30 Kasım 2013 Cumartesi

Etik Esnaflık

Esnafın biri el yelpazesi satıyormuş. "Sen kullan, torunun kullansın, torununun torunu kullansın" diye bağırıyormuş.
Adamın biri de dinleyip almış bir tane.
Hava sıcak,  açmış yelpazeyi, sallamış. Cart! Yelpaze o an yırtılmış.
Koşmuş, gitmiş satıcının yanına.
"Hani ben kullanacaktım, torunum kullanacaktı, torunumun torunu kullanacaktı? Bak, bir salladım, yırtıldı." diye çıkışmış.
Satıcı sormuş,  "nasıl yaptın,  göster hele?"
Adam göstermiş,  açmış yelpazeyi,
sallamış.
Satıcı uyarmış. "Hayır! Öyle yaparsan yırtılır tabi! Yelpazeyi açacaksın, kendi başını sallayacaksın" diye göstermiş.
Üsküdar sahilde balık ekmek aldım,  tezgahtar da "balık ekmek alana içecek hediyemiz, kola, fanta, ayran?" dedi. Canım istemedi hiç birşey, almadım.
Bir AVM'yi gezerken yanımdaki arkadaş donut mağazasının vitrinine takıldı.
Yiyelim mi diye önerdim, maksat ağız tatlandırmak.
Birer tane istedik ve yerimize
geçerken kasadaki görevli "şu an 2 numaralı menüyü seçtiniz. 2 donut ve bir kahveniz var yani. Kahveniz nasıl olsun?" diye sordu heyecanlı bir şekilde.
O an anladım ne olduğunu ama ne olacağını merak edip sessizce izledim.
Yanındaki arkadaş "aa ne güzel" dedi. "Madem öyle bir latte alalım" dedi ve hesabı ödedim, 12,50 lira.
Herşey normal, değil mi?
2 numaralı menüye göre donutlar 6,25.
Oysa fiyat tablosunda 3,75 yazıyordu ve kahveler de 5 lira
yazıyordu.
Yani siz 2 donut alsaniz 7,50 ödeyeceksiniz, ama menü diye kahve de sunarlarsa 12,50 lira borçlusunuz.
Ödediğinizi saymazsak, kahve bedava!
Yasal mı? Evet.
Etik mi? Hayır.
Satış artırıyor mu? Kısa vadede evet ama uzun vadede hayır. Çünkü müşteri sadakati olur mu böyle bir vur kaç perspektifinde? Kibarca kaldırılan bir müşteri ne tekrar gelir ne de başkasını yönlendirir!
Etik ticaret pahalı değil,  imkânsız hi
değil.
Prensipleriniz üzerinden hareket edeceksiniz, tek sihir bu. Böylece de müşteri memnuniyeti ve referans satışlar katlanarak artar...
Ufak bir örnek vereyim konu da buraya gelmişken.
Geçen hafta bir övgü aldım. Çocuğuyla koçluk çalışmamızdan memnuniyetini söylüyordu bir müşterim. Benden çocuğuyla ilgili ilk destek istediğinde ben hemen kabul etmemiştim.
Ailelerin bu anlarda benden çocuğunun hayatıyla ilgili ispiyonculuk yapmamı istediklerini,
onun da böyle bir talebi oluyorsa kabul edemeyeceğimi söylemiştim. 
Konu ders başarısı ise, yine bu konuda uzman olmadığımı, dilerse başka bir arkadaşıma yönlendirebileceğimi söylemiştim. Konu psikolojisi ise yardımcı olabileceğimi söylemiştim. Ama bunun için de ödeme yapmasından önce kızıyla biraz sohbet edip birbirimizle anlaşabilecek miyiz bakalım diye önermiştim.
Bu yaşta bu kadar prensibe sahip olmam, bana duyduğu güveni artırmış. Üzerine de kısacık zamanda çok yol katetmemiz de güveni,
değeri perçinlemiş.
Şimdi başkaları da faydalansın diye benim elimin gidemediği bir networke sokacak beni.
Ne oldu? İlk adımlarda ben belki müşterimi kaybediyordum. Ama şimdi çok daha ötesini kazanmış oldum.
Sizin prensipleriniz neler peki?
Müşterilerinize daha çok değer sunabilmenize fayda doğuruyor mu?
Gerektiğinde geri adım atmanızı sağlıyor mu?
Bu konularda daha yazılabilecek çok şey var. Belki yine değinirim.

13 Kasım 2013 Çarşamba

Etrafınızdaki Güzellikler

Eski fotoğraflarımı karıştırırken şunu gördüm. Bakalım siz ne göreceksiniz? Metrodaydım, yorgundum ve aşağıya bakıyordum.

Manzaramı sizinle paylaştım. Siz de görebildiniz mi? Henüz göremediyseniz ufak bir tüyo daha; yakınlaştırıyorum ve “Gülümse Mustafa” mesajını paylaşayım.

“Görmesini bilene, her yerde ayet vardır” diye bir hadis duymuştum.
Görmesini bilene her yerde gülümsetici bir an vardır, her yerde bir güzellik.
Güzellik deyince…
Evimde gece mum ışığında duruyordum. O sırada hamamböceğimin antenlerine ilişti gözlerim, sonra tüm böceğe.
Hareketleri, ahengi, rengi… Kötü kokan dışkısını saymazsak, her şeyiyle ayrı bir güzel, ayrı bir gizem, ayrı bir mucize! Düşünürken bile içim titriyor!
Hayat, akan bir nehir gibi! Güzel mi değil mi, hayır mı şer mi? Bakan kişiye, bize kalmış!
Tıpkı bu görsel gibi…


(Schrodinger’in Kedisi yaşıyor/ölü)

Din artık dile pelesenk olmuş. Ben de ufak bir kıssa paylaşayım da modaya uyayım.
Muhammed Peygamber, dostlarıyla yürüyormuş. Yol kenarında bir köpek ölüsü görmüşler. Herkes “ne iğrenç”, “çok kötü kokuyor” vs derken, Muhammed “dişleri ne güzel yaratılmış” demiş!
Etrafınızdaki, hayatınızdaki güzellikleri görebiliyor musunuz?

12 Kasım 2013 Salı

Çocuğunuz Her Haliyle Kabul Edilebilir Mi?

Geçtiğimiz günlerde bir etkinlikteydim, Güler Pınarbaşı’yı dinledim. Hipnoz terapisi üzerine, kendisiyle bir deneyimimi blogumda paylaşmıştım. (http://mustep.blogspot.com/2012/05/hipnoza-yatannz-oldu-mu.html)
Bu etkinlikte ise kısa bir çalışma sayesinde para ile ilk tanışmamızı gösterdi ve bizde oluşan mesajları gözlememize yardımcı oldu.
Etkinlik, yoğunluk sebebiyle çok kısaydı, ancak Güler “Para Sevgidir” seminerlerinde para ile tanışmamızı daha etkili yapıyor ve akabinde bunu sevgiyle buluşturmamıza yardımcı oluyor. Onu takip etmenizi öneririm.
Ben de daha önceden gördüğüm bir mesajı tazelemiş oldum bugünde.
Çocuktum, daha 3-4 yaşlarındaydım. Bir oyuncak kamyon beğenmiştik kardeşimle, büyüktü ve pahalıymış, babam öyle demişti. Kolay olmamış ve “harçlıklarınızı biriktirmelisiniz” demişti.
Babam yoktan var edebilen birisi olarak tanınırdı ve çok zor şartlardan gelmiş, çocuk yaşlarda eli ekmek tutmaya başlamıştı. Sanırım bu becerisini de çocuklarına aktarmak istedi bir şekilde…
Kardeşimle şu an hatırlamadığımız bir süre boyunca harçlıklarımızı biriktiriyorduk. Evi topladıkça harçlık kazanıyorduk, uslu durdukça harçlık kazanıyorduk vs… Ne kadar zorlansak ve sabretmek zorunda kalsak da biriktirdik bir para ve kamyonumuza kavuşmuştuk.
Mesajı almışım: para kolay kazanılmaz. Parayı kazanmak için çok çalışmalıyım.
O kamyonu komşunun oğlu kırmıştı. Birlikte oynuyorduk ve bir gün üzerine çıktı, büyük bir çocuktu zaten, kamyon da kırılmıştı. Buradan çıkan mesaj ise; “sen ne kadar çalışırsan çalış, başkaları senin işini rahatça bozabilir.”
Komiktir ama iki mesaj da hayatımda hep kendini gösterirdi. Hem biraz kazanmak için çok çalışmak zorunda kaldım hem de benim ortaya koyduğum birçok iş, başkaları tarafından heba edilebiliyordu.
Bir gün bu “başkaları”nı yönetmeyi becerdim ve artık bozan yok, karışan yok.
Hala çok çalışıyorum, ama bundan zevk alıyorum. Çünkü beni tanıyanlar bilir; işime aşığım. Yine de bir ihtimal daha var; bu aşkı daha az çalışarak da yaşayabilirim belki, ama o bakış açısında değilim.
Gördüğünüz gibi, babam “daha iyisi olsun benim oğullarım” dedi ve bu müdahaleler düşündüğünden farklı sonuçlar verdi.

Bir dostumu dinliyordum, oğlundan bahsederken sık sık “onun iyiliği için” diyordu. Bazı şeyleri sorgularken ise “aman oğlum daha iyisi olsun, tek derdim bu” diye bitiyordu cümleleri.
Bir baba değilim, dolayısıyla hariçten gazel okuyor olabilirim. Ama bir oğulum ve gözlemci bir insanım.
Çocuklarınızın hep daha iyi olmasını istediğinizde daha iyi karnelerle, daha uyumlu çocuklarla, daha az okul şikayetleriyle karşılaşırsınız.
Peki ya hayat?

“Çocuğumu sultanlar gibi büyüttüm ben” diyen bir annenin annezedesini tanıyorum. 31 yaşında ve yumurta kırmayı bile bilmiyor. Ciddiyim! Bir kez yumurta kırmayı denemiş, kabuk düşmüş, annesi de “çekil de ben yapayım kuzuma” demiş. Ne iş yapıyordu bu arkadaş biliyor musunuz? Hiçbir şey! Çünkü hiçbir şey yapmamış ki hayatın başka kulvarlarında…
Bir dostum var, çok büyük kurumlarda güzel pozisyonlar almış ve bir süredir yeni bir iş bakıyor. Çünkü dünya devi bir firmaya girmesi lazım! Neden? Annesi onu kabul etmeyecek.
Google’a girdim demek zorunda, “Yemeksepeti’nde şu oldum” dese bile kurtarmaz.
Annesine kendini ispat süreci, değersizlik duygusuna boğuyor ve ağladıkça ağlıyor. Okul hayatında ise “ülke sekizincisi oldum” dese, sınıf arkadaşı Cansu yedinci ise; vay haline!
Anne de haklı! “Benim kızım daha iyisi olsun” diyor sadece!
Proje çocuk kavramı geldi aklıma.
Küçücük yaşlarda bir dünya eğitime sokulup, daha liseye bile başlamamışken kariyeri planlanmıştır.
Daha 2 yaşındaki çocuğuna matematik öğretmeni arayan da gördüm, liseye yeni başlayan kızı için Etiler’de ev alan ebeveyn de. Çünkü kızı 3 yıl sonra Boğaziçi Üniversitesi’ni kazanacak, kazanmak zorunda! Evi okuluna yakın olsun diye öyle ev almış.
Biliyor musunuz, babam beni kabul etmiyordu. Çocuk yaşlarda başlayan iş deneyimim, İngilizce ve ileri matematik becerisi, iyi bir iletişim kabiliyeti, üst düzey bilgisayar deneyimi…
Güzel firmalarda danışman olacaktım, SSK yatacaktı, düzenli bir hayatım olacaktı. Sorulduğunda “şu firmada şu kişiyim” diyebilecektim.
Ağzını açmıyor ama kelime aralarındanbu okunabiliyor. Ha illa danışmanlık da şart değil, KPSS var, cayır cayır herkes giriyor bir yerlere; benim neyim eksik!
İlla kendi işimi yapacaksam, çocukluk merakım borsa danışmanlığı, onu yapayım bari. Ben de bir finans danışmanlık şirketi kurabilirim veya bilişim çözümleri falan…
Ama “oğlunuz ne iş yapıyor” diyen komşuya “hık mık, kem küm... Psikolojik bir şeyler yapıyor, biz de bilmiyoruz” demişti.
Daha yeni yeni, 5 senenin sonunda kabullendi beni. O da tvlere çıktığımdan mıdır (ki uydu kanallarında çıktım sadece) birçok dergide makalem yayınlandığından mıdır (hiç birini okuduğunu sanmıyorum, bilmiyordur) yoksa birçok üst yöneticinin kapıda karşıladığı birisi olduğumdan mıdır (bunu da bildiğini sanmıyorum, anlatılmaz böyle bir şey) artık işimi, gücümü kabullendi baya baya (halâ tam değil). Tabi esas kabul sürecine aşağıda değineceğim.

Şimdi size iki mesaj:

Eğer böylesi bir ebeveynseniz, bir hayata müdahale ediyorsunuz ve çocuğunuzun, onun O olmasını engelliyorsunuz.

Eğer böyle yetiştirilen bir evlatsanız, durun ve kendinizin farkında olun!
Size biçilen kariyeri/kaderi yaşamak zorunda olmadığınız gibi, bilakis kendi hayatınızı kendiniz şekillendirmek zorundasınız!
Eğer benim gibi abidik gubidik (babam böyle tanımlıyordu), ifadesi zor işler yapıyor veya öyle de böyle de aileniz tarafından kabul görmüyorsanız, önce kendiniz kendinizden emin olun.
Babam ben kendimi ona ispat çabasını bırakınca beni anlamaya başlamıştı.
Yaptığınız ya da yapmayı hedeflediğiniz işi, uğraşı önce kendiniz kabul edin, özümseyin. Dirençle karşılaşıyorsanız, sizin kendinizde bir kabulsüzlük söz konusu olabilir. Külahınızı önünüze alın!
“Aman çocuğum daha iyisi olsun” düşüncesinden sıyrılmak ümidiyle.
Çocuklar her haliyle iyi!

11 Kasım 2013 Pazartesi

Randevulaşmak üzerine

İşim gereği, merakım gereği mütemadiyen çeşitli insanlarla randevulaşıyorum.
Kimi zaman benden talep ediliyor, kimi zaman ben randevu veriyorum.
Dikkatimi çeken birşey oldu; talep eden bensem ve görüşmek istediğim kişi üst rütbeli birisiyse, süreç çok hızlı akıyor, hatta ben geç cevaplamış oluyorum mailleri.
Mesela bir firmanın insan kaynakları sorumlularından birisiyle görüşmek için mail atıyorum, en erken bir haftada orta halli bir cevap alabiliyorum.
Ancak çok daha büyük bir firmanın dünya başkanına mail atıyorum, daha o saat cevap aldığım gibi hemen akabindeki haftaya randevulaşıyoruz.
Geçen hafta dünyanın en büyük teknoloji firmalarından birinin 67 ülkeden sorumlu başkanına kahve içmek istiyorum diye mail attım. 15-20 dakika içinde cevap geldi ve saat dolmadan randevulaştık.
Az önce de Türkiye'nin en büyük lojistik firmalarından birinin yönetim kurulu başkanına mail attım, buluşmak için.
4 dakika içinde asistanıyla görüştük ve haftaya görüşeceğiz.
Oysa orta düzey ve altı bir yönetici ile görüşmek isteseydim bekle babam bekle...
Rütbe büyüdükçe tevazu artınca, daha bir tatlı oluyor.
Not: burada iş yükünü de dikkate almakta fayda var tabi. Ancak görüşmek istediğim kişiler de pek boş değiller, dolayısıyla bir kahveye kimisi anında vakit ayırabiliyor kimisi 40 gün sonraya.
Buradan maillerine hızlı, benden bile hızlı dönen herkese teşekkür ediyorum.
Beni de daha özenli olmaya teşvik ediyorlar.
Umarım başkalarına da örnek olabilirler.

8 Kasım 2013 Cuma

Yarınlar Beleşle Kazanılmaz

KOSGEB girişimcilik eğitimleri ilk verildiği zamanlarda, hibelerin dağıtımı güvensizdi. Hoş, hala birçok tanıdığım insan sahte beyanlarla hibe çekebiliyor, ama o günlerde daha da güvensizdi çalışmalar.
Hibeler sayesinde işimizi kuralım, paramızı kazanalım, üretimi büyütelim gibi yaklaşımlar yerine "şuraya şunu yazarım, buradan bunu kaparım, sakalımı (harçlığımı, avantamı, haksız paramı) çıkarırım" deniyordu!

Aklımız kolaya kaçmak yerine biraz icraate çalışsa...
Geçen gün Mecidiyeköy sapağından girerken aşağıdaki sahneye tanık oldum. Bir teyzemiz almış koca bir poşet, kökünden kökünden kopardığı çiçekleri poşete dolduruyordu. O peyzaj gayet hoşken, artık kuru bir yeşillik kaldı.

Bunu konuşurken bir arkadaşım annesinden bahsetti.
Yıllar öncesinde tüm İstanbul'a laleler ekilmiş. 1996-97 falan.
Bir günde ise bu laleler talan edilmiş. Kendi annesi dahil birçok tanıdığı teyze, bahçelerden koparıp evdeki saksılarına uygun görmüşler. Dolayısıyla 10 sene kadar, bir daha lale dikilmemiş.
Evdeki saksının güzelliği için kent güzelliği talan edilmiş sözün özü.

Olayın daha başka boyuttan incelemesi...
Bir arkadaş Almanya seyahatinde görmüş, turnikesiz giriliyor metroya.
E nasıl oluyor dedim.
Herkes bilet basılan yere kendi biletini basıp geçiyormuş ama turnike yokmuş.
Güvenlik görevlileri bakıyordur dedim.
Hayır herkes, kendini kendi kontrol ediyor diye cevap aldım.
Çünkü eğer biletsiz geçerlerse metro maliyetleri ek vergi olarak yine onlara yansıtılacakmış. O sebeple biletlerine sadıklar.
Ancak göçmenlerin yoğun olduğu mahallelerde güvenlikçiler de varmış turnikeler de...

Beleşe bakıp bugünü kurtararak yarını batırmayalım. Vizyonumuzu güçlendirip bilincimizi artırmalıyız.

Boyutu Önemli!

Aktivist Dergisi'ni biliyor musunuz?
Kısa bir geçmişi var ama okunurluğu her gün artıyor.
Girişimcilik üzerine yazdım ben de.
Sizinle de paylaşmak istedim.
http://www.aktivistdergi.com/#28 Linkinde benim yazım var.
Önerim ise baştan itibaren okumanız, hatta aktivistin ilk sayısından itibaren...
İlk sayıda ben yoktum. Muhteşem insan Timur Tiryaki'nin bir yazısının linkini vereyim: http://www.aktivistdergi.com/1/#/18/ (Derginin ilk sayfası için http://www.aktivistdergi.com/1/ linkini kullanabilirsiniz)
İkinci sayıda http://www.aktivistanbul.com/edergisayi2/#64 linkinde etkili CV'ler üzerine yazmıştım. (Derginin ilk sayfası için http://www.aktivistdergi.com/2/ linkini kullanabilirsiniz)

4 Kasım 2013 Pazartesi

Olanın Olmayana Borcu Olması

Son günlerde bilgisayar başında çok vakit geçiremediğimden Ekim Ayı'nda blogum ihmal oldu.
ASHOKA 2013 Ödüllerinden bahsetmeden ekimi kapatmış olmamalıydım.
Ashoka dünyanın en büyük ağlarından birisi.
Dünya genelindeki sosyal girişimcileri kendi kriterlerine göre seçiyor ve gerektiğinde fonla, bilgi kaynağıyla destekliyorlar.
Sosyal girişim tabirine daha önce de blogumda değinmiştim. En özet haliyle; yaşadığı dünyaya fayda sağlayan,iktisadi kârdan ziyade sosyal fayda odağında kuruluşlardır.
2012'de akredite edilen üyelerden birisi de Tülin Akın'dı ve bu geceki ödül verenlerden birisi kendisi oldu. Stratejik yönetim konusunda kendisi ve ekibine koçluk yapıyorum. O gece de yaşayacağı onura ortak olmamı istedi.
Tülin'in ödül verdiği kişi Zafer Kıraç.
Hapishanelerde insancıl yaşam şartları üzerine çaba sarf eden bir güzel insan. İki üç cümle paylaşmak istiyorum onun ağzından:
"Ülkemiz 2020'de hapishane kapasitesinin iki katı olacağının müjdesini verdi! Gelişmiş demokrasilerde ise alternatif cezalandırma metotları denenir.
Dünyada çocuklar ve suç kavramları ayrıştırılmaya çalışılırken, bizdeyse ıslahevleri boşaltılıyor ve cezaevi kampüslerine yerleştiriliyorlar."

Yıllar öncesinden tanıdığım Serra Titiz ise, bir çok projesi olmasına rağmen GelecekDaha.Net projesiyle ödüllendirildi. Gençlere gönüllü e-mentorluk sistemi sunuyor. Daha önceleri çeşitli üniversitelere açıktı sadece, ama artık tüm Türkiye yararlanabilecekmiş bu hizmetten.
Ödülünü de rol modellerinden İbrahim Betil verdi. Eğitime gönlünü veren büyük üstadın TOG, TEGV, ÖRAV ve daha birçok yerde emeği var.

TEMA da ödüllendirildi ve Hayrettin Karaca sağlık sebebiyle katılamadı ama bir video röportaj izlememizi sağladı.
"Komşu açken tok yatmak günahtı bizim zamanımızda. Olanın olmayana borcu vardı... Ama umutluyum bu gençlikten, uyandı Türkiye; UYANDIK!" 

Son konuşmacı Almanya'dan Felix Oldenburg, 1990'larda başlayan araba paylaşımına değindi ve shareconomy'ye değindi (Paylaşım Ekonomisi)
Yarının ekonomisi; armağan ekonomisi olabilir, paylaşım ekonomisi olabilir... Öyle veya böyle dünün "Rabbena! Hep Bana" Ekonomisi değil!

İnsanlar, yatırımcı adaylarına bile fikirlerini paylaşmaktan çekinirken, kopyalanmasını önlemeye çalışırken; geleceğe oynayanlar ise daha iyi bir dünya için top koşturanlar açık platformlar şeklinde çalışıyorlar.
İş  modelleri işbirliğine açıktır.
Hatta iş fikirleri başkaları tarafından kopyalandığında, daha değerli oluyor.

Peki bu yaklaşım para kazandırır mı?
En basitinden Tülin Akın yıllık 2 Milyon Dolar kadar ciro yapıyor ve yeni projeleriyle bu artıyor. Daha büyükleri var, daha küçükleri var. Ama evet, bu yaklaşımlardan da para kazanılabiliyor.
Bunların global örnekleri için sosyal girişimciliği, özellikle İngilizce kaynaklarda aradığınızda yepyeni bir vizyonla karşılaşacağınızdan eminim.
Herşey daha iyi bir dünya için...