?
Sultan açıklamış: "Garip bir hüner bu. O yüzden seni ödüllendirmek istedim, 100 altını verdim. Ancak hiç bir faydası olmayacak bu hüneri geliştirmek için sen günlerce gecelerce çalıştın. Bir hiç uğruna ne uğraşlar verdin. Bu savurganlığından ötürü de kelleni aldırıyorum."

İşlevsellik kavramı bu öyküyü duyduğum günden beridir aklımda koca bir yere sahip.
Çaldığım didgeridoo ile nefes kontrolü, iyi olduğum kılıç sanatı ile düşünce kontrolü becerileri geliştirmeme vesile oldu. Beslediğim hayvanlar sayesinde politik, sosyolojik görüşlerimin gelişmesi de aynı şekilde oldu. 

Web sitemdeki otobiyografime bakarsanız da en temel 3 değerimden birisidir işlevsellik.
İnternette gezinirken Guinness Rekorlar Kitabı üzerine bir derlemeyi gördüm ve sizinle paylaşmak istedim düşüncelerimi.

Mesela Londra'da sumo kıyafetleriyle 5 kilometre koşmak, rekor olmakla beraber, neyin rekoru?






Peki ya her yerde modülerlik, hafiflik, işlevsellik, pratiklik gibi şeyler kurgulanmaya çalışılırken, 748 kilogramlık bu bisikleti oluşturan Hollandalı arkadaş, neyin haklı (!) gururunu yaşıyor bu rekorla?





116 yıldır yaşıyor olmanın mutluluğu yüzünden okunan ABD'li ablamın rekoru düşündürdü beni. 






Sağdaki, 4 yaşındaki bu Çinli kardeşimin rekoru ise en genç şişman seçilmesinde. 61,6 kiloluk bir tosuncuk olarak rekora sahip bulunuyor.

"En" olunca sivrilmek kolaylaşıyor olabilir, ama bu ne derece sağlıklı ve sürdürülebilir?
Ben de koçluk mesleğime ilk başladığımda yaşım en büyük dirençlerimden birisiydi ve buna dünyanın en genç profesyonel yaşam koçu olmam derman oluyordu. Ancak nereye kadar? 



Sıradışılık, radikallik, özgünlük, orjinallik ile "herşeye başkaldırma"yı karıştıran bir yapımız var insan olarak. Normal olmamak, sıradan olmamak isterken anormalleşebildiğimiz bir yol var.
Bu amca da 453 piercing ile vücudunda en çok piercing bulunan kişi olmuş. Ama düzen karşıtı bu amcanın, dikkat ettiyseniz simetrik piercingleri var. Yani düzenden kaçarken bir düzen oluşturmuş...


Avustralya'dan bu sevimli arkadaş ise, burnunun üzerindeki su bardağını 10 adım taşımanın rekorunu bulunduruyor. 
Bir köpeğin genlerinde "burunda bardak taşıyarak yürüme" becerisi olmamasından, bu rekoru onu eğiten kişinin promosyonuna ivme katması olarak değerlendiriyorum.




Aynı şekilde bu iki fotoğrafa baktığınızda anlayacağınız üzere, elde ettikleri rekorlar, pazarlama becerileri olarak kurumlara dönmüştür.






Canlı-cansız herşeyi seven birisiyim, özellikle örümceklere karşı sempatim çoktur. Bu amcanın rekoru ise çok polyannacı bakmıyorsam eğer; üzerindeki 250 tarantula ile insanlara bu hayvanların insanları öldüren vahşi birer ŞEY olmadıklarını göstermek için fırsattır diye umuyorum.



Biliyorum ki, aslında bilmiyorum; umuyorum ki bu rekorlar ve Guinness Rekorlar Kitabı, insanlara sınırlarını keşfetmeleri ve aşmalarına yönelik ilhamlar veriyor.
Keza bu amcamız, Magali Humbert-Perret'in rekoru birçok yaşlımız ve özellikle ruhu yaşlı insanımız için hoş bir rol model olabilir. 100 yaş üstünde olup 1 saatlik durmadan bisiklet sürme rekoru. 



Hayatımızda yer tutan şeylerin işlevselliklerine bir bakalım. 
Mesaimizi gasp ettikleri gibi, enerjimizi sömüre de bilirler... 
Silkelenmek, sadeleşmek için nisan ayı süper bir ay.

Fotoğrafları internette dolanırken edindim ve hepsi ilgili rekorlardan çekilmiş. Size düşen ya bunlara bakarak hayret etmek ya da başkalarının rekorlarından sıyrılıp kendi efsanenize odaklanmak :)

(İlk fotoğrafta görselleştirilen rekor ise, 439 yumurtayı dengede tutan arkadaşa ait)

9 Nisan 2013 Salı

Su Nereye Aktığını Biliyor

Dünkü koçluk deneyimim hâlâ aklımda.
Danışanım Türkiye'de de hizmetler veren, bir yabancı vatandaş.
Güzel işler çıkaran, güzel bir duruşu olan, güzel niyetlere sahip bir insan.
Ama içinde kocaman bir karanlık varmış.
Buluştuğumuzda sıkıca sarıldı ve beni gördüğü için mutlu olduğunu tekrar tekrar söyleme gereği duydu.

Seansımıza başlamadan önce havadan sudan konuştuk. Mizacı ve kültürü gereği hep gülümsüyor ve şen şakrak sohbet ediyordu benimle. Ama gözleri ağlamak ister gibiydi.

O daha farkında olmadan dökülmeye başladı, çünkü seansımız başlamıştı bile.
İşinin Türkiye ayağında büyük sorunlar vardı. Ama yurtdışındaki çalışmaları da onu tatmin etmemeye başlamış artık.
Ne hissediyorsun diye sordum, gözleri yaşarırcasına bir tonda, karanlık ve köşeye sıkışmışlık cevabı aldım.
Köşeye sıkışmak iyidir. Çinli düşünür Sun Tzu, meşhur strateji kitabı Savaş Sanatı'nda der ki; "Köşeye sıkışan, ölümüne dövüşür."
Köşeye sıkıştığına göre yeterince motivasyonla güzel adımlar atabilecek demektir bu.

Ama! Köşeye sıkıştıran korkusu nedir?
"Karanlık var ya" dedi, karanlıktan korkuyor, önü karanlık! Ne yapacağını bilmiyor, işini Türkiye'de yürütebilecek mi, güzel hislere sahip ama duvara mı toslayacak? Hitap ettiği pazarını değiştirmeyi de düşünüyor zaman zaman. Bu yenilik hali, daha da korkutuyor... Her şey belirsiz!

Bu duygular, belirsizlik ve karanlık ve duvara toslama olasılıkları bana çok tanıdık geliyor, ya size?

Ufak ufak sorgulatıyorum onu. Gözüme bardaktaki su ilişti. Danışanımın gözleri de sulu sulu ya, pek uyacak bu metaforlaştırma.
Suyu hangi kaba koyarsak o şekli alır. Hatta baskıya dayanmak (sabır) ne kelime, suya basınç uygulayamazsınız, fizik kuralları böyle der.
Suyu nereye dökersen dök, akar gider diyerek de birbirimizin cümlelerini tamamladık.
"Ama su nereye aktığını bilir aslında" dedi bir anda: denize doğru!
Mantık sorgulaması yapmadım o an. Bu sözleri o kadar güçlü söyledi ki; coğrafya umurumuzda değil o an.
"Peki" dedim, "senin denizin neresi?"
Çok düşünmedi, "ilahilik" dedi. Zaten sık sık ruhsallığı konuşurduk onunla.

Yani vizyonunda deniz/ilahilik var. Ona düşen/yapması gereken/misyon ise akmak/hayat amacını icra etmek.

"Hayat amacın nedir" diye sordum. Bilmiyordu. Zaten bu soruya, kişisel gelişim sürecinde yetkin bir yolculuğunuz olmadığı sürece öyle şak diye cevap vermenizi beklemiyorum.

Değerleri ışığında ortaya çıktığını söyledim.
Değerlerini gün yüzüne çıkardık. Bunun için bizzat oluşturduğum değerler testinden yararlanıyoruz, kolaylık sağlıyor.

Peki ya değerler kuru kuru ne işe yarıyor?
Sac ayağı düşünün veya tripod. Tripodlar (üçayak) ne taşır genelde? Fotoğraf makinesi veya kamera koyarsınız üzerlerine. Bakaç, vizör ile bakarsınız ve önünüzdeki görüntüyü resmederken sağlamlık sağlarsınız.
Vizyonunuz, gördüğünüz şeydir. İnsan inandığını gördüğüne göre, aslında tripodunuzun üstündeki hayatınıza biçtiğiniz anlamdır, amacınızdır.
"İnancınız değerlerinizden gelir" mottosundan da sağlamasını yaparak, değerleriniz üzerinden hayat amacınızı netleştirebiliyorsunuz.

Hayat amacını kolayca belirleyemeyenler için böyle bir yolla cevap yaratıyorum.

Değerlerini belirginleştirdik sevgili danışanımın ve hayat amacı için, hayatının güncel amacı için ona zaman verdim.
Nasıl hissettiğini sordum yine.
"Karanlık hala var ama sakinim. Hâlâ duvara yaslanmış, köşeye sıkışmış gibiyim, ama artık biraz daha iyiyim" dedi.
Bunlar bildiği, ama idrak etmediği, hayatına geçirmediği şeylerdi.

Köşeye sıkışmak, bir çatışma halidir. Bu kadar korku varsa, neye direnç gösteriyor olabilir?
Hiç bir şeye dirençli falan görmedi kendisini, zaten o kadar tatlı bir duruşu var ki, kimseye, hiç bir şeye direnç göstermez, çekilip yol verirdi kesinlikle.

Son günlerindeki durumlara baktık, iş planları son anlarda gayriprofesyonel şekilde iptal edilmiş, o umudunu korudukça aksilikle karşılaşmıştı.
Direnç korkuyla olur ama kabul gerektirir.
Biraz bu konu hakkında, kabul meselesi üzerine konuştuk ve gözlerinde yaş gitti, ışıltı, fer geldi. Bu; hayat enerjisi demektir, güzel.
Nasıl hissettiğini sordum.
Karanlık da yumuşamış, bir kabul hali de gelmiş. Çok iyi hissediyordu şimdi.

Hemen önüne kalem kağıt koydum ve birşeyler yazmasını istedim.
Hazır, duyguları değişmiş, coşmuşken, unutmadan bunları yazıversin, güçlendirsin diye.
Yazdıkça daha iyi hissettiği çok belliydi.
Siz de yazın, yazmak iyidir.
Nasıl hissediyorsun dedim, şimdi çok daha açıktı önü. Köşeye sıkışmışlık yok olmuştu, yerini coşku kaplamıştı.
"Tamam o halde" dedim; iyi hissedip de yatmak yok.
Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz sözümüzü İngilizce'ye çeviriyordum ki bana "işini göster, sözlerini değil" şeklinde tercüme edilebilecek bir söz söyledi.
Aynı dili konuşmasak da, hatta ikimize de yabancı olan bir dil üzerinden konuşsak da aynı şeyi konuşabiliyorduk; bakınız iletişim.
Peki ne yapacak şimdi? Önü hâlâ karanlık.
Hayat amacını belirginleştirdikten sonra en az 3 hedef belirmesine dair ödev yazdık.
Su nasıl akabiliyorsa ve o da suya hayransa, su gibi akmak için bugünde olacak. Çünkü...
Çünkü endişeleri geleceğe dair, referansları dünden geliyor, bugünden hiç bahsetmemişti.
Memnun olmadığınız birşeyler varsa iki şeyi sorgulayın, hangi beklentiniz cevap bulmuyor ve şimdide misiniz?
Ona rahatça an'a dönebilmesini sağlayan birkaç basit tüyo verdim ve gülümseyerek ödevlerimize devam ettik.

Son ödevi ödül oldu.
Çok güzel işler yapmıştı, daha da güzellerini yapacağından eminim.
Bunun için kendisine inanması gerekliydi. Benim ona inancımın onda biri olsun, onun da kendine inanması lazım.
Bu inancı da ödüllendirmek gerek. Bu potansiyeldeki başarıyı da ödüllendirmek gerek. Bugüne kadar yaptıklarını ödüllendirmek gerek. Alelade biri olmak yerine ortaya bir karakter sergileme becerisini ödüllendirmek gerek.
Neden kendisini ödüllendirmesin ki...
Başarı stratejilerimizde en büyük eksiğimiz ödüller.
Sigarayı bırakmaktan, çokuluslu projelerin yönetimine kadar... Ödüllerimiz teşvik eder.
Arada ceza hukuku yerine ödül hukuku üzerine tweet'ler atıyorum. Belki bir ara ödül meselesini derinlemesine anlatırım.

Neyse, seans sonunda nasıldı bu arkadaş?
İlk başlardaki gözlerindeki o ağlamaklı ifade, sığınılacak liman görmüşcesine sarılma güdüsü gitmişti. Metroya doğru yürürken birlikte, şarkı söylemediği kalmıştı bir tek. Şen şakraktı, içten gülümsüyordu, sesi çok çok çok coşkuluydu.

Neden sizinle paylaştım peki?
Çünkü bir koçluk seansıydı bu. Sansürledim, zamirler kullandım, basitçe herkese hitap edebilecek bir yapıya çektim.
Çünkü son zamanlarda etrafımda çok mutsuz insanlar var.
Çünkü her sorun aşılabilir.
Çünkü her korku çözülebilir.
Çünkü gözler göz yaşı dökmek için değil, ferinizi, yaşam enerjinizi göstermek için var.
Gözünüzdeki fer, içinizdeki neşe, hayatınızdaki güdü daim olsun.

5 Nisan 2013 Cuma

Eskimeyen dosttur defterler

Bazen arkadaşlarıma eski defterlerimden hediye eden bir megalomanım. Yarın bir gün büyük adam olursam, o defterlerde yazanlar çok değerli olacak...
Bir sürü de defterim var, çünkü Edison'un hayatından etkilenmiştim. Yaklaşık 35.000 defter doldurmuş ölene kadar. Benim daha binde biri ancak vardı, ama yazdıkça yazıyordum.
Neden?
Yazdıkça yeni fikirler açığa çıkıyor, düşünmek gibi değildir yazmak.
Yazdıkça da yazarsın, yazdıkça dökülürsün... Zihnindeki serseri mayınlar ortaya serilirler.
Tabi bir ara kendimi test ettim, klavyedeki hızım, el yazımdan 2 kat hızlı, 10 kat okunaklı çıktı. Miskinliğe de meyilli biri olduğum için, defterlerden biraz uzaklaştım.
Ama toprak gibidir defter...
Siz en fütürist mimari yapıları bile bildiğimiz çamurun üstüne inşa edersiniz değil mi?
Aynı şekilde en derin notlar da hala klavyeden değil, defterlerden çıkıyor ortaya...
Geçen gün Swarovski taşlı defter ve ajandalarıyla bildiğim bir firmanın pazarlama başkanıyla sohbet ediyordum; Acar Group'tan Mustafa Acar. İş yaşamındaki ince detaylarıyla zaten etkilemişti beni. Üzerine yeni baskı ürünleri, defterleri, butik kitapları vs de söz konusu olunca farklı, kaliteli şeyler diye yaymak istedim.
Mail geldi, e-ticaret sitelerini de yenilemişler, ben de yayınlıyorum: http://www.acar-store.com
Benim ilgimi en çok çeken ürün; http://www.acar-store.com/pinfo.asp?pid=130 oldu. (Kağıt tüketiminde çevreye katkı sağlamak için endüstriyel ormanların kullanıldığı ve kağıtların dönüştürüldüğü özel bir sistem ürünü bu defterler, çevreci yani)
Tavla sevenler, yaklaşan doğumgünümde http://www.acar-store.com/pinfo.asp?pid=101 linkinden hediye alabilirler bana :)
Hanımlar ise http://www.acar-store.com/pinfo.asp?pid=46 linkine bir göz atsın derim.
Baktım da bloga, biraz reklam gibi oldu. Olsun. Sevdim ben bu ürünleri, siz de bakın.

1 Nisan 2013 Pazartesi

İnovasyona soyunmadan önce inovatif olmak gerek

Geçtiğimiz günlerde Kırklareli Üniversitesi'nin konuşmacısıydım.
Lüleburgaz Meslek Yüksekokulu'nun evsahipliğinde 200 kadar öğrenciye İnovasyonel Düşünme Becerileri üzerine keyifli bir sohbet sundum.
Teknik konularla zaten okul hayatında haşır neşirler, ben ise olaya psikolojik ve sosyal açıdan yaklaştım. Müslüman mahallesinde salyangoz satmaktan, sıkıntılarımızı fırsata çevirmeye kadar farklı pencerelerde yürüdük.
Ev sahiplikleri ve içten tavırları, güzel soruları için hem katılımcılara hem de hocalara teşekkür ediyorum.
Önümüzdeki sene daha büyük bir etkinlikte yine buluşacağız arkadaşlar.
Yakın zamanda ise Eskişehir Anadolu Üniversitesi'nde, Kütahya Dumlupınar Üniversitesi'nde ve yine Ankara ODTÜ'de İnovasyonel Düşünme Becerileri üzerine konuşmacı olacağım.
Siz de kendi görevli olduğunuz STK veya öğrenci kulüplerinde 2 saatlik keyifli ve sıradışı bir sohbete evsahipliği yapmak istiyorsanız, benimle iletişime geçmeniz yeterli.