25 Ekim 2011 Salı

Tiksinmenin Hafifliği :)))

Duygularımın çoğunu kontrol edebiliyorum.
Özellikle de etkilere tepkime konusunda çok güçlü olmaya başladım.
Ancak geçen gün bir tartışma yaşadım ve kötü duygular patladı bende.
Öfke, terk ve tiksinme, en yoğun olanlardı, hem de anneme karşı!
Ona ağzımı açmadım. ama içimde de fırtınalar koptu.
Öfke kusmamak için hemen dikkatimi kendime çektim ve kendimi sorguladım. Hemen fark ettim ki onu değiştirmeye çalışıyorum ve o da tepkiler veriyor. Haklıydım belki beklentilerimde, ama o da haklı.
Onu değiştirme düşüncesinden sıyrılmalıyım. Peki ama o şekilde de kabul edemem onu. O halde ne yapacağım?
Yollarımızı ayırmalıyız!


Bu, iki günlük bir sevgililik değil ki ayrılmak isteyince ipler kopsun; anne-oğul ilişkisi. Nasıl olacak peki?
Elbet sağlam bir yol bulacağım ve ilk denediğim şey soyutlama oldu. Sakin davranmaya, umursamamaya başladım. Ama içimde öfke artıyor ve bilince sahip bir pasif agresyon büyüyor.
Bu sefer sevindirici bir şey oldu benim için. Çok önemli görülmeyen konular ve özellikle de küçük yanlış anlaşılmalardan ötür yıllarca küs kalan, nefret kusan insanları gözlemiş olacaktım kendimde.
Acı!
O nasıl bir acı ki mide krampları bile hafif kalıyor.
Üstelik annem, çözüm için yaklaştıkça daha da büyüyor bu acım, çünkü ben reddediyorum.
Hayır!
Acım öyle artıyor ki, bir görünmeyen el mideme girmiş ve tüm dokunabildiği şeyi büzüştürüyor, burkuyor...
Gözyaşımı, gözlerimi kasıyorum ki ağlamayayım.
Gözlerine bakarak "kötü" konuştum, "kırıcı" konuştum, umursamadığımı söyledim.
Evet, çok umursamıyordum. Ama onu değil, varlığını, değerlerini değil, duygularızı, egolarımızı beklentilerimizi umursamıyordum.
Ama yine de nasıl bir edayla konuştuğumu tahmin edersiniz.
Sonra?
Rolümü giymiştim. Artık ona karşı canlı ve aktif agresiftim. Birazdan şiddet uygulayacak değildim, ama ses tonumdaki ezicilik, bozuculuk beni bile korkutmuştu.
Neyse, oturduğumuz masadan kaçtım ve onu gözledim.
Ortama bir ağırlık çöktü. Evde ses yok, burukluk var, ölüm vardı ufak ufak.
Umursamamaya çalıştım. Ama midem nasıl acıyor!
Sonra sessizliği bir telefon konuşması bozdu. Bir randevusu vardı annemin ve "kendimi iyi hissetmiyorum" diyerek erteledi.
İçim buruldu. Ama "Dur Mustafa! Sus!"
Gömleğimi ütülemeye çalıştı, "ben yaparım" dediğimde "Rahatsız ettiysem özür dilerim" dedi.
İçimde resmen çöküntü hissettim.
Hani bilgisayar oyunları vardır ya, bir rotada yürütürsün kahramanı, attığın adımlarda, topladığın yıldızlar arttıkça puan alırsın ve çilink gibi bir ses çıkar.
Ben de her saniyede ayrı bir çilink efekti ile acı artıyordu.

Kısacık sürede kamyon çarpmışa döndüm. Ucunda gözlem olmasa, çekilecek çile değil. İnsanlar nasıl dayanıyorlar aylarca, yıllarca bu duygulara? Gurur bu kadar ağır birşey mi? Ego? Beklentiler?

"Sen X konusu, ben de Y üzerine çalışmalıyız" dedim anneme. Farkında olmadan onu değiştirmek istediğim konu ve onun buna bilinçsiz direnci üzerine, üçüncü bir yol, farklı bir açıdan çözüm ödeviydi, ikimize birden.
Durumu sorguladım.
Kendimi iyi hissediyor muyum?
Hayır!
Yaptıklarım, annemi iyi hissettiriyor mu?
Hayır!
3. bir kişi kendisini iyi hissediyor mu?
Hayır!
Bana bir kazancı var mı?
Hayır!
Anneme bir kazancı var mı bu tutumun?
Hayır!
Daha fazla uzatmadım. İstersem cevap bulabilirdim, ama egoya yönelik, olumsuz yatırımlar çıkardı ortaya.

Sarıldım ve "seni seviyorum" dedim. Rahatladım. Kısmen öfke, kısmen rol, kısmen gözlem, kısmen merak dolu bir zaman geçirdim.
Ama halâ anlayamadım, bunu arkadaşlarım, tanıdıklarım, akrabalarım, gözlediğim başka insanlar, haftalarca, aylarca, yıllarca nasıl yapabiliyorlar?
Sonra?
Şimdi merak da etmiyorum. Çünkü acıya değil, uzun soluklu mutluluklara yöneldi merakım.
Zaten akşamında bir arkadaşla tanıştım ki 5 yıllık, sevimli, mutlu bir evlilik yürütüyor. Onların dinamikleri, bana daha verimli geldi.
İlişkilerde tutumumuz, avucumuzdaki kelebek, ektiğimiz tohum gibidir. Acının mı diri kalacağı, filizlenip büyüyeceği, yoksa mutluluğun mu yayılacağı, başkalarına da ışık olacağı, bizim seçimlerimize bağlı.
Seni halâ konuştuğumuz konuda tam olarak kabul edemiyorum, ama senden beklediğim saygıyı sana gösteriyorum ve seni seviyorum anne :)

"Yaşama gülmüyorsan, espriyi anlamadın demektir"

Bir ay önce, küçük bir karar aldım ve sakin konuşmak yerine artık heyecanlı olacağım dedim.
Eğitimlerimde de sakin sakin huzur ve huşu dolu katılımcılar değil, hareket olacak demiştim.
Hatta üzerimdeki mor ışığın etkilerini de turuncuya kaydırmıştım hem logomda hem enerjimde, hareketlerimde.
Yetmedi, bir de tiyatro eğitimine başladım ufaktan.
Niçin? Hem daha çok gülmek hem de daha çok güldürebilmek için.
Çünkü kahkaha insana yaşam enerjisi aşılıyor.
Nasıl?
Çünkü yaşam çok renkli.
Benim yürümeye çalıştığım bu yolda, benden önde birinden bahsetmek istiyorum. Öyle ki ne zaman aklıma birşey gelse, zaten ya o da düşünmüş oluyor ya da yapıyor.
Eğitmenlerimden biri, akıl hocalarımdan, rol modellerimden, abim diyebileceğim biri; Timur Tiryaki.

Yaşamın Renkleri adında bir kişisel gelişim süslü kahkaha programı sunuyor.
Ben 20 Ekim akşamı karnımı tuttum gülmekten.
Ama tazeleyeceğim bu keyfi ve 27 Ekim Perşembe Günündeki gösteriye de katılacağım.
Hem mütevazi bir stand-up gösterisi hem de kişisel gelişiminize renk katmak için, Muammer Karaca Tiyatrosu (Beyoğlu) bizlere süper bir kapı açacak.

Etkinlikle ilgili detay bilgi için: http://www.timurtiryaki.com/yasamin-renkleri.html
Facebook etkinlik sayfası için: https://www.facebook.com/event.php?eid=159784044111888
Ve Timur'la yaptığım bir röportaja göz atmak için de buraya tıklayınız: www.indigodergisi.com/69/mustep.htm

20 Ekim 2011 Perşembe

Sigarayı Bırakmak Kimin Haddine? :)

Kimse tiryaki doğmuyor. Çok basit bir özetle; bir eylemi sık yaparak, bir düşünce biçimine giriyor ve beynini bir şey üzerine yönlendiriyor. Sonuçta da bir alışkanlık ediniyor. Uzun otların olduğu bir tarlada art arda yürüyünce toprakta belirgin bir patikanın oluşması misali...
O halde düşünce biçimine müdahale ile, yani zihinsel çalışmalar sayesinde bazı alışkanlıkları da bırakabiliriz.
Sigara da bir kader değil, alışkanlık sadece. O halde, böyle çalışmalar sayesinde bırakılabilir. Neticede kitaplarda yazanları, eğitimlerde bahsedilenleri göz ardı etsem bile, 3 kez bırakmaya çalışsam bile sonuncuda zihinsel yöntemler sayesinde bırakabilmiştim.
Yıllar önce okuduğum bir makaleye göre, özellikle zam dönemlerinde bırakılıyormuş bu sevimli beyaz çubuklar, çünkü baskın düşünceler değişiyormuş.
Benim de koçluk seanslarımda artış oldu :)
Ancak herşey para değil, bu yüzden bu zihinsel sürece dair birşeyler paylaşmak istedim. Okur ve sorgularsanız, mesafe elde edeceğinizden eminim.
O sebeple şimdiden ferah nefesler dilerim.


Sigarayı bırakmak istiyor muyum? Evetse, niçin?
Sigara bana neyi anlatıyor?
Hayatımdaki neyin, nelerin karşılığını sigarada arıyorum veya arıyor olabilirim?
O şeyleri başka ne gibi yollarla elde edebilirim?
Sigarayı bıraktığığmda nasıl bir Mustafa Emin Palaz olacağım?

Sadece bu soruları etkin şekilde cevaplayarak dahi daha konforlu olabilir, sigaraya bakışınızı irdeleyebilir ve DİLERSENİZ bırakabilirsiniz.
Ancak basma kalıp değil de, öykümsü bir örnek okumak isterseniz, buyurun:
Vaktiyle Yeşilaycı birisiydim, çevremde sigara içilemiyordu. Sonra bir şekilde başladım. Birkaç yaramazlıktan sonra paket almışım ve ...
Zamanla hem kendimi cezalandırma aracım olmuştu hem de en keyif aldığım şey. Ama gün içinde 3. paketimi açtığım vakit, sorgulamaya başladım; nereye kadar gidecek böyle diye.
NLP üzerine kitaplar okuduğum bir zamandı. Çalışacağım bir konu arıyorum, ama gece yarısı sigaram bitti ve yattım.
Hava soğuk, haliyle yatakta kendime sarıldım ve...
Ne kötü bir koku!
Sigara kokusu sarmış her yanımı.
Bırakmalıyım sanırım bu meredi. En sevdiğim koku, kendi kokumken tiksindim.
Pekalâ, paketim bitince bırakacağım.
Ups dedim ve dilimi ısırdım.
-Neredesin Mustafa?
-Yatakta.
-Niçin uykun olmasa bile yatıyorsun şu an?
-Sigaram bitmişti ve nikotin krizim gelmeden uyuyayım diye.
-Demek ki paketin bitmiş. Bırakmak için uygun bir zaman değil mi?
-Olmaz!
-Niçin olmazmış?
-Çünkü henüz vedalaşmadım, jübilemi yapmadım.
-Çok mu önemli vedalaşmak? Direkt bırakamıyor musun?
-...

O an fark ettim ki yol ayrımındayım: Eğer bırakma kararı alırsam belki bırakabileceğim. Ama böyle bir karar almazsam kesin olan şey, alacağım ilk paket, son paketim olmayacak.
Hemen ulaşabileceğim birisini uyandırdım gece vakti ve "ben artık sigarayı bıraktım" dedim.
Neredeyse 4 yıl oldu.
Kendime eski, güzel, kendime aşık ettirici kokumu ve o kokuya özlemimi hatırlattım ilk süreçlerimde.
Böylece havucumu, motivasyon kaynağımı, hedefimi net tuttum.
Peki, sigarayı bıraktım ve böylece sigaranın hayatımda işgal ettiği alan boşaldı. NLP ile aşırı ilgilendiğim zamanlardı ve oradan biliyordum ki bu boşluğu kendim doldurmalıydım bir şekilde. Vakum etkisi olmamalıydı.
En güzel doldurma yöntemi olarak da ödül vermeyi buldum ve sigara içmediğim her gün, bir güzel çikolata ile ödüllendirdim kendimi.
Severim çikolatayı, ama daha bir güzel geldi tadı. Çünkü ödüldü. Aferin diyordum kendime.
Ve her şey kendi kararımla yürüyordu. İrade değil! Özgüveni yerlerde birisiydim, dolayısıyla iradesizdim de aynı zamanda. Ama karar, ihtiyaçtan doğar ve kararıma sadık kaldım.
Bugün ise sigara kullamıyorum. "Bıraktım" demiyorum, kullanmııyorum.
Çünkü zihnimden de temizledim.
Zihnimden temizlenince, alışkanlıklarımdan temizlendi.
Alışkanlıklarımdan temizlenince, kokusundan arındım.
...


Bu benim öykümün kaba bir özeti. Kendinize uyarlayabilirsiniz, sorabilirsiniz, sorgulayabilirsiniz...

Bir çok ama'nız da olabilir:
Ama sizin kadar koyu bir tiryaki değilimdir,
Ama benim kadar iradeli değilsinizdir,
Ama sizin kadar çok sigara içmiyorumdur,
Ama ben NLP biliyorum, siz bilmiyorsunuz,
Ama ben Allah'ın sevgili kuluyum ve bana yardım ediyor...

Eğer amacınız bu amaları bulmak ve ispat etmekse, sigaraya sarılacaksınız demektir.
Daha mesafeli ve objektif yaklaşırsanız, çözümleri de bulabileceksiniz.
Hiç bir şey yoksa, sigaranızı keyifle içeceksiniz. Çünkü keyif verebilen bir şey bu.
Aklınıza takılan, ek detay istediğiniz her şeyi sorabilirsiniz: mustep@gmail.com

İlk fırsatta da sağlık için bırakma dürtüsünün etkisi, zerafet görüntüsünden ötürü içme dürtüsü, sesi kalınlaştırma arzusu gibi konular üzerine değineceğim.

18 Ekim 2011 Salı

Tangolandım, tangolan, tangolanalım :)

"Mola verin, beyninize iyi gelecektir"
Yaratıcılığın günümüz duayenlerinden Tony Buzan'ın bir öğüdü bu.
Bugün kulak verdim ve pazartesi sendromuna girmeden, hafif bir haftaya giriş yaptım.

Akşama ise tangoladım kendimi.

Bir açılış partisinde 15 dakikada çaça öğreten arkadaşım, "hayatına ritm kat" diye önermişti bana. Evde zaman bulup tek başıma pratikler yapıyordum ben de. Çünkü eski eğitmenimin mekanını kapatmasından beri, miskindim dans konusunda.
Ama bir davet geldi ve yeniden başladım sanırım tangoya!

Kafa ne kadar sakin, dans o kadar güzel.
Omuzlar ne kadar geniş açılmış, o kadar zarif görüntü.
Partnerle iletişim ne kadar kuvvetli, o kadar uyumlu adımlar.
Ne kadar yüzüm gülümsüyorsa, o kadar ardışık hareket.
Sosyalleşmek isteyen arkadaşlar için de çok güzel bir yol,
İletişimini güçlendirmek isteyen sevgililer için de :)


Pazartesi akşamları Taksim'de benimle derse katılmak isteyenler, iletişime geçsinler: mustep@gmail.com
Başka bir salonda da annem başlamış tangoya. Belki milongalarda karşılaşırız (milonga, tango buluşması amaçlayan dans gecesi diye özetlenebilir sanırım)
Sanırım Cadde Dergisi'nin yazın çıkan bir sayısında tangoyla stres yönetimi üzerine bir yazı yazmıştım. Aferin bana :)
Dans eğitmeni bir arkadaşımın sözü ile bitireyim:
Dansta kalın.

10 Ekim 2011 Pazartesi

Eğitim İçin Gönül Gerek

Geçenlerde bahsettiğim kötü bir eğitmenlik deneyiminden sonra (tıklayabilirsiniz), çok güzel sunumlarla karşılaştım ve zihnimin pası silindi.
Düşler Akademisi projelerinden zaman zaman bahsediyorum. 2011-2012 sezonu için gönüllü olacak arkadaşlar ve gönüllü eğitmenlerin buluştuğu, tanışma ve gönüllülük eğitim programı vardı.
Eğitmenimiz, Psikolog Betül Bozkurt, akademinin de kişisel gelişim atölyesini icra ediyor.
Samimi birisi zaten, eğitim sırasında gözleri parlıyor, sesi gürlüyor, sizi sarıyor enerjisiyle.
Sosyal bir sorumluluk taşıdığının farkında ve haklı gururunu taşıyor. Ayrıca gözlerinde de teşekkür ettiğini okuyabiliyorsunuz; sizin de sosyal duygular içinde olmanızdan ötürü teşekkür ediyor resmen, çünkü sizin de farkında.
Sıcak, samimi teknikler, katılımcıları konuşturma becerisi, uzman ve kaliteli bir eğitmen olduğunun göstergelerinden birkaçı.
Ama başkaları da vardı orada sunum yapan, kimisi uzun, kimisi kısa. Ve diğer arkadaşlar da başarılıydı. Gayet samimi, rahat, esprili... Bildiğim kadarıyla da eğitmen değillerdi, en azından bazıları.
Hem sunum becerileri açısından profesyonel deneyimi olmayıp hem de başarılı sonuçlar almak düşündürttü.
Ben bunu sorgularken cevap belirdi; ortak olan şey, hem Betül'ün hem diğer arkadaşların gözlerindeki ışıltı, bu işi gönülden yaptıklarını gösteriyordu.
Eğitmen arkadaşlar, ister gönüllülük eğitiminde eğitmen olun, ister kurumlarda intranet yoluyla veri aktarımında güvenlik çözümleri eğitmeni olun... Gönlünüzü verin önce.
Eğitmenlerin heyecanı salonu kaplayınca hedefe daha verimli ulaşılıyor.
Teşekkürler Betül
Not: www.duslerakademisi.org üzerinden ulaşabileceğiniz Düşler Akademisi projelerine, bu sene daha çok yer vereceğim. Benim de gönüllüsü olduğum atölyelere katılmak için akademiyle iletişime geçmeniz yeterli.

9 Ekim 2011 Pazar

Çamaşır Makinamın Su Tahliyesi, Proje Yönetiminde Öğüt Veriyor

Yeni birşeyler yapmayı planlıyorsak, iyi lsun isteriz, değil mi? Bunda kötü birşey yok nasıl olsa.
Yapacağımız şeyin iyi olması için de hazırlıklara girişiriz. Mesela bir bilgisayar programı yazacaksak, güvenli olsun, bir sözleşme yazacaksak, herşeyi tam olsun, aleyhimize bir şeyi olmasın isteriz.
Birisiyle birlikte olacaksak bizi aldatmasın,
Bir ortağımız olacaksa kazık atmasın,
Bir konuşma yapacaksak heyecanlanmayalım,
Bir araba süreceksek kaza yapmayalım,
Bisiklete bineceksek düşmeyelim,
Uçağa bineceksek tirbüle olmayalım...
Kalem kullanacaksak tükenmesin mürekkebi,
Laptopumuzun bitmesin pili...


Laptop demişken aklıma geldi. Benimkinin fanı öyle bir ötüyor ki düşman başına. Hele ki temmuz güneşi gibi ısınması yok mu...
Geçen gün garip sesler de gelmeye başladı. Açtım vidaları, söktüm fanını, nedir bunun derdi diye.
Sanki tüm evin tozu, toprağı yuva yapmış hava çıkışına, kapatmış orayı. Eh, meret de içinde dolaşan havayı dışarı atamıyor haliyle.
Temizledim, şimdi sessiz ve yüksek performanslı.


Temizlik demişken de çamaşır makinam geldi aklıma. Geçenlerde tekledi, suyunu boşaltmadı.
Açtım baktım sağına soluna, herşey sağlam. Sonra önde birşey fark ettim, o neymiş diye söktüm bakıyorum, filtreye benziyordu. Peçete doluşmuş galiba, etrafı kaplanmış ve anladığım kadarıyla su yolunu tıkamış.
Temizledim ve akmaya başladı herşey.
Makinamın evlere şenlik gürültüsü de kesildi böylece.


O filtremsi şey, makinamın daha iyi çalışması için mekanik olmayan, basit bir parça idi. Ama kontrol etmeyişim, ekstra konfor beklerken, işlevsizliğe sebep olmuştu.
Peki, bilgisayarımdaki hava çıkışını engelleyen pamuk öbeği nerede toplanmıştı?
Bilgisayarın içine dışarıdan bir cismin girmesini engellemek için dizayn edilmiş güvenlik duvarındaydı!
İki günde iki benzer şeyle karşılaşınca düşündürttü bu deneyim. Acaba hayatımda da böyle duvarlar var mı?
Hava çıkışı, içeride dolaşan havanın akmasını, su çıkışı makinanın işlevini yerine getirmesi için olmazsa olmazları... Bizim de taşıdığımız, varlığımızı borçlu olduğumuz enerjinin tahliye olması, akması gerekmez mi?
Bunu sorguladığım gün, Aşkın Gözyaşları kitabının (Yazar Sinan Yağmur) ilk cümlelerinden biri ilişti zihnime: Şems'in ağzından "Mevlanâ'nın temkinlerini kırmaya geldim."
Ben ne zerinde temkin ediyorum peki?
Evet!
Bazı çalışmalarımda hazırlık sürecinde kalabiliyor ve içkörlükten ötürü harekete geçmeyi ihmal edebiliyorum.


O gün koçluk karışımlı sohbet ettiğim bir dostum, ertesi gün teşekkür maili yollamış; mükemmelliyetçiliğinden koçluk sayesinde biraz olsun sıyrılmış ve daha o gün süper gelişmeler yaşamış, proje teklifleri almış.
Hava çıkışımızdaki pamukçuklardan, su tahliyesindeki kirden ve temkinlerimizden arınmamız dileğiiyle,
Selamlar,
Yaşam Koçu Mustafa Emin Palaz

6 Ekim 2011 Perşembe

Girişimcilik Mantığında İnovasyon Yaklaşımları

Geçen gün Thedea Danışmanlık ve Angel Wings Ventures Direktörü Ozan Sönmez ile birlikteydim.
Birçok kişinin mesai saatinde, klimalı, kapalı odalarda boğuştuğu bir vakitte, Beşiktaş sahilde, denize bakarak çay ve sohbet, ayrı bir keyifti.
Yeni birkaç çalışmadan bahsettim. Ozan ise global örneklerinden bahsetti, böylece elimdeki bazı projelerin yurtdışı örneklerinden güç alabileceğiz.
Ozan ile Genç Başarı Eğitim Vakfı'nın, lise öğrencileri için uyguladığı Şirket Programı'nda tanışmıştım. Farklı bir projenin, farklı bir eğitmeniydi. Tanıdığım en ilginç insanlardan biri oldu.
Girişimcilikte inovasyon üzerine kafamızda bazı şeyler canlandı ve yakında bunları da paylaşacağım umarım. Ancak inovasyona yönelik kurulan girişimlerden bahsetmiyorum, girişimci yapısı, yatırım yapısı, girişim modellemesi ve girişimcilik mantığında inovasyondan bahsediyorum. Katma değer değil, ekstra katma değerden.
Tipik bir NasılDahaİyiYaparım.com sorgusu yani. En kısa zamanda paylaşacağım.

Daha önce bilmediğim birşeyden bahsetti Ozan; impact investment (etki yatırımı)!
Yatırımların kemikleşmiş, klasik yapılarının kırılmaya başladığını artık biliyoruz.
Kurumların sürdürülebilirliği için stratejik bazı adımlar atılabiliyor, bağış niteliğinde fonlar dağıtılabiliyor...
Bunu sistematik yapmak için Kurumsal Sosyal Sorumluluk Departmanları çalışıyorlar (Yakında kurumlardaki sosyal sorumluluk mantığı ve etkileriyle ilgili İndigo Dergisi'nde bir yazım yayınlanacak, buradan da paylaşabileceğim)
Bu sistemin de yetmediği, cevap veremediği sosyal ihtiyaçlar için oluşturulan iktisadi yapıların da sosyal girişimciliği doğurduğuna zaman zaman değinmiştim eski yazılarımda.
Ama ne o ne bu ne şu olup, hem o hem bu hem şuna hitap eden girişim mantıkları da var, en azından yakın zamanda doğacağı öngörülüyor.
Eğer Ozan'ı doğru anlayabilmişsem, şöyle bir örnekle izah edeyim;
"Aklımda bir proje var, internet kafe açıp işleteceğim. İşleyiş modeli olarak ucuz iş gücü gördüğüm genç ev kadınlarından yararlanmayı düşünüyorum. Bunu lokasyon olarak X Mahallesi'nde gerçekleştirmek istiyorum. Çünkü öğrendim ki A İlinin B İlçesi'nin X Mahallesi'nde kadın intihar oranları çok yüksek. Bunun temel sebeplerinden başlıcaları da maddi kıtlık ve üretim kısırlığı.
Amacım orayı ihya etmek değil, ama faydalarımdan biri de bu olacak.
Eğer X'teki kadın intihar oranlarını düşürmeye yönelik bir adım atsaydım, bunun için bir gönüllülük yaratsaydım, bireysel bazda gönüllü aktivist veya kurumsal sosyal sorumlu olurdum.
Bunu bir iktisadi yapı ile sağlamak ve sürdürülebilirliğini kurmak isteseydim, sosyal girişimci olurdum.
Ancak iktisadi kaygılardan uzak durmuyorum. Kârlılık sağlarken de sosyal etki yaratacak bir pozitif dışsallık yayıyorum. Bu durumda impact investment fonlarına talip olabiliyorum.
Yakında altyapısını iyice şekillendirecek ve bir büten paylaşacak Ozan. Ben de derhal sizlerle paylaşacağım.
Meraklarınızı, yorum ve önerilerinizi mustep@gmail.com üzerinden gönderebilirsiniz.

4 Ekim 2011 Salı

Nasıl Bir Eğitmen Olunmamalı...

Forumlar, fuarlar, seminerler ve eğitimler... Sıklıkla gözlemlerimi paylaşıyorum ve hepsi de olumlu bakış açılarına sahipti.
Ancak geçen gün katıldığım seminerle ilgili olumlu gözlem edinmek için baya uğraştım ve sonunda buldum: Nasıl bir eğitmen olmamam gerektiğine yönelik uygulamalı öğüt almış oldum.
Teşhir ve rencide olmaması için, affınıza sığınarak birçok detayı kapatacağım.
Eğitim gurusu değilim, hatta yolun başındayım. Daha epi topu 2-2,5 sene olmuştur profesyonel eğitmenliğe başlayalı.

Ama birçok eğitmen arkadaşıma gözlemci eğitmen olarak yardımcı oluyorsam, sanırım katma değeri olan bir eğitim gözlem becerim var. Neticede profesyonel bir katılımcıyım.
Kaç eğitime katıldığımı sayamadım. Zaten birçok arkadaşımın eğitmenlik hayalinde, onlara mentorluk yapıyorum.
Eğitim çeşitliliğim ve uyguladığım metotların sıradışı olduğunu birçok kişi de gözlüyor. Çünkü genelde aldığım geri bildirim, hep sürpriz ve tatmin oluyor. Öncelikle genç bir eğitmenle karşılaşmak, ardına da yaşımdan beklenmeyen bilgi ve birikim...
Pardon ya. Ben değildim konu, dinlediğim bu eğitmendi!
Eğitmen arkadaş da seminer sırasında kendine daldı :) Bizler konuyla ilgilenirken, alakasız hayat tecrübelerine girdi, oradan iş deneyimlerine derken kolay kolay da çıkamadı o girdaplardan.
Eğitmenin ballandıra ballandıra anlattığı otobiyografisini dinlemeye değil,
Katılımcı eğitmeni dinlemeye geldi, kendi bildiklerini, eğitmenin anlattıkları ve mümkünse fark ettirdikleriyle harmanlayarak yepyeni bilgilere ulaşmaya ve kendini, işini geliştirmeye...

Bilim, mutlaklığı muğlak, yanlışlanabilir bilgiler yığınıyken ve rasyonalist, ölçümlenebilir şeyler üzerinde yürürken, her gün eski bir bilimsel veri çürütülmüyor mu? En küçük tanecik hardal zerresidir derken, atomla tanıştı insanlık. Sonrasında onun da bölündüğünü gördük. Şimdi o parçacıkların da altında parçacıklar bulunuyor ve hatta o atomaltı parçacıkların altında da parçacıkları tespit çalışmaları yürümüyor mu?
Hal böyleyken soyut ve tamamen göreceli mevzularda bilgi nasıl sabit kalsın ki?
Bildiğim herhangi bir şey için, katılımcının başka bir düşüncesi varsa ve bilgi de bu denli değişkense, eğitimimde neden kör bir şekilde kendi bilgimi savunmaya çalışayım?
KAba bir özetle, seminer sırasında itibar yönetimine geldi konu.
Kendi gözlemleriyle Toyota'nın yaşadığı ürün çekme krizi ve günümüzdeki reklam politikasının hatalı olmasından ötürü, fırsat bulsa Toyota Türkiye yöneticilerine konuşmak istediğini, büyük kurumlardaki reklamcı geçmişinden ötürü bu işi bildiğini ve Toyota'nın reklamlarında prestij kaybettirici, itibar zedeleten reklamlar kullandığını anlattı.
Toyota'nın cirosunda kısa bir düşüşün yaşanması ve ardına güçlenmesi üzerine izlediği politikalardan, bazı eğitmenlerin kriz yönetimi derslerinde bunu örnek olarak paylaştığından vs bahsettim.
Bir savda bulunmuş ve aksi yönde başka bir savla karşılaşmış, ancak ağzından çıkan ilk cümle, "nereden okudun?" Gayet şüpheci ve "bence yanılıyorsun ama..." edasında bir soru öğretti ki; "bilgin yanlış/eksik/hatalı olabilir Mustafa, katılımcılardan daha taze bilgi edinmeye çalış"

Çeşitli makaleler ve sempozyumlarda bahsedilmişti, kriz ve risk yönetimi konusunda özel çalıştığım için zaten merak ettiğim bir konuydu. Ancak tamamen uydurmuş da olabilirdim bu savımı. Kişisel gözlem ve değerlendirmeye dayalı bir olayı, neden daha da muğlaklığa taşıdı? "Egona dikkat et Mustafa" dedim.
O sırada bir katılımcı, "Toyotamı, o kriz döneminde aldım" dedi. Kurumun güvenilir üretim yapısında, hatalı ürünler ve üretim dağıtım bölgesi tespit edilmiş, katılımcı arkadaşın alacağı araba risksizmiş, çünkü o bölgede değilmiş. Arkadaş da bu güvenilir kontrol sisteminden memnun kalmış...
Talihsiz bir andı meslektaşım için. Çünkü egosu, konuyu kotarması yerine "farklı bir müşteri yapınız var" şeklinde daha da garip bir yere götürdü mevzuyu.

Bunun ardına, birçok klişe eğitmen hatası daha vardı; sıklıkla "di mi ama!", "anlatabiliyor muyum" cümlecikleri, "ben hangi kurumlarda çalıştım da buralara geldim" edası, projeksiyonun önünde konuşarak görüntüyü tamamen engellemesi (hatta iletişim bilgilerinin gösterildiğini göremediğim, TAHMİN ETTİĞİM sırada zaten projeksiyonun önünden hiç ayrılmadı)...

Belki destekleyebilirdim eğitim sırasında, ama daha seminerinin ilk başlarında bir katılımcıyla girdiği "benim bildiğim/gözlediğim şey daha doğru" demagojisi soğutmuştu beni.
Ne demiş şair?
Mağrur olma eğitmenim, senden deneyimli katılımcı vardır.