16 Aralık 2011 Cuma

Mobbingin Anatomik Histolojisi

Mobbing ya da halk diliyle istifaya zorlama, iş yerinde yıldırma, sistematik taciz hakkında bir çok kişi şikayetçidir.
Bir çok panel yapılır, bir çok kişi anılarını paylaşır...
Durum sadece zalim amirler ve mazlum çalışanlardan mı ibaret diye merak edip, eski kedim KEDİ ile deneyler yaptık.
Sonuçlarımdan bazılarını da dergimiz İndigo Dergisi'nde yayınlamıştım Ekim 2011 sayımızda.

Geçen gün yine bahsi oldu, ben de blogumdan da paylaşayım dedim yazıyı.
http://arsiv.indigodergisi.com/73/mustafa-palaz.htm

Siz de bu konudan müzdaripseniz veya düşünceleriniz varsa, paylaşmanızı dilerim.
Çözümlere yönelik yazıdan küçük tüyolar alabileceğinizi umuyorum.
Ekstra destek için iletişime geçebilirsiniz cozum@mustep.com ile.
Keyifli okumalar.

14 Aralık 2011 Çarşamba

Amerikalı Aşığımız

Merkür'ün retrosu, altın fiyatlarının dalgalanması, Arap Baharı, iphone 4S'in beklentileri karşılamaması...
Depresif hissetmek için ne kadar çok sebebimiz var, değil mi?
Oysa bu "depresif tutum" bir hâl, bir duygudur genel olarak.
Minimum 6 aylık depresif hissetmekten, ilaç gereksinimlerinden değil, günlük yaşantımızdaki pesimist yaklaşımlardan, olumsuz tutumlarımızdan bahsediyorum tabi ki.
Eğitim ve girişimcilik çalışmalarımdan ötürü, son zamanlarda koçluk yapamıyordum pek. Ancak geçen gün, tam da bu depresif haller için hoş bir koçluk deneyimim oldu.
Özetle paylaşmak ve buradan kendinize çıkarımlar yapmanızı sağlamak istedim.
Arkadaş lafa başladı, kendisini uzun bir süredir depresif hissediyormuş.
Amerika'da yaşıyor ve bir süre daha Türkiye'ye dönmeyecek. Burada bir kız arkadaşı ve hem onu hem ebeveynlerini çok özlemiş. Amerika'yı zaten hiç sevmemiş ve ne işine yaradı diye başlarda sorduğumda, sadece dilinin geliştiğini, başka da bir şey olmadığını söyledi.
Kendisini depresyonda görüyor, nasıl iyi hissedebileceğini ve an'ın keyfini çıkarabileceğini soruyor.

Aldığım eğitimler, edindiğim beceriler onu gaza getirip, iyi hissettirebilirdi, ancak sıkıntısını çözer miydi?
O sebeple istediği hap çözümü vermek yerine, koçluk yaptık.
Yaşadığı yoğun duyguları nelerdi? Neleri özlüyor, nelerden yoksun hissediyordu kendisini? Bu sorgulamalar sırasında, yoksunluktan daha yoğun bir şey vardı ama: endişe!
Koçlukta 3 silahşör olarak geçen endişe, kaygı yaratır. Kaygı da korku doğurur. Korku ise asit yağmuru gibi bulunduğu atmosferi, diğer duygu ve düşünceleri bozar.
Bu şüphe üzerinde durarak bazı sorgulamalar yaptık ve korkusunu itiraf etmesini sağladım: kız arkadaşının bu yalnızlık ve özleme dayanamayarak ayrılması.
Güzel!
Ne düşüneceğini, ne yapacağını, nereye bakacağını bilmiyordu. Ne kadar çözüm odaklı bir insan olsa dahi, neyi çözeceğini bilmiyordu. Ama artık bir potansiyel hedefimiz var!
Bu kayıp korkusu için iki yol bilirim ben. Kaybetmekten korkmak yerine bütüncül benliğimi beslemeye odaklanmak benim tercih ettiğim yol. Kaybedersem naparım diye düşünmek yerine değerli birlikteliği sağlamak, güçlendirmek ise daha koçlukta izlediğimiz yolların genel özeti.
Aynalama dediğimiz metotla ona, içinde bulunduğu ruh halini gösterdim, varyasyonlarını ve bazı olasılıklarını fark etmesinde aracı oldum.
Çözmek istediği birkaç olumsuzluğu ifade ettirdim. Düşünceler ifade bulduğunda, biraz daha netlik kazanabildiği gibi, anlamlarını da kaybedebiliyor.
Nasıl olmak istediğini, hissetmek istediğini sordum. Yine aynı şekilde, ifade edebildiğinde, zihni bir nebze de olsa, otomatik olarak bu yönde çalışmaya başlayacak.


Ve içindeki halin ona avantajlarını merak ettim. Amerika'daydı hatırlarsanız ve bu yüzden uzaktı birçok şeyden. Peki orada olmasaydı nelerden mahrum kalacağını, Amerika sayesinde neleri elde ettiğini sorgulattım. Böylece başlarda kızdığı, öfkelendiği Amerika yolculuğu ve orada yaşamının, an'larının ona kazandırdıklarını fark etmesine vesile oldum.

Zihnimiz genelde negatif meyillidir, böylece olumlu şeyleri geri plana atabilir. Onları fark edebilmek için biraz dürtmek gerekir kendimizi. Düşüncelerimizi ifadeye dökmek, biraz daha netleştirmek, daha da net ifadelere dökmek... Böylece üstlerindeki sis perdesini aralayabiliriz ve aslında görebildiğimiz, ama fark etmediğimiz ŞEYler bile gün yüzüne çıkabilir.
Neticede bu arkadaş da Amerika'da yaşam ve uzak mesafeli ilişkinin ona ve sevgilisine sağladığı gelişim fırsatlarını FARK ETMİŞ oldu.
En ufak bir gaz cümlesi çıkmadı ağzımdan. Ancak mevcut durumun hem kendisini hem de ilişkisini güçlendiren beceriler sağlaması da doğal olarak motivasyonunu artırdı.

Hayatına bir sihirli değnekle dokunan olmadı. Lambadan cin de çıkmadı. "Herşey içimde" gibi bir morfin de almadı.
Sadece bakış açısını yeniledi ve fırsatları fark etmiş oldu.

"Sorgulanmamış hayat yaşanmamış hayattır" demiş ya Socrates... Verimli sorgular sayesinde mutlu bir hayat yaşarsınız.
Kitaplardan, eğitimlerden ve çevrenizdeki koçlardan faydalanabilir, kendi sorgularınızı kurgulayarak sorgularınızı yenileyebilir, güçlendirebilirsiniz.

6 Kasım 2011 Pazar

Atilla Mayda'yı bilir misiniz?

TRT'den Atilla Mayda adını biliyor musunuz? Ben ve benden sonraki neslin pek bileceği bir isim değil kendileri. Ancak özellikle babamın kuşağı, yani yaşı 50 dolaylarında olanlar bilir. Başka bir deyişle değil çok kanallı televizyonlar, renkli tv döneminden bile önce, radyoların zamanının bir ismidir kendisi.
TRT Radyo'nun en ünlülerindenmiş kendisi, çünkü şarkılardan sonra önce solistin adı okunurmuş, sonra tüm saz heyeti ve "ve Atilla Mayda" diyerek sonda bu beyin ismi anılırmış.
Ben nereden öğrendim, eski bir TRT hocası bahsetmişti :)
Nedir buradaki öğüt? Bir ilk söylenen, bir de son söylenen akılda kalır.
O sebeple birisiyle tanıştığınızda ilk izlenim çok önemlidir. Ortamı nasıl bir atmosferde terk ettiğiniz de akılda kalışınızı etkiler.
Eğitmenlikte de üzerinde durulan önerilerdendir; buz kırıcı dediğimiz başlangıç anları önemlidir ve katılımcıların verimini etkiler. Ancak onların salondan akıllarında ne ile çıkmalarını istiyorsak, en son onu yeniden vurgularız.
Ama bazen bu "ilk ve son" kuralı hoş başlamayabiliyor. İlk raundu kaçırdık, bari son demlerde kurtaralım.

Geçen gün aklıma bir anım geldi, ilk ve sonun değişikliğiyle ilgili.
2008 yılbaşı partisi için Antalya'dan Olimpos'a gideceğiz. Bir arkadaşım da yeni ehliyet almış ve yepyeni bir araba. Ne direksiyona alışık ne o arabaya. Allah'a emanet çıktık yola.
Sonra ters bir yere girdi arkadaş ve devam edemedi. Çok bir sürüş deneyimim olmamasına rağmen teklif ettim ben geçeyim mi diye.
Açıkçası fena değildim, araba pek naifti, ama iyi götürdüm.
Sonra parti yapılacak kampa geldik ve bir sebeple kenara çekmem gerekti. Ardından tekrar devam edecektim ki, taş üstüne çıkmışım. Zaten alçak tabanlı olan arabayı kurtarmak baya zorlamıştı beni.
Kurtardık kurtarmasına da, "bir acemi" idim artık. Son dakika golü karizmayı çizdirmişti!
Geçen gün ise başka bir şey oldu. Elimde uzun bir süredir aynı kitap vardı. Tarzı hoş gelmedi, ama bir kez başladık diye okuyorum habire. Aşkın Gözyaşları Şems-i Tebrizi. Hoş yerler var, ama çok yorucu geldi. Sinan Yağmur, o aşk erbabı Şems'i güzel anlatıyor, ama öfke kokuyor cümlelerin çoğu.
Neyse ki sonuna geldim ve akmaya başladı hikaye. Sonunda ise çok sevimli olmasa da gayet duygularıma hitap eden bir bitiş oldu.
Ve ben son sayfayı "vaaay!" efektiyle çevirdiğim için de hoşuma giden kitaplardan oldu. Başka bir ifadeyle sanırım, ara ara hoş pozisyonların yakalandığı, ama kötü giden bir maç, son dakika atağıyla kazanılmış oldu.

Meşhur dizi Aşk-ı Memnu'da da çevremdeki izleyicilerden gözlediğim kadarıyla, son sahnedeki Behlül, dizi genelindeki Behlül'den farklı çizgisi sayesinde gönüllere yerleşmiş.

Hazır Behlül'ün son sahnesi, Bihter'in ölümü derken, şu kurban bayramı gününde, kesilenler ve kesilemeyenler de girince hesaba, ölümü hatırladım bolca. Bir merak geldi haliyle.
Madem ki akılda yer eden son hareket, son söz, son ışık...
Kendi noktamızı hangi duygularla koymak, koydurmak istiyoruz? (ve tabi ki bunun için ne kadar çaba sarf ettiğimizi de merak ediyorum)

4 Kasım 2011 Cuma

Bayramda Neyi Kurban Edeceksiniz?

İbrahim, İsmail'i vermiş adağı uğruna. Yaratıcı sevgisine niyetlenmiş.
Şems ise kendi başını vermiş, aşkın bedenlenmesini istemiş.

Siz peki neyi kurban edeceksiniz bu bayram? Upuzun yıllardır süregelen bu davranış, sadece bir başı ayırmaktan mı ibaret?
Birşeyler kesersiniz, kesmezsiniz... Size kalmış, ama birlikte birşey yapalım mı?

Acılarımızı, yoksunluklarımızı, hastalıklarımızı, olumsuz düşüncelerimizi kurban edelim.
Mutluluğu yaşamak için bunları feda edelim hep birlikte.

Bayramınız keyifli ve kut dolu olsun.
Selamlar,
Mustafa Emin Palaz

3 Kasım 2011 Perşembe

İyi Niyetli Gıcık Bankacı

"Ah kardeşim, gözlerin ne kadar da puslu. Bir şulesi var ki Şems'in, aydınlığının berraklığı gökyüzüne sığmaz. Ah kardeşim, sözlerin ne kadar paslı. Şems'in öyle muhabbeti var ki sanırsın cennet dile gelmiş konuşuyor."

Sultan Veled'in sözleri bunlar. Babası Mevlanâ Celaleddin Rumi ile olan yakınlığından ötürü kızan, kıskanan ve fitnelik düşünen Alâeddin'e konuşuyor. (Aşkın Gözyaşları Şems-i Tebrîzi- Sinan Yağmur- Karatay Akademi Yayınları- 260. Baskı- 205 sf)
Kızgınlık, öfke, haksızlık, anlaşılmazlık vs duyan birisinin egosu canlıdır, aktiftir.
Tamamen iyi niyetli olunsa bile, bu kişiyle konuşurken, "sen öylesin, bu (ya da ben) böyle(yim)" şeklinde yaklaşılırsa, tartışma uzayacaktır. Çünkü ortada çakışan bir ikilik var ve bu yaklaşım, bu farkı uçuruma çevirecektir.
Gayet doğal olarak Alâeddin'in cevabı "Gökyüzünüz de güneşiniz de sizin olsun" diye gelir.
Pozitif psikolojide, "sen dili, ben dili" diye bir konu vardı. Çözüme gitmek için yaklaşımlarımızı değiştirmemiz söylenir. Kullandığımız cümlede, muhatabımızı hedef olarak göstermememizi önerir.
Kişiyi konuda dışlayan, tu-kaka edilen taraf değil; içerleyen, çözüme davet eden yaklaşımlar kullanılabilir.

Bir bankaya girdik ve işlem yapacağımız sırada, yandaki masanın müşteri temsilcisi, kızgın bir beden dili olan müşterisine "Bakın beyefendi! Size tekrar izah edeceğim. Bıdı bıdı... Şu an kızgınsınız, beni dinlemiyorsunuz, anlamıyorsunuz. Bıdı bıdı..." dedi.
Derya ile (Derya Akkaya, Yaşam Koçu ve Eğitmen) birbirimize bakakaldık.
Ortadaki sorunu çözmekten, çözüm için kafa yormaktan ziyade, karşısındaki kişiye ihale etme meyilliliğiydi bu tutum. Muhatabın anlama beceriksizliği düşüncesine değinmiyorum bile.
Sorun her ne ise, gerginlik bir adım daha büyüdü. Ta ki çocuk sıkılıp, ihaleyi kabul edinceye kadar.
Stres peki? Hat safhada tabi ki. Çözüm? Hayır.
Bu gibi bir anda, soruna objektif bakabilmek, çözümün iki tarafın da çıkarına olacağı şekilde yaklaşmak, bir iletişim yeteneği değil, beceridir. Yani üzerine düşülerek kazanılabilecek bir bakıştır.
Sorumluluğu yıkmak yerine birlikte göğüslemek, çözüme birlikte adım atmak ve anlayış göstererek anlayış beklemek, benzeri sorun anlarında basit koçluk yaklaşımlarından bazıları.
Sizin de işinizde bu tip aksaklıklar oluyorsa, bir koç ile bu tekniklerden faydalanabilirsiniz.

1 Kasım 2011 Salı

Konulu Porno

Eğitim için haftasonu Bursa'daydım.
Gitmek için otobüs bekleyeceğim, ama dolanırken gözüm yerde bir kolaja takıldı. Çeşitli fotoğrafların birleştirilmesiyle oluşturulmuş bir görsel. Üzerinde yazılar da var.
Yaklaştım.
Bir VCD veya DVD kapağı. Fotoğraflar ise estetikten yoksun ablalar ve yüzü gözükmeyen bir abiye ait. Yazı ise; KONULU PORNO.
Birileri diski almış, kapağı atmış anlaşılan.
Merak ettim. Filmin konusu ne üzerineydi acaba?
Peki, konulu olsa ne, konusuz olsa ne değişecek? Acaba hangisi daha çok hoşuma gider?
Konusunu beğenmezsem ne yapacağım peki? Gidip VCD'yi amcaya, "değiştir" mi diyeceğim?
Kabullenecek miyim, yoksa beğenmeye mi zorlayacağım kendimi?
Film gibi hayatlarımız pekâlâ?
Konulu mu, konusuz mu?
Hayatımızı beğenmediğimiz anlarda ne yapıyoruz? VCD'ci amcayla kolayca iletişim kuramadığımıza göre, iade şansımız pek yok gibi.
Beğenmeye mi zorluyoruz peki, boyun mu eğiyoruz; yoksa değiştirmeye, geliştirmeye mi çabalıyoruz?
Sanırım konulu pornonun kapağı, bir yerlerden önüme uçtu ve ben bunları yazarken de başka bir yere savruldu. Zoraki filmlerde oynayan oyuncu insancıklar misali...

25 Ekim 2011 Salı

Tiksinmenin Hafifliği :)))

Duygularımın çoğunu kontrol edebiliyorum.
Özellikle de etkilere tepkime konusunda çok güçlü olmaya başladım.
Ancak geçen gün bir tartışma yaşadım ve kötü duygular patladı bende.
Öfke, terk ve tiksinme, en yoğun olanlardı, hem de anneme karşı!
Ona ağzımı açmadım. ama içimde de fırtınalar koptu.
Öfke kusmamak için hemen dikkatimi kendime çektim ve kendimi sorguladım. Hemen fark ettim ki onu değiştirmeye çalışıyorum ve o da tepkiler veriyor. Haklıydım belki beklentilerimde, ama o da haklı.
Onu değiştirme düşüncesinden sıyrılmalıyım. Peki ama o şekilde de kabul edemem onu. O halde ne yapacağım?
Yollarımızı ayırmalıyız!


Bu, iki günlük bir sevgililik değil ki ayrılmak isteyince ipler kopsun; anne-oğul ilişkisi. Nasıl olacak peki?
Elbet sağlam bir yol bulacağım ve ilk denediğim şey soyutlama oldu. Sakin davranmaya, umursamamaya başladım. Ama içimde öfke artıyor ve bilince sahip bir pasif agresyon büyüyor.
Bu sefer sevindirici bir şey oldu benim için. Çok önemli görülmeyen konular ve özellikle de küçük yanlış anlaşılmalardan ötür yıllarca küs kalan, nefret kusan insanları gözlemiş olacaktım kendimde.
Acı!
O nasıl bir acı ki mide krampları bile hafif kalıyor.
Üstelik annem, çözüm için yaklaştıkça daha da büyüyor bu acım, çünkü ben reddediyorum.
Hayır!
Acım öyle artıyor ki, bir görünmeyen el mideme girmiş ve tüm dokunabildiği şeyi büzüştürüyor, burkuyor...
Gözyaşımı, gözlerimi kasıyorum ki ağlamayayım.
Gözlerine bakarak "kötü" konuştum, "kırıcı" konuştum, umursamadığımı söyledim.
Evet, çok umursamıyordum. Ama onu değil, varlığını, değerlerini değil, duygularızı, egolarımızı beklentilerimizi umursamıyordum.
Ama yine de nasıl bir edayla konuştuğumu tahmin edersiniz.
Sonra?
Rolümü giymiştim. Artık ona karşı canlı ve aktif agresiftim. Birazdan şiddet uygulayacak değildim, ama ses tonumdaki ezicilik, bozuculuk beni bile korkutmuştu.
Neyse, oturduğumuz masadan kaçtım ve onu gözledim.
Ortama bir ağırlık çöktü. Evde ses yok, burukluk var, ölüm vardı ufak ufak.
Umursamamaya çalıştım. Ama midem nasıl acıyor!
Sonra sessizliği bir telefon konuşması bozdu. Bir randevusu vardı annemin ve "kendimi iyi hissetmiyorum" diyerek erteledi.
İçim buruldu. Ama "Dur Mustafa! Sus!"
Gömleğimi ütülemeye çalıştı, "ben yaparım" dediğimde "Rahatsız ettiysem özür dilerim" dedi.
İçimde resmen çöküntü hissettim.
Hani bilgisayar oyunları vardır ya, bir rotada yürütürsün kahramanı, attığın adımlarda, topladığın yıldızlar arttıkça puan alırsın ve çilink gibi bir ses çıkar.
Ben de her saniyede ayrı bir çilink efekti ile acı artıyordu.

Kısacık sürede kamyon çarpmışa döndüm. Ucunda gözlem olmasa, çekilecek çile değil. İnsanlar nasıl dayanıyorlar aylarca, yıllarca bu duygulara? Gurur bu kadar ağır birşey mi? Ego? Beklentiler?

"Sen X konusu, ben de Y üzerine çalışmalıyız" dedim anneme. Farkında olmadan onu değiştirmek istediğim konu ve onun buna bilinçsiz direnci üzerine, üçüncü bir yol, farklı bir açıdan çözüm ödeviydi, ikimize birden.
Durumu sorguladım.
Kendimi iyi hissediyor muyum?
Hayır!
Yaptıklarım, annemi iyi hissettiriyor mu?
Hayır!
3. bir kişi kendisini iyi hissediyor mu?
Hayır!
Bana bir kazancı var mı?
Hayır!
Anneme bir kazancı var mı bu tutumun?
Hayır!
Daha fazla uzatmadım. İstersem cevap bulabilirdim, ama egoya yönelik, olumsuz yatırımlar çıkardı ortaya.

Sarıldım ve "seni seviyorum" dedim. Rahatladım. Kısmen öfke, kısmen rol, kısmen gözlem, kısmen merak dolu bir zaman geçirdim.
Ama halâ anlayamadım, bunu arkadaşlarım, tanıdıklarım, akrabalarım, gözlediğim başka insanlar, haftalarca, aylarca, yıllarca nasıl yapabiliyorlar?
Sonra?
Şimdi merak da etmiyorum. Çünkü acıya değil, uzun soluklu mutluluklara yöneldi merakım.
Zaten akşamında bir arkadaşla tanıştım ki 5 yıllık, sevimli, mutlu bir evlilik yürütüyor. Onların dinamikleri, bana daha verimli geldi.
İlişkilerde tutumumuz, avucumuzdaki kelebek, ektiğimiz tohum gibidir. Acının mı diri kalacağı, filizlenip büyüyeceği, yoksa mutluluğun mu yayılacağı, başkalarına da ışık olacağı, bizim seçimlerimize bağlı.
Seni halâ konuştuğumuz konuda tam olarak kabul edemiyorum, ama senden beklediğim saygıyı sana gösteriyorum ve seni seviyorum anne :)

"Yaşama gülmüyorsan, espriyi anlamadın demektir"

Bir ay önce, küçük bir karar aldım ve sakin konuşmak yerine artık heyecanlı olacağım dedim.
Eğitimlerimde de sakin sakin huzur ve huşu dolu katılımcılar değil, hareket olacak demiştim.
Hatta üzerimdeki mor ışığın etkilerini de turuncuya kaydırmıştım hem logomda hem enerjimde, hareketlerimde.
Yetmedi, bir de tiyatro eğitimine başladım ufaktan.
Niçin? Hem daha çok gülmek hem de daha çok güldürebilmek için.
Çünkü kahkaha insana yaşam enerjisi aşılıyor.
Nasıl?
Çünkü yaşam çok renkli.
Benim yürümeye çalıştığım bu yolda, benden önde birinden bahsetmek istiyorum. Öyle ki ne zaman aklıma birşey gelse, zaten ya o da düşünmüş oluyor ya da yapıyor.
Eğitmenlerimden biri, akıl hocalarımdan, rol modellerimden, abim diyebileceğim biri; Timur Tiryaki.

Yaşamın Renkleri adında bir kişisel gelişim süslü kahkaha programı sunuyor.
Ben 20 Ekim akşamı karnımı tuttum gülmekten.
Ama tazeleyeceğim bu keyfi ve 27 Ekim Perşembe Günündeki gösteriye de katılacağım.
Hem mütevazi bir stand-up gösterisi hem de kişisel gelişiminize renk katmak için, Muammer Karaca Tiyatrosu (Beyoğlu) bizlere süper bir kapı açacak.

Etkinlikle ilgili detay bilgi için: http://www.timurtiryaki.com/yasamin-renkleri.html
Facebook etkinlik sayfası için: https://www.facebook.com/event.php?eid=159784044111888
Ve Timur'la yaptığım bir röportaja göz atmak için de buraya tıklayınız: www.indigodergisi.com/69/mustep.htm

20 Ekim 2011 Perşembe

Sigarayı Bırakmak Kimin Haddine? :)

Kimse tiryaki doğmuyor. Çok basit bir özetle; bir eylemi sık yaparak, bir düşünce biçimine giriyor ve beynini bir şey üzerine yönlendiriyor. Sonuçta da bir alışkanlık ediniyor. Uzun otların olduğu bir tarlada art arda yürüyünce toprakta belirgin bir patikanın oluşması misali...
O halde düşünce biçimine müdahale ile, yani zihinsel çalışmalar sayesinde bazı alışkanlıkları da bırakabiliriz.
Sigara da bir kader değil, alışkanlık sadece. O halde, böyle çalışmalar sayesinde bırakılabilir. Neticede kitaplarda yazanları, eğitimlerde bahsedilenleri göz ardı etsem bile, 3 kez bırakmaya çalışsam bile sonuncuda zihinsel yöntemler sayesinde bırakabilmiştim.
Yıllar önce okuduğum bir makaleye göre, özellikle zam dönemlerinde bırakılıyormuş bu sevimli beyaz çubuklar, çünkü baskın düşünceler değişiyormuş.
Benim de koçluk seanslarımda artış oldu :)
Ancak herşey para değil, bu yüzden bu zihinsel sürece dair birşeyler paylaşmak istedim. Okur ve sorgularsanız, mesafe elde edeceğinizden eminim.
O sebeple şimdiden ferah nefesler dilerim.


Sigarayı bırakmak istiyor muyum? Evetse, niçin?
Sigara bana neyi anlatıyor?
Hayatımdaki neyin, nelerin karşılığını sigarada arıyorum veya arıyor olabilirim?
O şeyleri başka ne gibi yollarla elde edebilirim?
Sigarayı bıraktığığmda nasıl bir Mustafa Emin Palaz olacağım?

Sadece bu soruları etkin şekilde cevaplayarak dahi daha konforlu olabilir, sigaraya bakışınızı irdeleyebilir ve DİLERSENİZ bırakabilirsiniz.
Ancak basma kalıp değil de, öykümsü bir örnek okumak isterseniz, buyurun:
Vaktiyle Yeşilaycı birisiydim, çevremde sigara içilemiyordu. Sonra bir şekilde başladım. Birkaç yaramazlıktan sonra paket almışım ve ...
Zamanla hem kendimi cezalandırma aracım olmuştu hem de en keyif aldığım şey. Ama gün içinde 3. paketimi açtığım vakit, sorgulamaya başladım; nereye kadar gidecek böyle diye.
NLP üzerine kitaplar okuduğum bir zamandı. Çalışacağım bir konu arıyorum, ama gece yarısı sigaram bitti ve yattım.
Hava soğuk, haliyle yatakta kendime sarıldım ve...
Ne kötü bir koku!
Sigara kokusu sarmış her yanımı.
Bırakmalıyım sanırım bu meredi. En sevdiğim koku, kendi kokumken tiksindim.
Pekalâ, paketim bitince bırakacağım.
Ups dedim ve dilimi ısırdım.
-Neredesin Mustafa?
-Yatakta.
-Niçin uykun olmasa bile yatıyorsun şu an?
-Sigaram bitmişti ve nikotin krizim gelmeden uyuyayım diye.
-Demek ki paketin bitmiş. Bırakmak için uygun bir zaman değil mi?
-Olmaz!
-Niçin olmazmış?
-Çünkü henüz vedalaşmadım, jübilemi yapmadım.
-Çok mu önemli vedalaşmak? Direkt bırakamıyor musun?
-...

O an fark ettim ki yol ayrımındayım: Eğer bırakma kararı alırsam belki bırakabileceğim. Ama böyle bir karar almazsam kesin olan şey, alacağım ilk paket, son paketim olmayacak.
Hemen ulaşabileceğim birisini uyandırdım gece vakti ve "ben artık sigarayı bıraktım" dedim.
Neredeyse 4 yıl oldu.
Kendime eski, güzel, kendime aşık ettirici kokumu ve o kokuya özlemimi hatırlattım ilk süreçlerimde.
Böylece havucumu, motivasyon kaynağımı, hedefimi net tuttum.
Peki, sigarayı bıraktım ve böylece sigaranın hayatımda işgal ettiği alan boşaldı. NLP ile aşırı ilgilendiğim zamanlardı ve oradan biliyordum ki bu boşluğu kendim doldurmalıydım bir şekilde. Vakum etkisi olmamalıydı.
En güzel doldurma yöntemi olarak da ödül vermeyi buldum ve sigara içmediğim her gün, bir güzel çikolata ile ödüllendirdim kendimi.
Severim çikolatayı, ama daha bir güzel geldi tadı. Çünkü ödüldü. Aferin diyordum kendime.
Ve her şey kendi kararımla yürüyordu. İrade değil! Özgüveni yerlerde birisiydim, dolayısıyla iradesizdim de aynı zamanda. Ama karar, ihtiyaçtan doğar ve kararıma sadık kaldım.
Bugün ise sigara kullamıyorum. "Bıraktım" demiyorum, kullanmııyorum.
Çünkü zihnimden de temizledim.
Zihnimden temizlenince, alışkanlıklarımdan temizlendi.
Alışkanlıklarımdan temizlenince, kokusundan arındım.
...


Bu benim öykümün kaba bir özeti. Kendinize uyarlayabilirsiniz, sorabilirsiniz, sorgulayabilirsiniz...

Bir çok ama'nız da olabilir:
Ama sizin kadar koyu bir tiryaki değilimdir,
Ama benim kadar iradeli değilsinizdir,
Ama sizin kadar çok sigara içmiyorumdur,
Ama ben NLP biliyorum, siz bilmiyorsunuz,
Ama ben Allah'ın sevgili kuluyum ve bana yardım ediyor...

Eğer amacınız bu amaları bulmak ve ispat etmekse, sigaraya sarılacaksınız demektir.
Daha mesafeli ve objektif yaklaşırsanız, çözümleri de bulabileceksiniz.
Hiç bir şey yoksa, sigaranızı keyifle içeceksiniz. Çünkü keyif verebilen bir şey bu.
Aklınıza takılan, ek detay istediğiniz her şeyi sorabilirsiniz: mustep@gmail.com

İlk fırsatta da sağlık için bırakma dürtüsünün etkisi, zerafet görüntüsünden ötürü içme dürtüsü, sesi kalınlaştırma arzusu gibi konular üzerine değineceğim.

18 Ekim 2011 Salı

Tangolandım, tangolan, tangolanalım :)

"Mola verin, beyninize iyi gelecektir"
Yaratıcılığın günümüz duayenlerinden Tony Buzan'ın bir öğüdü bu.
Bugün kulak verdim ve pazartesi sendromuna girmeden, hafif bir haftaya giriş yaptım.

Akşama ise tangoladım kendimi.

Bir açılış partisinde 15 dakikada çaça öğreten arkadaşım, "hayatına ritm kat" diye önermişti bana. Evde zaman bulup tek başıma pratikler yapıyordum ben de. Çünkü eski eğitmenimin mekanını kapatmasından beri, miskindim dans konusunda.
Ama bir davet geldi ve yeniden başladım sanırım tangoya!

Kafa ne kadar sakin, dans o kadar güzel.
Omuzlar ne kadar geniş açılmış, o kadar zarif görüntü.
Partnerle iletişim ne kadar kuvvetli, o kadar uyumlu adımlar.
Ne kadar yüzüm gülümsüyorsa, o kadar ardışık hareket.
Sosyalleşmek isteyen arkadaşlar için de çok güzel bir yol,
İletişimini güçlendirmek isteyen sevgililer için de :)


Pazartesi akşamları Taksim'de benimle derse katılmak isteyenler, iletişime geçsinler: mustep@gmail.com
Başka bir salonda da annem başlamış tangoya. Belki milongalarda karşılaşırız (milonga, tango buluşması amaçlayan dans gecesi diye özetlenebilir sanırım)
Sanırım Cadde Dergisi'nin yazın çıkan bir sayısında tangoyla stres yönetimi üzerine bir yazı yazmıştım. Aferin bana :)
Dans eğitmeni bir arkadaşımın sözü ile bitireyim:
Dansta kalın.

10 Ekim 2011 Pazartesi

Eğitim İçin Gönül Gerek

Geçenlerde bahsettiğim kötü bir eğitmenlik deneyiminden sonra (tıklayabilirsiniz), çok güzel sunumlarla karşılaştım ve zihnimin pası silindi.
Düşler Akademisi projelerinden zaman zaman bahsediyorum. 2011-2012 sezonu için gönüllü olacak arkadaşlar ve gönüllü eğitmenlerin buluştuğu, tanışma ve gönüllülük eğitim programı vardı.
Eğitmenimiz, Psikolog Betül Bozkurt, akademinin de kişisel gelişim atölyesini icra ediyor.
Samimi birisi zaten, eğitim sırasında gözleri parlıyor, sesi gürlüyor, sizi sarıyor enerjisiyle.
Sosyal bir sorumluluk taşıdığının farkında ve haklı gururunu taşıyor. Ayrıca gözlerinde de teşekkür ettiğini okuyabiliyorsunuz; sizin de sosyal duygular içinde olmanızdan ötürü teşekkür ediyor resmen, çünkü sizin de farkında.
Sıcak, samimi teknikler, katılımcıları konuşturma becerisi, uzman ve kaliteli bir eğitmen olduğunun göstergelerinden birkaçı.
Ama başkaları da vardı orada sunum yapan, kimisi uzun, kimisi kısa. Ve diğer arkadaşlar da başarılıydı. Gayet samimi, rahat, esprili... Bildiğim kadarıyla da eğitmen değillerdi, en azından bazıları.
Hem sunum becerileri açısından profesyonel deneyimi olmayıp hem de başarılı sonuçlar almak düşündürttü.
Ben bunu sorgularken cevap belirdi; ortak olan şey, hem Betül'ün hem diğer arkadaşların gözlerindeki ışıltı, bu işi gönülden yaptıklarını gösteriyordu.
Eğitmen arkadaşlar, ister gönüllülük eğitiminde eğitmen olun, ister kurumlarda intranet yoluyla veri aktarımında güvenlik çözümleri eğitmeni olun... Gönlünüzü verin önce.
Eğitmenlerin heyecanı salonu kaplayınca hedefe daha verimli ulaşılıyor.
Teşekkürler Betül
Not: www.duslerakademisi.org üzerinden ulaşabileceğiniz Düşler Akademisi projelerine, bu sene daha çok yer vereceğim. Benim de gönüllüsü olduğum atölyelere katılmak için akademiyle iletişime geçmeniz yeterli.

9 Ekim 2011 Pazar

Çamaşır Makinamın Su Tahliyesi, Proje Yönetiminde Öğüt Veriyor

Yeni birşeyler yapmayı planlıyorsak, iyi lsun isteriz, değil mi? Bunda kötü birşey yok nasıl olsa.
Yapacağımız şeyin iyi olması için de hazırlıklara girişiriz. Mesela bir bilgisayar programı yazacaksak, güvenli olsun, bir sözleşme yazacaksak, herşeyi tam olsun, aleyhimize bir şeyi olmasın isteriz.
Birisiyle birlikte olacaksak bizi aldatmasın,
Bir ortağımız olacaksa kazık atmasın,
Bir konuşma yapacaksak heyecanlanmayalım,
Bir araba süreceksek kaza yapmayalım,
Bisiklete bineceksek düşmeyelim,
Uçağa bineceksek tirbüle olmayalım...
Kalem kullanacaksak tükenmesin mürekkebi,
Laptopumuzun bitmesin pili...


Laptop demişken aklıma geldi. Benimkinin fanı öyle bir ötüyor ki düşman başına. Hele ki temmuz güneşi gibi ısınması yok mu...
Geçen gün garip sesler de gelmeye başladı. Açtım vidaları, söktüm fanını, nedir bunun derdi diye.
Sanki tüm evin tozu, toprağı yuva yapmış hava çıkışına, kapatmış orayı. Eh, meret de içinde dolaşan havayı dışarı atamıyor haliyle.
Temizledim, şimdi sessiz ve yüksek performanslı.


Temizlik demişken de çamaşır makinam geldi aklıma. Geçenlerde tekledi, suyunu boşaltmadı.
Açtım baktım sağına soluna, herşey sağlam. Sonra önde birşey fark ettim, o neymiş diye söktüm bakıyorum, filtreye benziyordu. Peçete doluşmuş galiba, etrafı kaplanmış ve anladığım kadarıyla su yolunu tıkamış.
Temizledim ve akmaya başladı herşey.
Makinamın evlere şenlik gürültüsü de kesildi böylece.


O filtremsi şey, makinamın daha iyi çalışması için mekanik olmayan, basit bir parça idi. Ama kontrol etmeyişim, ekstra konfor beklerken, işlevsizliğe sebep olmuştu.
Peki, bilgisayarımdaki hava çıkışını engelleyen pamuk öbeği nerede toplanmıştı?
Bilgisayarın içine dışarıdan bir cismin girmesini engellemek için dizayn edilmiş güvenlik duvarındaydı!
İki günde iki benzer şeyle karşılaşınca düşündürttü bu deneyim. Acaba hayatımda da böyle duvarlar var mı?
Hava çıkışı, içeride dolaşan havanın akmasını, su çıkışı makinanın işlevini yerine getirmesi için olmazsa olmazları... Bizim de taşıdığımız, varlığımızı borçlu olduğumuz enerjinin tahliye olması, akması gerekmez mi?
Bunu sorguladığım gün, Aşkın Gözyaşları kitabının (Yazar Sinan Yağmur) ilk cümlelerinden biri ilişti zihnime: Şems'in ağzından "Mevlanâ'nın temkinlerini kırmaya geldim."
Ben ne zerinde temkin ediyorum peki?
Evet!
Bazı çalışmalarımda hazırlık sürecinde kalabiliyor ve içkörlükten ötürü harekete geçmeyi ihmal edebiliyorum.


O gün koçluk karışımlı sohbet ettiğim bir dostum, ertesi gün teşekkür maili yollamış; mükemmelliyetçiliğinden koçluk sayesinde biraz olsun sıyrılmış ve daha o gün süper gelişmeler yaşamış, proje teklifleri almış.
Hava çıkışımızdaki pamukçuklardan, su tahliyesindeki kirden ve temkinlerimizden arınmamız dileğiiyle,
Selamlar,
Yaşam Koçu Mustafa Emin Palaz

6 Ekim 2011 Perşembe

Girişimcilik Mantığında İnovasyon Yaklaşımları

Geçen gün Thedea Danışmanlık ve Angel Wings Ventures Direktörü Ozan Sönmez ile birlikteydim.
Birçok kişinin mesai saatinde, klimalı, kapalı odalarda boğuştuğu bir vakitte, Beşiktaş sahilde, denize bakarak çay ve sohbet, ayrı bir keyifti.
Yeni birkaç çalışmadan bahsettim. Ozan ise global örneklerinden bahsetti, böylece elimdeki bazı projelerin yurtdışı örneklerinden güç alabileceğiz.
Ozan ile Genç Başarı Eğitim Vakfı'nın, lise öğrencileri için uyguladığı Şirket Programı'nda tanışmıştım. Farklı bir projenin, farklı bir eğitmeniydi. Tanıdığım en ilginç insanlardan biri oldu.
Girişimcilikte inovasyon üzerine kafamızda bazı şeyler canlandı ve yakında bunları da paylaşacağım umarım. Ancak inovasyona yönelik kurulan girişimlerden bahsetmiyorum, girişimci yapısı, yatırım yapısı, girişim modellemesi ve girişimcilik mantığında inovasyondan bahsediyorum. Katma değer değil, ekstra katma değerden.
Tipik bir NasılDahaİyiYaparım.com sorgusu yani. En kısa zamanda paylaşacağım.

Daha önce bilmediğim birşeyden bahsetti Ozan; impact investment (etki yatırımı)!
Yatırımların kemikleşmiş, klasik yapılarının kırılmaya başladığını artık biliyoruz.
Kurumların sürdürülebilirliği için stratejik bazı adımlar atılabiliyor, bağış niteliğinde fonlar dağıtılabiliyor...
Bunu sistematik yapmak için Kurumsal Sosyal Sorumluluk Departmanları çalışıyorlar (Yakında kurumlardaki sosyal sorumluluk mantığı ve etkileriyle ilgili İndigo Dergisi'nde bir yazım yayınlanacak, buradan da paylaşabileceğim)
Bu sistemin de yetmediği, cevap veremediği sosyal ihtiyaçlar için oluşturulan iktisadi yapıların da sosyal girişimciliği doğurduğuna zaman zaman değinmiştim eski yazılarımda.
Ama ne o ne bu ne şu olup, hem o hem bu hem şuna hitap eden girişim mantıkları da var, en azından yakın zamanda doğacağı öngörülüyor.
Eğer Ozan'ı doğru anlayabilmişsem, şöyle bir örnekle izah edeyim;
"Aklımda bir proje var, internet kafe açıp işleteceğim. İşleyiş modeli olarak ucuz iş gücü gördüğüm genç ev kadınlarından yararlanmayı düşünüyorum. Bunu lokasyon olarak X Mahallesi'nde gerçekleştirmek istiyorum. Çünkü öğrendim ki A İlinin B İlçesi'nin X Mahallesi'nde kadın intihar oranları çok yüksek. Bunun temel sebeplerinden başlıcaları da maddi kıtlık ve üretim kısırlığı.
Amacım orayı ihya etmek değil, ama faydalarımdan biri de bu olacak.
Eğer X'teki kadın intihar oranlarını düşürmeye yönelik bir adım atsaydım, bunun için bir gönüllülük yaratsaydım, bireysel bazda gönüllü aktivist veya kurumsal sosyal sorumlu olurdum.
Bunu bir iktisadi yapı ile sağlamak ve sürdürülebilirliğini kurmak isteseydim, sosyal girişimci olurdum.
Ancak iktisadi kaygılardan uzak durmuyorum. Kârlılık sağlarken de sosyal etki yaratacak bir pozitif dışsallık yayıyorum. Bu durumda impact investment fonlarına talip olabiliyorum.
Yakında altyapısını iyice şekillendirecek ve bir büten paylaşacak Ozan. Ben de derhal sizlerle paylaşacağım.
Meraklarınızı, yorum ve önerilerinizi mustep@gmail.com üzerinden gönderebilirsiniz.

4 Ekim 2011 Salı

Nasıl Bir Eğitmen Olunmamalı...

Forumlar, fuarlar, seminerler ve eğitimler... Sıklıkla gözlemlerimi paylaşıyorum ve hepsi de olumlu bakış açılarına sahipti.
Ancak geçen gün katıldığım seminerle ilgili olumlu gözlem edinmek için baya uğraştım ve sonunda buldum: Nasıl bir eğitmen olmamam gerektiğine yönelik uygulamalı öğüt almış oldum.
Teşhir ve rencide olmaması için, affınıza sığınarak birçok detayı kapatacağım.
Eğitim gurusu değilim, hatta yolun başındayım. Daha epi topu 2-2,5 sene olmuştur profesyonel eğitmenliğe başlayalı.

Ama birçok eğitmen arkadaşıma gözlemci eğitmen olarak yardımcı oluyorsam, sanırım katma değeri olan bir eğitim gözlem becerim var. Neticede profesyonel bir katılımcıyım.
Kaç eğitime katıldığımı sayamadım. Zaten birçok arkadaşımın eğitmenlik hayalinde, onlara mentorluk yapıyorum.
Eğitim çeşitliliğim ve uyguladığım metotların sıradışı olduğunu birçok kişi de gözlüyor. Çünkü genelde aldığım geri bildirim, hep sürpriz ve tatmin oluyor. Öncelikle genç bir eğitmenle karşılaşmak, ardına da yaşımdan beklenmeyen bilgi ve birikim...
Pardon ya. Ben değildim konu, dinlediğim bu eğitmendi!
Eğitmen arkadaş da seminer sırasında kendine daldı :) Bizler konuyla ilgilenirken, alakasız hayat tecrübelerine girdi, oradan iş deneyimlerine derken kolay kolay da çıkamadı o girdaplardan.
Eğitmenin ballandıra ballandıra anlattığı otobiyografisini dinlemeye değil,
Katılımcı eğitmeni dinlemeye geldi, kendi bildiklerini, eğitmenin anlattıkları ve mümkünse fark ettirdikleriyle harmanlayarak yepyeni bilgilere ulaşmaya ve kendini, işini geliştirmeye...

Bilim, mutlaklığı muğlak, yanlışlanabilir bilgiler yığınıyken ve rasyonalist, ölçümlenebilir şeyler üzerinde yürürken, her gün eski bir bilimsel veri çürütülmüyor mu? En küçük tanecik hardal zerresidir derken, atomla tanıştı insanlık. Sonrasında onun da bölündüğünü gördük. Şimdi o parçacıkların da altında parçacıklar bulunuyor ve hatta o atomaltı parçacıkların altında da parçacıkları tespit çalışmaları yürümüyor mu?
Hal böyleyken soyut ve tamamen göreceli mevzularda bilgi nasıl sabit kalsın ki?
Bildiğim herhangi bir şey için, katılımcının başka bir düşüncesi varsa ve bilgi de bu denli değişkense, eğitimimde neden kör bir şekilde kendi bilgimi savunmaya çalışayım?
KAba bir özetle, seminer sırasında itibar yönetimine geldi konu.
Kendi gözlemleriyle Toyota'nın yaşadığı ürün çekme krizi ve günümüzdeki reklam politikasının hatalı olmasından ötürü, fırsat bulsa Toyota Türkiye yöneticilerine konuşmak istediğini, büyük kurumlardaki reklamcı geçmişinden ötürü bu işi bildiğini ve Toyota'nın reklamlarında prestij kaybettirici, itibar zedeleten reklamlar kullandığını anlattı.
Toyota'nın cirosunda kısa bir düşüşün yaşanması ve ardına güçlenmesi üzerine izlediği politikalardan, bazı eğitmenlerin kriz yönetimi derslerinde bunu örnek olarak paylaştığından vs bahsettim.
Bir savda bulunmuş ve aksi yönde başka bir savla karşılaşmış, ancak ağzından çıkan ilk cümle, "nereden okudun?" Gayet şüpheci ve "bence yanılıyorsun ama..." edasında bir soru öğretti ki; "bilgin yanlış/eksik/hatalı olabilir Mustafa, katılımcılardan daha taze bilgi edinmeye çalış"

Çeşitli makaleler ve sempozyumlarda bahsedilmişti, kriz ve risk yönetimi konusunda özel çalıştığım için zaten merak ettiğim bir konuydu. Ancak tamamen uydurmuş da olabilirdim bu savımı. Kişisel gözlem ve değerlendirmeye dayalı bir olayı, neden daha da muğlaklığa taşıdı? "Egona dikkat et Mustafa" dedim.
O sırada bir katılımcı, "Toyotamı, o kriz döneminde aldım" dedi. Kurumun güvenilir üretim yapısında, hatalı ürünler ve üretim dağıtım bölgesi tespit edilmiş, katılımcı arkadaşın alacağı araba risksizmiş, çünkü o bölgede değilmiş. Arkadaş da bu güvenilir kontrol sisteminden memnun kalmış...
Talihsiz bir andı meslektaşım için. Çünkü egosu, konuyu kotarması yerine "farklı bir müşteri yapınız var" şeklinde daha da garip bir yere götürdü mevzuyu.

Bunun ardına, birçok klişe eğitmen hatası daha vardı; sıklıkla "di mi ama!", "anlatabiliyor muyum" cümlecikleri, "ben hangi kurumlarda çalıştım da buralara geldim" edası, projeksiyonun önünde konuşarak görüntüyü tamamen engellemesi (hatta iletişim bilgilerinin gösterildiğini göremediğim, TAHMİN ETTİĞİM sırada zaten projeksiyonun önünden hiç ayrılmadı)...

Belki destekleyebilirdim eğitim sırasında, ama daha seminerinin ilk başlarında bir katılımcıyla girdiği "benim bildiğim/gözlediğim şey daha doğru" demagojisi soğutmuştu beni.
Ne demiş şair?
Mağrur olma eğitmenim, senden deneyimli katılımcı vardır.

28 Eylül 2011 Çarşamba

Hoca Bana Taktı!!!

Geçen gün enteresan bir grupla beraberdim. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Gönüllü Programı Ajansı'ndan arkdaşlarımlaydım. Küçük bir grup tiyatro kulübü oluşturmuştu.
Çeşitli konular, tiyatrocu dedikoduları, ufaktan siyaset ve iş dünyası, sistem vs hakkında konuştuk. Zaten severdim hep tiyatrocu bakışını, ayrı bir lezzeti oldu yine.
Konu bir ara insanlarda önyargılara geldi.
Einstein'in meşhur sözünü hatırlayalım; "önyargıları yıkmak, atomu parçalamaktan daha zor"
Bir şampuan reklamıysa, önyargıların oluştuğu ilk 3 saniyenin önemine dikkat çekiyordu geçen aylarda.
Pekalâ, iş ve sosyal hayatta sıkça karşılaştığımız ve genellikle "belâ" olarak, olumsuz hissettiğimiz bu önyargılarla yaşamak zorunda mıyız diye merak etmeye başladım.
Çünkü buna benzer bir soruyu sorarken, arkadaşımın yüzünde çaresizlik vardı, amirlerinin ona karşı sahip olduğu asılsız önyargılara mahkûmmuş gibi bir izlenimi vardı.

Önyargıların da her yargının olduğu gibi bir atmosferi ve metabolizması var. Yani nasıl bir ortamda doğdu, nasıl besleniyor? Bir altyapısı mutlaka var bu önyargıların, ancak nasıl? Ve tüm bunlar nasıl aşılabilir? En azından etkileri nasıl indirgenebilir?

İlk aklıma gelen, acaba karşımızdaki kişinin önyargılı oluşuna ve buna göre hareket ettiğine, olaylara dar bir pencereden, taraflı baktığına dair ön bir yargımız var mıdır şeklindeydi. O an sohbetimize konuk olan tiyatro hocamız da dile getirince bunu, mantıklı geldi.
Ayrıldık ve metroya bindim, ama aklımda bu soru vardı, nası aşılabilir bu sorun diye.

İşte aklımdan geçen bazı şeyler;

O konu cidden bir önyargı mı yoksa besleyebileceğim tavırlar sergiliyor muyum? Elimi vicdanıma koyarak buna ne cevap veriyorum?
Karşımdaki kişinin önyargıları beni, işimi yapmamı, hedefime ulaşmamı ne derece kısıtlıyor ve ne gibi yollardan çıkış yakalayabilirim?
Biraz daha derinleştirelim.
Onun önyargıları bende ne hissettiriyor?
Bu hisleri başka hangi alanlarda yaşıyorum?
Bu duyguyu aşmış olsaydım, nasıl olurdu, hayatımda neler değişmiş olurdu?


Bu şekilde bazı sorgular kurguladım önyargı konusunu kafamda irdelerken.
Henüz daha sıra sikrıta gelmemişti, ben istediğim için öyle düşündüğü gibi bakışlara gelmedim. Ancak öyle ya da böyle, bu yargıları kişinin kendisinin beslediğini fark ettim.
Ayrıca duygu doğurmuş olmalı ve korku terapilerinde yaptığımız gibi, burada da o duygunun benzer atmosferlerinin olabileceği çıktı ortaya.
Okulda derdik ya hep; "hoca bana taktı"
Gerçekten takıyor mu? Takmışsa bu durumu ben nasıl değerlendiriyorum?
Bende neler tetikleniyor?
Duygu ve bilinç yönetimi sayesinde acaba bundan sıyrılabilir miyim?
En kısa zamanda detaylı bir çalışma yapacağım bu konuda.

24 Eylül 2011 Cumartesi

Eğitim Ekimi

Yaz bitti, ama koşturmacalardan ötürü partnerim ve yaşam koçluğu eğitmenlerimden Derya Akkaya ile ancak geçen gün buluşabildik.
Ekim itibariyle neler yapacağımıza baktık ve zihinsel sorgulamalarımızın Eğitim Ekimi gerçekleştireceğini gördük.

Yine sıklıkla Aralık Derneği bünyesinde olacak Derya.
Buraya tıklayarak, gönüllü araştırmalar yürüten ve eğitimler veren derneğin, genel programına göz atabilirsiniz.
Derya ile birlikte paylaştığımız Vaka-i Aşk seminerlerimiz ise 5 Ekim itibariyle başlıyor ve 8 hafta boyunca her çarşamba 11:00-13:00 arasında olacak.
Vaka-i Aşk ile ilgili buraya tıklayarak, daha önceden yaptığım bir blog paylaşımına bakabilirsiniz ya da buraya tıklayarak Aralık Derneği'nin paylaşımına bakabilirsiniz.
Kısa bir özet; ilişkilerde erozyona uğrayan benliğimizin keşfinden, daha mutlu çiftler olma hallerine kadar, aşk için öğütler veren değil, kişisel keşiflerimizi birlikte yaptığımız bir seminerler dizisidir Vaka-i Aşk.


Ayrıca Derya'nın Ekim Ayı'nda başka iki güzel programı daha var:
Yaşam Koçluğu Eğitimi ve İlişkiler Seminerleri.
Yaşam koçluğu temel düzeydeki bu seminerler ile merak edilen koçluk bilimi ve sanatına, çeşitli bakış açılarının yardımıyla tanışmanızı sağlıyor Derya. Bu seminerin ardından daha ileri basamaklarda da seminerleriyle devam ediyor, İleri Düzey Yaşam Koçluğu, Koçluk Workshopları...
http://www.aralik.net/seminer_detay.aspx?c_id=51 linkinde kısa bir paylaşım okuyabilirsiniz.

İlişkiler isimli seminerinde ise Derya, insanı insan yapan sosyal varlık halini sorgulamaya davet ediyor sizi. Ben de henüz katılmadığım için heyecanlıyım. Bununla ilgili de bu linkten yararlanabilirsiniz: http://www.aralik.net/seminer_detay.aspx?c_id=53

Pekalâ, Ekim'de zihinleri haritalamaya ne dersiniz?
Zihin haritalama denince akla gelen ilk görüntü, zihinde dolanan şeylerin resmini çizmekmiş gibi duyuyorum. Aslında çok da farklı olmayan bu teknik, dahilerin not tutma yöntemi olarak ünlendi. Ben de kişisel ve kurumsal gelişime uyarladım, ilgilendiğim bazı psikolojik ihtiyaçlara göre geliştirdim. Proje yönetiminden kitap yazmaya, hayat amacını belirlemekten, hayalini güçlendirmeye ve yürümeye, kendi kendine koçluk yapabilme becerisi edinmeye kadar genişlettim faydalarını.
15 ve 22 Ekim tarihlerinde İstanbul'da Fors Plus Yönetim Danışmanlık bünyesinde,
29-30 Ekim tarihlerinde ise Bursa'da paylaşacağım eğitimimi.
Bu konuda internette arama yapabileceğiniz gibi bazı linkler de paylaşmak istiyorum:
http://mustep.blogspot.com/2011/06/zihin-haritalama-yontemi.html
http://mustep.blogspot.com/2011/07/zihin-haritalama-egitiminde-ne-yapyoruz.html

ve web sitemiz üzerinden ise; http://mustep.com/zihinharitasi.html

Eğitimler hakkında sormak istediğiniz her türlü şey için Facebook Grubumuz veya web sitemiz üzerinden iletişime geçmeye ne dersiniz?

Ne vaat ediyorsun?


Geçen gün Gelişim Platformu Derneği'nin bir seminerindeydim.
Dernek faaliyetlerinden bildiğim İsmail Haznedar, Girişim Stratejisi ve İş Modeli başlığında seminer verdi, çeşitli kurumların öykülerini paylaştı.
Bir iş fikri edinmekten, iş fikrini hayata geçirmeye veya mevcut işimizi geliştirmeye yönelik düşündürücü şeylerdi paylaştıkları.
Bazı sorular kaldı aklımda, basit ama etkili.
İş fikriniz için, işinizi geliştirmek için kullanabilirsiniz. Öyle ki sadece girişimci olmanız gerekmiyor faydalanmak için, bir profesyonel olarak da çalıştığınız kurumda başvurabilirsiniz kariyerinizi geliştirmek için.
Soruları paylaşmadan önce bir not; bunların bazıları İsmail Bey'in ağzından çıktığı gibi, bazıları da benim anladığım şekliyle yazıldı:))) Girişimci Koçluğu yaptığım arkadaşlara zaten tanıdık gelecektir birçok soru.


İş modelim nasıl?
Müşteri kitlem kim ve beklentileri neler? Onları tanıyor muyum? Onları gözlemlemiş muyum?
Müşterime hangi değerleri sunuyorum? Hayatına nasıl bir çözüm sağlıyorum?
Müşterimle fiziksel bağlarımı nasıl sağlıyorum, kimler sayesinde ona ulaşabiliyorum?
Duygusal bağımız nasıl? Nasıl daha güçlü yapabilirim?
Müşterim, bedelini nasıl ödeyebilir ve ben bu gelir döngümü nasıl oturtabilirim?
Sadece bende olan ne var? Kritik kaynak dersek buna, hangi kritik kaynaklara sahibim?
Maliyet yapım, bilançom, bütçem nasıl işliyor? İyileştirme yapabilir miyim? (Bu konudaki iyileştirmelerin, şirkete katmerli şekilde güçlenerek geri dönüşünü, dün katıldığım SAP FORUM 2011'den çok güzel bazı deneyimleri yakında paylaşacağım blogumda)
İş akışım içinde, hiç uğraşmamam gereken, başkasından sağlayabileceğim konular neler? (Bildiğim kadarıyla General Motors, revizyona girdiğinde, CEO'nun ilk yaptığı şeydi, sektöründe 1. veya 2. olmadığı her türlü üretime son vermek, bu sayede de üretimde etkinliğini artırmayı başarmıştı. Ben de bundan feyz alıp hizmet kalemlerimden web sitesi yapmayı kaldırmıştım:))) )
Müşterime, ekonomime, sektörüme, geleceğime vaatlerim neler?
Neredeyim, nereye varmak istiyorum, oraya nasıl varabilirim? (Zaten strateji kavramının çok güzel bir özetini yaptı İsmail Bey bu sayede.)
Strateji demişken, stratejik ortaklarım kimler? İş birlikçi rekabet kavramını sokmaya çalıştığım zihinlerde, umarım faydası olacak bir sorudur bu.

Ayrıca çok az kişinin bildiğini fark ettim, paylaşayım istedim. Google'da business model diye aratarak, işinize yarayacak çok hoş iş model kurguları bulabilirsiniz. Bunu İsmail Bey paylaştığında, salondaki insanlar yeni birşey olarak düşününce, faydası olur diye yazayım istedim.
"Sistem, kendi başına yürüyebilen, insana bağımlı olmayan yapılar bütünüdür" diye SAP FORUM 2011'den de küçük bir alıntı yapayım iş modellemesi demişken.

Gayet hoş bir seminerdi, o sebeple Gelişim Platformu'na teşekkürler.
Seminer hakkında az önce bir mail geldi; buraya tıklayarak Gelişim Platformu'nun değerlendirmesini okuyabilir ve hatta seminer videosunu izleyebilirsiniz.
Teknosa sevenler, 2. videonun 5-6. dakikalarını izlemesinler, kendini bilmezin biri konuşmuş :)))

Gelişim Platformu'nun yeni etkinliklerinde görüşmek üzere,
Stratejide kalın.

6 Eylül 2011 Salı

Ve İskender Yemeye Gidiyorum :)))

Ve bu kez Bursa için valizlerimi hazırlanıyorum.
Uzun süredir Bursa’ya gelmek istiyordum, ancak içimde bir inat, sadece iş adamlarıyla ilgili bir etkinlik ya da bir eğitim için gideceğim diyordum.
Her etkinlik öncesi de birer aksilik çıkmıştı ve gidememiştim.
Ancak sonunda Şeytan’ın bacağını kırdık sanırım.
9 Eylül Cuma günü, bir büyüğümün önderliğinde 20-25 işadamıyla yeni ticaret yasası değişikliklerinin etkileri, bilgi ve deneyimlerin etkinlik kazanması, 2012’de mikro ve küçük işletmelerin gereksinimleri gibi konular ile yenilikçilik, yaratıcılık, gelişim çalışmalarının etkinliği üzerine bir panel yapılacak.
Ben de Gergedan mısınız, su samuru mu?isimli bir oturum sunacağım.
Yakında da Observative Neuro Managing isimli bir çalışmamı paylaşacağım bir grup işadamıyla.
Bu sezon, sosyal gayeli dernekler başta olmak üzere STK ve kurum kulüpleriyle ilgili düşünceme buraya tıklayarak göz atmak ister misiniz?

Hediyeli Soru

Hediyeli bir soru sormak istiyorum.
Bir kişisel gelişim eğitmeni olsaydınız veya halihazırda öyleyseniz, eğitim için özen göstereceğiniz 3 kalem nedir?
Yenilik, uygulanabilirlik ve verimlilik benim cevaplarım.
Merakıma göstereceğiniz ilgiden ötürü 24 Eylül'de vereceğim Zihin Haritalama Eğitimim için 50 Liralık bir indirim hediye etmek istiyorum.
Eğitim için Facebook eventine bakmak isterseniz tıklayın.

“Uzatmaya gerek yok”

Yaratıcılık, kişisel gelişim (özellikle koçluk), zihin haritalama tekniği ve genel olarak zihin alt başlıkları, psikoloji, eğitmenlik, yeni nesil pazarlama mantıkları (misal nöropazarlama,
influence marketing, WOM, işbirlikçi rekabet, alternatif ekonomi modellemeleri… ) ve girişimcilik (psikolojisi, modelleri, iş akışı, …) konularından en az biriyle ilgileniyorsanız, cozum@mustep.com adresine
kendinizi 13 kelimeyle ifade etmenizi rica ediyorum.
“Mustafa, Emin, Palaz, nohut, zihne dair herşey, yaratıcılık, hizmet inovasyonları, girişimcilik, fayda, teşekkürler”

Bu 13 kelimeye adınızı yazmanız şart olmadığı gibi, hiçbir kısıt da yok, engelli, yaş, cinsiyet, öğrencilik, askerlik, deneyim…

İşin tanımı ise; Az önce saydığım işlerle meşgulüm, ancak daha da yoğun projelere girişiyorum ve yepyeni bir çalışma modellemesi kurmaya çalışıyorum. Bu konuda destek olabilecek ve kendine fırsat yaratabilecek arkadaşlara ihtiyaç duyuyorum.

5 Eylül 2011 Pazartesi

Yeni Sezon, Yeni Enerjiler, Yeni Projeler, Yeni Çözümler... :)

Yeni hizmet sezonumuz umarım öncekilerden çok daha verimli geçecektir.
Daha fazla fayda sunmak,
Daha iyi değer yaratmak,
Daha çok çözüm üretebilmek,
Daha esnek olmak,
Daha çok ilham alışverişi yaşamak…
Hem küresel hem ulusal hem de yerel bazda politik, ekonomik ve hatta kozmik değişimler tamamlanıyor duyduğum kadarıyla. Yepyeni enerjiler, yepyeni projeler, yepyeni işbirlikleri doğuyor.
Geçen sene bu zamanlarda Girişimci Koçluğu’nu lanse etmiştim hatırlarsanız.
Herhangi bir işfikrinin girişime dönüşmesi, girişimlerin de psikolojik altyapılarının oluşturulması sayesinde sürdürülebilir hedefler üzerinde yürümesi diyerek hatırlatma yapayım bu hizmetin amacını.

Bu sezon ise hedefte yatırımcılar ve yatırımcı adaylarına da fayda sağlamayı planlıyorum. Hazırlıklarım tamamlandı gibi. O sebeple dilediğiniz an m@mustep.com üzerinden dilerseniz girişimciler için koçluk dilerseniz bu yeni yatırımcılar ve yatırımcı adayları için koçluk hizmetiyle ilgili görüşebiliriz. Veya biraz daha bekleyin ve planlarda bir değişiklik olmazsa, çok yakında gerçekleşecek ulusal lansman sonrası başvuruda bulunun :)
İş birliklerimi ve ağımı genişlettim. Böylece sadece benim değil, birçok kişi ve kurumun yarattığı faydanın büyümesini, gelişmesini ve yayılmasını hedefliyorum. Yıllar önce bahsettiğimde gülünen işbirlikçi rekabet üzerine daha emin adımlar atıyorum.
Eğer siz de enerjinizi katmak isterseniz iletişime geçelim mi? Bunun için ne gerekiyor? Maddi tatminler içinde olabilirsiniz, manevi beklentiler taşıyabilirsiniz, enerjiye dahil olmak veya enerjinize dahil etmek için aynı mail adresine buyurun.

Fikir vermesi açısından ekosistemimizde bulunanlar ve bulunmasını istediğimiz genel çıta:
Girişimcilik fikri olan bireyler ve ekipler,
Sıkıntı yaşayan mikro işletmeler,
Tek kişilik girişimler,
YENİ BİR HİZMET sunan girişimler, (turkbook.com yok ama zaten böyle bir şey de değil, quizy.me gibi ir sistem misali)
Kurumu dahilinde iç girişim hedefleyen profeyoneller,
Yatırım yapmayı planlayanlar,
“Girişim dünyasından ve sunulan desteklerden nasıl faydalanırım” diye soranlar,
Üretme düşüncesi olanlar,
Nereye harcayacağını bilmediği parası olan yatırımcı ve girişimci adayları,

Eğer direkt mailing listeme dahil olmak için ise yine bir mail atmanız yeterlidir.

3 Eylül 2011 Cumartesi

“Mola verin, beyninize iyi gelecektir.”

“Mola verin, beyninize iyi gelecektir.”
Tony Buzan’ın belki de en sevdiğim öğütlerinden birisi bu. Özellikle de beyin, zihin ve psikoloji üzerine çalıştığım için sıklıkla uymam gereken bir öğüt. Ancak bir işkolik olarak, mola yerine başka projelere sıçramayı tercih ediyorum genelde.
Bu Ramazan Bayramı Tatili için ise, zorla gönderildim İstanbul’dan; annem başımın etini yedi ve “git, biraz hava değişikliği yap” dedi. Ben valiz hazırlarken ise iş taşımamam için bin bir baskı yaptı. Laptopumu zor koydum ama söz verdim, çalışmamaya çalışacağım ve mümkün olduğunca dinleneceğim diye.
Yine de henüz memlekete varmadan baştan başlanan bir kitapla bir dergi okuyup bitirdim, kendi kitabım için baya bir yazı karaladım, askıda bir projemin iş modelini kurguladım, yeni sezon için kullanacağım mali planımın üzerinden geçtim, tatil dönüşümü programladım, birkaç blog yazısı yazdım, İndigo Dergisi’ne yazı yazdım…
Neyse ki bayram tatilinde hiç iş yapmadım, en azından yapmadım sayılır.
Açıkçası biraz çıplaklık hissediyorum, çünkü bugün bir hafta oldu ve ben elime iş almadım. Sanki inziva öncesi vejeteryan diyetlerdeymiş gibi hissediyorum kendimi.
Ama beynimde ise inzivadaymış gibi kocaman bir rahatlama!
Daha önce hiç aklıma gelmeyen şeyleri deneme ve biraz daha keyif alma imkanım oldu: Gokart sürme ve elim bir gokart kazası geçirme ve hemen ardına da iyileşme sürecim buna hoş bir örnek olabilir!
İşten, iş hayatımdan, aşkım İstanbul’dan uzak, akraba ve geçmişimle dolu bu süreçte ise gözlemlerim oldu.
Bazı sosyal standartların gerisinde buldum kendimi İstanbul hayatıyla birlikte ve birçok sosyal standardın ise ilerisinde olduğumu fark etmek hoşuma gitti.
Geri bildirimler edindim bolca ve bunu hareket enerjisine dönüştürüyorum azar azar.
En komik ergenlik anılarımı yaşadığım insanların evliliklerine tanık oldum, iş güç sahibi oluşlarına.
Vs…
Ara bir dinlenmek gerektiğini yeniden idrak ettim en önemlisi!
Bu tatilde belki güneye gidip yüzmedim, ama yeni sezonda gürül gürül akacak bir enerji topladım.
Anneme teşekkür ediyorum, beni zorladığı, üşendiğim tatile çıkmamı sağladığı ve böylece daha da güçlendiğim için.
Babama teşekkür ederim, tatilimi acılı tatlılı çok güzel bir havaya çevirdiği için.
Ve kardeşlerime teşekkür ederim, hayatıma neşe kattığı için:)
Bu dinginlik, bu nefes, bu enerji, bu neşe ile yeni hizmet sezonumuzda, sizlerle birlikte çok etkili ve çok eğlenceli, yepyeni çalışmalar yapacağımıza inanıyorum. Şimdiden hayırlı olsun :)

25 Ağustos 2011 Perşembe

Arkadaşlık varken koçluğa ne hacet?

Geçenlerde birisi sormuştu arkadaşlık varken koçluğa ne gerek var diye.
Ona cevabım, koçluk becerilerindeki gibi zihin açıcı, çözüm ürettirici sorgulamalar yapabiliyorsa o arkadaş, ek desteğe çok da ihtiyaç olmadığı yönündeydi.
Ancak aklıma takılmıştı, arkadaşlık varken koçluk neden diye? Koçluğu arkadaşça, arkadaşlığı da koçluk becerileriyle geliştirebilir miyiz diye?
Ve kendime sorduğum bu sorunun cevabı, hayattan geldi.

Bir arkadaşım var; Meryem.
Sevgilisiyle arası çok kötü. Zaman zaman sorunları çıktığında ben destek oluyordum Meryem'e, ancak bir süredir görüşmedik ve o sırada bambaşka etkenler de devreye girmiş.

Bir arapsaçı ki gemici düğümleriyle de bezenmiş bir ilişki.
Arkadaşıyım, dinliyorum. O kafasına ayrılmayı koymuş gibi konuşuyor, bense ilişkisini sürdürmesine yönelik laflıyoruz.
Çünkü öfkeli ve öfke selinde alınan bir karara yönelik kendi adıma yaptığım şey, tam tersi yönde hareket etmek. Meryem de ayrılmaya niyetliyse, sürdürmesi benim fikrim.
Ancak bir ara söyledi ki; "bana objektif olduğunu sanmıyorum. Sevgilimle mutluydum ve sen de hem mutluluğumu istediğin için hem de genelde bu sahneyi gördüğün için devam etmesini istiyorsun."
Açıkçası objektiflik nefes gibi birşey. Havada nefesimiz de vardır, güneş de vardır, ayıramazsınız bunları birbirinden. Dolayısıyla bu karmaşada net olan bir şey yakaladım ki benden objektif olarak yaklaşmamı istiyordu. Ben de madem arkadaş olamadım, koç olayım dedim ve yumuşak sorularla sorgulamalara başladım.
Bu sayede sohbetimizin ilk 1 saatinde kat edemediğimiz yolu, sonrasındaki 20 dakikada aştık ve neticede bambaşka yerlere geldik.
Cevap bulmayan, karşılanmayan bazı duygusal eksiklikleri yakaladık öncelikle, başkasının sunamayacağı, kendisinin besleyebileceği; özdeğer, mutluluk, huzur gibi.
Bu noksanlığın o tarafından ilişkisine yansımasını yakaladık.
Ve güçlü bir ağlama sağladı, rahatlaması yüzünden okunuyordu vs...

Çözemediği sorunların altında yatan daha derin kökler çıkmıştı ve çözülebilecek şeylerdi.
Küçük bazı şeylere yönelik kararlar, kararcıklar aldı ancak iyileşme süreci zaten başlamıştı.
Sevgilisiyle birkaç saat sonrasındaki ilk görüşmesinde, kavga dahi doğmadan, gayet sağlıklı şekilde iletişim kurabilmişti.
Ve daha bunu konuştuğumuz akşam mutluluğu yeniden hissetmeye başladı.

O fark etti ki, gördüğümüz sorunların altında başka şeyler yatabiliyor ve esas onları çözmemiz gerekiyor.
Ben fark ettim ki, arkadaşlığın taraflı yaklaşımını koçluk becerileriyle geliştirebiliriz.

O sebeple Meryem'in eskiden sadece arkadaşıydım,
Şimdiyse hem çok yakın bir arkadaşı hem de koçu oldum.


Siz de ilişkileriniz başta olmak üzere sorunlarınız için arkadaşlarınızdan sorgulattırıcı şekilde faydalanabileceğiniz gibi,
Koçluktan da yararlanabilirsiniz.
Çünkü hem sorunları kavramak hem objektif olmak hem de görünenlerin altındakini açığa çıkarmak üzerine kurulu bir teknolojidir koçluk.

Öyle ki koçun becerilerine göre, sizi bilfiil tanıması şart değil, hatta bazı tekniklerden güç alarak, konunun net olarak ne olduğunu öğrenmeyerek de gizli kalmasını istediğiniz sorunlarınızı aşmanızı sağlayabilirler.

Şimdi, koçluğun arkadaşlıkla ilişkisini sorguladım. İlk fırsatta da koçluğun yaş, uzmanlık, doktora, profesyonellik, akademisyenlikle ilişkisini paylaşacağım ya da ilişkisizliğini diyelim:)

23 Ağustos 2011 Salı

Özel sektör mü, kamu mu?

Biraz da tecrübeden bahsedelim.
Dün akşam bir iftar programındaydım, Gelişim Platformu Derneği'nin Esentepe'deki yeni ofisinde, yaklaşık 70 kişiydik.
Yemek sonrası Bank Asya Genel Müdürü Abdullah Çelik de kısa bir sohbet gerçekleştirdi.
Türkiye'nin atıl misyonlara sahip bir bankasında gerçekleştirdiği kamu hizmetlerinin ardına, özel sektöre geçerek, orada da yenilikler gerçekleştiren bir süreci paylaştı.
Bir bankacı değilim, kariyer açısından ilgimi de çekmiyor, ama sık karşılaştığım "kamu mu, özel sektör mü?" soruları için çok hoş bir deneyim paylaşımıydı ve fark ettim ki, iş yapacak olduktan sonra ikisi de bir :)
Bazı küçük notlar karaladım dinlerken, onlardan bahsetmek isterim:

Mesela "Sandalyeyi Boş Yere İşgal Edenler", özelde sorun olduğu gibi, kamuda da sorun ve daha büyük bir sorun olarak paylaşıldı.
Girişimcilik dünyasında bazen birilerinin imzası gerekiyor ve öyle insanlarla karşılaşıyoruz:) Çok tanıdık geldi. Ben ve gözlediğim arkadaşlar bunu çevremizle çözmeye, bir yol bulmaya çalışıyoruz, bazıları da yetki ve otoritelerini kullanmış.
Buna da değinildi mesela; özellikle benim de dahil olduğum Y Kuşağı'nın pek arzuladığı yönetim için işe atama ve işten atma becerisinin zorunluluğuna geldi. Açıkçası yönetim arzulayan kişilerin çok çok çok azında bu beceriyi görebiliyoruz. Kendimde olduğuna da şüpheliyim. Oysa ki bunun altını sık sık çizdi kendisi; "onbeş kaliteli personelinizin başına bir kötü müdür koyarsanız, o personelleri de kaybedersiniz. Uygun yere uygun kişiyi atayarak yönetimi çok rahatlatırsınız. Sadece müdürünü değiştirerek/ tazeleyerek bile ek ücret vermeden çalışanın memnuniyetini artırırsınız."
Bunlar kariyer basamaklarını tırmanan birisi için de akılda kalması gereken şeyler, girişimini yükselten arkadaşlar için de.
Bir başka paylaşım alanı ise, iki yönettiği bankada da süreci Değişim Yönetimi diye özetleyebiliriz.
Sandalyeyi işgal edenleri yönetmek, bir çalışan olarak kendini ispat edebilmek, basını yönetmek, "bugüne kadar böyle yapmışız, niye değiştirelim ki" diyen dinozor zihniyeti yönetmek, bakanlıklarla ilişkileri yönetmek, denetçileri yönetmek...
Yaptığınız işle ilgili içsel ve dışsal paramatreleri yönetmek kadar, onların değişimlerini takip zorunluluğuna da değindi biraz biraz.
Ve bir tarihi mesaj: "Kâr, kar gibidir, her şeyi örter. Kârlıysanız aldığınız riskleri başarı olarak gösterebilirsiniz, eski hatalarınızı unutturabilirsiniz..."

Aklıma başka alanlar geldi; eğer çalışmalarımda hatalı olsaydım, yaptığım deneyler, attığım riskli adımlar hep patlardı, başarılı sonuçlar alınca koçluk sektöründeki duruşumu kabul ettirebildim. Hadi ben koca deryada bir küçücük sinek. Savaşları kaybetseydik, şu an milli kahraman, Türklerin atası değil, vatan haini, milletin yüz karası olacaktı Atatürk.
Yine koçluk öğütlerinden birisi çıkıyor karşımıza; bildiklerinle değil, YAPAbildiklerinle ödüllendirilirsin. Yapabildiğin de kâr ise, finans sektöründe olsun, sanayi olsun, hizmet olsun, kişisel gelişim olsun, ruhaniyet olsun... Başarı da seninle bedenlenmiş oluyor.
Ekonomi üzerine notlardan bazıları ise; düşüncemi teyit etti Abdullah Bey; gelişmek istiyorsak, gelişmekte olan ülkelerde iş yapacağız. Çünkü gelişmiş ülkeler zaten olgun piyasalar, doygunlar.
Oysa ki şans faktörü de gelişmekte olan ülkelerde daha yüksek. Ancak esas önemli olanın risk alıp yönetmekten geçtiğinden bahsedildi.
"Bana bir gün geldiler ve dediler ki; çok zor bir iş var ve getirisi de çok düşük, kabul eder misin diye. Kabul ettim zamanında ve o sayede bugün buradayım" dedi.
Aklımda takılan şeylerden biri, gelen sorularda ne yapacağım, nasıl bir katma değer sunacağım mantığından ziyade nasıl yükselebilirim psikolojisinin olmasıydı.
Ama cevap da net geldi; masanın her tarafında bulunarak ortamı iyice tanıdığından bahsetti. Akşam adı geçmedi ama Coca Cola'daki milli gururumuz da bunu öğütlemiyor mu röportajlarında. Cola'nın dağıtımından, stok yönetiminden, pazarlamasına... Her pozisyonu tanıyarak öyle bir kurumda yükseliyor Muhtar Kent de.
Nasıl dahil oldum bilmiyorum mail gruplarına. Ancak aradaki mailleşmeler neticesinde dün gece aralarında bulunabildim Gelişim Platformu'nun. O sebeple onlara bu hoş fırsat için teşekkür ederim.

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Ağaca isim kazıyanlar vardı ya...

"Sözlerden daha etkilidir görseller. Zihin haritaları da bu konuda yardımcı olabilecek en etkili tekniktir."


Siz de toplantı ve notlarınızda daha kolay, daha etkili ifadeler istemez misiniz?
Hem not tutmak,
Hem anlatmak,
Hem toplantı yürütmek,
Hem yazmak için
en etkili yoldur Zihin Haritalama.

kısa bir sunuma göz atmak isterseniz tıklayın

Facebook etkinliğim için; http://www.facebook.com/event.php?eid=144183642337202

Bir blog paylaşımı için ise http://mustep.blogspot.com/2011/07/zihin-haritalama-egitiminde-ne-yapyoruz.html

19 Ağustos 2011 Cuma

Nasıl başlarsan öyle mi gider?

Geçen gün görüştüğüm bir arkadaşla hayatımızdaki aksaklıklardan konuştuk.
Bir sıkıntısından bahsetti, genel olarak hastaymış kendisi. Göğüs, rahim, başka iç organlar...
Hastalık üzerine konuşurken, özellikle son 10 yıldır bariz şekilde kendisini gösterdiğinden bahsetti.

Sohbet sırasında, başka alanlara da biraz sıçradıktan sonra direnç kavramını sordum. Bu kelime ona ne ifade ediyordu, ne kadar tanıdık bir duyguydu? Direnç de kendini bildi bileli hayatında olan bir duygu çıktı.
Direndiği konu ise "kopuş" imiş. Kendisiyle ilgili hatırladığı ilk şey bu; kopuş.
Kendisiyle ilgili hatırladığı ilk şeymiş kopuş. Belki ruhunun kopuşu, belki rahimden kopuşu... Daha önce uyguladığı bilinçaltı çalışmalarında hep karşılaştığı an buymuş.
Üzerine biraz daha gittik bu duygunun ve bazı farkındalıklar paylaştık.

Burada bir soluk alayım ve kendime bakayım.
Hatırladığım ilk anım soruydu; "ne işim var burada?"
Bir evdeyim, 3 kişi daha görüyorum, tanımaya çalışıyorum, tanıyor gibiyim ama onlar beni kesin tanıyor.
Bu Mustafa ile ilgili, 3 yaşımdaki bu andan daha erken bir anı bulamadım, denediğim bir sürü yönteme rağmen sadece bu soru ân'ı. Ve hayatıma baktığımda da hep soru vardı, hep sorgu.
5 yaşındayken psikologa götürülmüştüm depresif ruh halimden ötürü, hatta 22 yaşıma kadar sayısız psikolog ve psikiyatr gördüm.
Sıkıntılarımın tepe yaptığı noktada, aynı etkenler beni çözüme ulaştırdı ve artık ilaçlara cevap vermeyen ağır depresyon sıyrıldı aktı hayatımdan.
Sorularımın anlamını değiştirmiştim çünkü.
Bu arkadaşım da benzer bir mantık güdecek, kopuş duygusunun getirdiği "sağlık" direncini değiştirecek çok yakında.
Kendisi de bir koç olduğu için, kolay olacağını umuyorum onun için ve tüm iyi niyetlerimi yolluyorum.

Acaba hatırladığımız ilk anılar, bilinçsiz bir şekilde nasıl yaşadığımıza dair bir pusula olabilir mi?
Nasıl başlarsan öyle gidermiş misali...

Ve haliyle merak ettim, acaba başkalarının ilk anısı ne?

İlk anınız ne ve hayatınızı onun üzerine kurduğunuzu söyleyebilir miyiz?

9 Ağustos 2011 Salı

Enteresan bir sahipsiz etkinlik


Az önce Facebook'ta bir arkadaşımın profilinde gördüm, sizinle de paylaşmak istedim.

Bu hafta Ulusal Kitap Haftası imiş ve küçük bir sahipsiz etkinlik var: En yakınınızdaki kitabı alıyorsunuz, 56. sayfasına gidiyor ve 5. cümlesini paylaşıyorsunuz ve kitabın adını vermiyorsunuz.

Bu Facebook'ta olduğu için statünüze yazıyorsunuz veya tweet atın, vs...

Ben de şu günlerde okuduğum kitabın 56. sayfasındaki 5. cümleyi yazayım bu duyuruyu paylaşırken:

‎"Bir insanın ailesinin soy ağacına bakıldığında, mani, depresyon ya da psikoz gibi hastalıkların belirtileri yalnızca o kişide mi gözlenmektedir, yoksa hastanın birinci dereceden yakınlarında da psikiyatrik hastalıkların benzer örnekleri var mıdır?"

Keyifli okumalar herkese.

2 Ağustos 2011 Salı

Heyecandı istediğim


Her şey bu foto ile başladı. Ya da başlamış olan şeyin acısını, bu foto gün yüzüne çıkardı.
Dikkatli bakın lütfen ve ne gördüğünüzü ifade etmeye çalışın.
Ben ne gördüm? Heyecan!
Bende olmayan bir şey, en azından şu günlerde.
Aynanın karşısında çok taklit etmeye çalıştım bu adamı. (aslında adı Sir Simon Rattle ve fotoyla ilgili haber için buraya tıklayabilirsiniz, ancak ben "bu adam" ile devam edeceğim)
Olmadı. Çünkü heyecanlanabileceğim bir şey bulamadım. İşim heyecan vermiyor artık. Bir süredir bu böyle. Mükemmel olduğumu sanmıyorum, ama çok iyi olmak da heyecanı kesmese gerek.
Eğitimlerimde kendim için riskli unsurlar barındırmaya çalıştım, olmadı.
Koçlukta çalışılamaz denilen durumlarla çalıştım, yapılamaz denilen tekniklerle uğraştım...
Girişimci Koçluğu, zaten tek başıma olduğum bir sektör, mihenk taşı bulamadım...
Timur'un (Timur Tiryaki) çok sevdiğim bir sorusu var; "aşık olduğun fikri söyle bana"
Bulamadım. Uzun bir zamandır ne birine aşk besledim ne de bir fikre aşık oldum. Bir vizyonum var ve ona aşık hissediyorum kendimi, ama heyecan yine duymuyorum, yine duymuyorum.
Sanırım Osho'nun "aşktan vazgeç, aşk arzulamaya, arzu beklentiye, beklenti hayal kırıklığına, hayal kırıklığı da üzüntüye sebep olur" sözünden olumsuz anlamda etkilendim ve daha derviş olmadan Diyojen gibi yaşamaya başladım. (Diyojen, meşhur, "gölge etme, başka ihsan istemem" diyen, dünyevi şeylere sırt çeviren düşünür)
Bu gece ödevim vardı, aşık olduğum şeyi bulacaktım.
Var bir şey ama ne...
Saat şu an 05:36 ve ben yaklaşık 10 saattir oturmuş kendim üzerimde çalışıyorum ve sanırım buldum: Yazmak!
Eh, bunda, geçen gün Derya'nın (Derya Akkaya) "neden kitap yazmıyorsun, bu birikimi paylaşmıyorsun?" sorusuyla, İndigo Dergisi'nin Yazı İşleri Müdürü, Hale'min yazılarıma övgüsünün de çok büyük etkisi var.
İlkokuldayken şiirler yazardım, öyle ki birçoğunun bana ait olduğuna dahi şüpheyle bakarlardı. Sonra ortaokulda kendime ait bir çizgi geliştirecek kadar ilerlemiştim şiirde de düz yazıda da. Hatta bırakmama bile bu gelişme sebep oldu, çünkü Türkiye derecesi yapmıştım ve beklediğim saygıyı görmemiştim.
Salak ben:) Çocuk ben:)
Şimdi o çocukluğu affediyor ve tekrar yazma kararı alıyorum.
Web sitelerimin hepsinin içeriğini ben yazıyorum,
Blogumda yazıyorum,
Bazı dergilerde yazıyorum,
Hiç bir yerde yayınlanmamış, 30a yakın defterimde de yazım var...
Ama daha ciddi sarılacağım buna.
Hatta sarıldım bile.
Çağlayanlar gibi gürüldemiyor, ama biraz hareket geldi kalbimle diyaframım arasına:)
Düşünsel Eskizler üzerine, notlarım, gözlemlerim üzerine bir kitap,
Zihin Haritalama metodundaki kendi kattığım değerlere yönelik bir kitap,
Girişimlerin psikolojik altyapısı üzerine çalıştığım Girişimci Koçluğu üzerine bir kitap
Ve çocukluk hayalim, kendimle röportaj üzerine bir diyalog düşünüyorum.
Bugün ilk çalışmaları yapıp, hangisi meyve veriyorsa, onun üzerine gideceğim:)
Az biraz düşününce durumumla, Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisine göre de ihtiyacım buydu: Kendinizi gerçekleştirebilmek için, öncelikle değerler konusunda tatmin olmalısınız. Bunun için de sevgiyi hissetmelisiniz. Ben ise son zamanlarda, web sitesiydi, projelerdi, eğitimlerimi geliştirmekti... Büsbütün bir işkolik olup sevgiyi unutmuştum diyebilirim. Ne kendimi ne başkasını ne de Enerjiyi...
Bu tempoda kalbimi özel birine açabileceğimi sanmıyorum, ama neden meditasyon yapmayayım ki... Bir süredir onu da yapmıyordum.
Biraz kendime bakma zamanım gelmiş:) ve bu sorguyu heyecan üzerinden çıkardım.
Sizin hayatınızda heyecan var mı?

28 Temmuz 2011 Perşembe

Balık Baştan Kokuyor Ltd. Şti.

İki gün önce, Kariyer.Net'in, Onuncu Kat etkinliğindeydim.
Çevremde İK şefleri ve kurumların eğitim yöneticileri vardı. Salondaki sanırım harici eğitmen tek bendim ve salonundan en gençlerindendim.
Çalışmayı Akademika'dan Kemal Özgirin yürüttü ve eğitimlerde yaratıcı dramadan bahsetti. Tavsiye ederim hem Kemal Bey'i dinlemenizi hem de kurumsal eğitimlerinizde yaratıcı dramaya da göz atmanızı.

Etkinlik sonunda, İK yürütücülerinin önündeki tehditler ve can sıkıcı konular üzerine biraz konuştuk ve 16 madde oluşturduk.
Kurumların eğitim bütçeleri ayırmaması da vardı, -affınıza sığınıyorum- çalışanların nezdinde İK'cıların patron yalakası görülmeleri de vardı. Ben ise gündemi takip etmeyerek birçok şeyi atlamaları ve kendilerini geliştirmemeleri maddelerini eklemiştim.
Çünkü...
Daha geçen hafta tanıştığım bir yönetici Y kuşağını görmezden geliyordu, hele ki Z'yi bilmiyordu bile.
Kimisi var kurumsallık mantığında matbu evraklar ile personel yürütüleceğine dair fantezisini koruyordu.
İnsanı kaynak olarak değil, maaş verdikleri bir "şey" olarak görenler de söz konusu.
Oysa süreklilik istiyorsak, bugün gibi yarını da dikkate almamız gerekmez mi? Bunun için de bugünün değişkenlerini takip etmek gerektiğine inanıyorum.

Bir başka konu ise kişisel gelişim.
İlla ki NLP koçluk gibi hizmetlerden değil, firmamıza karşı kişisel olarak gelişmekten bahsediyorum.
Geçtiğimiz aylarda iki konseptte firma taraması yaptım: Kendi belirlediğim güçlü veya zayıf 50 firma ile Google'ın rastgele önüme sunduğu 50 firmanın daha; 100 firmanın vizyon ve misyon yaklaşımlarına baktım.
Sonucu dileyen ile bilahare paylaşabilirim, ancak özet olarak dikkatimi çeken şey; bu firmaların birçoğunun yöneticisi, pazarlama ve İK yürütücüleri, firmalarının nasıl bir vizyona sahip olduğuyla ilgilenmiyor, piyasadaki misyonlarını dikkate almıyor, sadece çalışıyor, çalıştırıyor. Sonra da çalışan sirkülasyonunun yüksekliğinden, hedeflere ulaşamamaktan, bütçeden sapmaktan vs şikayet ediyorlar.
Sadece çalışınca ne olur? Debelenme. Bizzat son günlerde birkaç konuda debelendiğim için biliyorum:)
Firma imajı yöneticilerden uzak.
Yöneticiler, yürütücülerden uzak.
Yürütücüler, çalışanlardan uzak.
Çalışanlar politikadan, yoldan uzak.
Yol, hedeften uzak.
Hedef, motivasyondan uzak.
Çünkü motivasyon, firma imajından uzak.
Burada birçok parametre etkili olabilir, ancak İK'cı bunlardan uzak olunca, konumlandıracağı personel, hayli hayli uzak olmayacak mı?
Toplantının en ilgi çeken kalemi, insan kaynağını yönetenlerin, firmalarına karşı kişisel olarak kendilerini geliştirmeyişleriydi ve bir çoğu bunu salonda fark etmişti.
Ben de bu fark ediş salondaki 25 kişiyle sınırlı kalmasın diye sizlerle paylaşmak istedim.
Sizin bu konudaki durumunuz nedir?
İK'cı olun ya da olmayın, şirketinizi tanıyor, onun psikolojik güç kaynağı olan vizyonuyla, misyonula ilgileniyor musunuz?

23 Temmuz 2011 Cumartesi

Kişisel Gelişim Sohbetleri mi bekliyorsunuz?

Kişisel gelişmişlik kitaplarda yazılı bilgilerden ya da yurtdışından gelen eğitmenlerden ötedir.

Varsaydığımız şeyleri bilgiye,

Bilgiyi gelişimimize,

Gelişimimizi güncel hayatımıza,

Hayatımızı hayallerimize,

Hayallerimizi an'ımıza odaklamayı hedefleyen bu etkinliğimizde,

Sohbet ve koçluk uygulamalarını harmanladık.

Aşağıdaki kelime bulutu, üzerinde en çok konuşabileceğimiz unsurlardan derlendi.

Çeşitli merkezlerde çeşitli tarihlerde gerçekleştirdiğimiz bu etkinlikte serbest kürsü yöntemi kullanıyoruz, yani o an aklımıza gelen sorunlar üzerinden gidiyoruz, bu işimizle ilgili de olabiliyor komşumuzla ilgili de sevgilimizle ilgili de olabiliyor.

Zihin Haritalama Eğitiminde Ne Yapıyoruz?

Düşüncelerin görsel ilişkiler sayesinde ifade edilmesidir bu tekniğin özü.
Da Vinci'ye, hatta Aristo'ya uzanır kullanımı. Bilişsel Psikoloji'nin incelediği bu yöntemi, Tony Buzan yaygınlaştırdı.
Mustep Gelişim Hizmetleri ise zaten toplantılarında ve proje çalışmalarında kullandığı bu tekniği daha da geliştirdi ve artık bir eğitim ile sizlerle paylaşıyor.
Böylece verimi, etkinliği ve kullanım alanı daha da artmış oldu.
Ne yapıyoruz?
Düşüncenin yapısı, zihin, hedefler, odaklanabilme, öyküleme becerisi, kuantum, kendini analiz, hayallere dair fırsatlar ve riskleri irdeliyoruz. Bu sayede kararsızlıkları ve engelleri çözüp, olasılıkları avantaja dönüştürüyor ve en önemlisi; düşüncelerimizi eyleme geçirebiliyoruz. En önemli katkı ise alışılanın dışında düşünme becerisi edinmemiz ve bunu geliştirmemiz.
Zaten süreç sonunda kendinizi eylem hazırlıklarında buluyorsunuz, yüzünüzde cesur ve güven dolu bir gülümseme ile birlikte.
Sosyal yaşamda karşılaşılan kafa karışıklığı, kararsızlık, "ne yapabilirim" sorusu gibi genellikle cevapsız kalan sorular için de uygulayabiliriz,
İş hayatında sorun tespiti, çözüm yaklaşımları, inovasyon, karar toplantıları, verim toplantıları gibi alanlarda da başvurabiliriz.
Kabaca listelersek;
Ders notları alırken de kullanabilirsiniz,
Toplantı yürütürken,
Karar alırken, 
Herhangi bir fikri projelendirirken,
Fiyat politikası oluştururken,
Tatil programı planlarken,
Yapılacaklar listesi hazırlarken,
Reklam mecralarını araştırırken,
Bir sorunu tespit etmeye çalışırken,
O soruna çözüm ararken,
Bir hayalinizi, somut adımlara dönüştürürken,
Herhangi bir kafa karışıklığı anında kendinizi yoklarken...
5'er saatlik 2 ayrı modülden oluşan eğitimimizin ilk modül konu başlıkları:
Zihin Haritası nedir, ne işe yarar, nerelerde kullanılabilir, nasıl kullanılabilir?
Düşünme biçimleri ve gözden kaçacak kadar basit tüyolarla geliştirebilme yöntemleri eşliğinde Beyin Fırtınası, Not Alma, Toplantı Yürütme ve Zamana Karşı Proje Kurgulama üzerine pratikler yapıyoruz.
İkinci modül ise Zihin Haritası ile Kendine Koçluk Yapabilme Eğitimi:
SWOT'u daha etkin kullanabilmek ve iç destek sistemine değiniyoruz.
SWEET yöntemini paylaşıyoruz (kendimiz kurguladık ve pilot çalışmalar yüksek takdir gördü)
Hikayelendirme becerisi uyguluyoruz.
Eğitim sonunda da hedefsiz arkadaşlarımız hedef belirlemiş oluyor, kendini tanımayan dostlar kendileriyle tanışıyorlar ve en güzeli, gülen gözlerle teşekkür edecek kadar mutlu ayrılıyorlar.
Beyin ve yaratıcılık üzerine odaklanan çeşitli yaklaşımları içeren uygulamalarımız sayesinde beyninizin kabiliyeti ve saklı gücünü açığa çıkardıkça, kendinizle gurur duyacaksınız.
Fikir vermesi açısından, klasik Zihin Haritaları'ndan bir örnek paylaşıyoruz, İleri Düzey Zihin Haritaları için ise, iletişime geçmenizi öneririz.
PDF formatında sunumumuzu incelemek için buraya tıklayarak ilgili dosyayı indirebilirsiniz.