6 Kasım 2011 Pazar

Atilla Mayda'yı bilir misiniz?

TRT'den Atilla Mayda adını biliyor musunuz? Ben ve benden sonraki neslin pek bileceği bir isim değil kendileri. Ancak özellikle babamın kuşağı, yani yaşı 50 dolaylarında olanlar bilir. Başka bir deyişle değil çok kanallı televizyonlar, renkli tv döneminden bile önce, radyoların zamanının bir ismidir kendisi.
TRT Radyo'nun en ünlülerindenmiş kendisi, çünkü şarkılardan sonra önce solistin adı okunurmuş, sonra tüm saz heyeti ve "ve Atilla Mayda" diyerek sonda bu beyin ismi anılırmış.
Ben nereden öğrendim, eski bir TRT hocası bahsetmişti :)
Nedir buradaki öğüt? Bir ilk söylenen, bir de son söylenen akılda kalır.
O sebeple birisiyle tanıştığınızda ilk izlenim çok önemlidir. Ortamı nasıl bir atmosferde terk ettiğiniz de akılda kalışınızı etkiler.
Eğitmenlikte de üzerinde durulan önerilerdendir; buz kırıcı dediğimiz başlangıç anları önemlidir ve katılımcıların verimini etkiler. Ancak onların salondan akıllarında ne ile çıkmalarını istiyorsak, en son onu yeniden vurgularız.
Ama bazen bu "ilk ve son" kuralı hoş başlamayabiliyor. İlk raundu kaçırdık, bari son demlerde kurtaralım.

Geçen gün aklıma bir anım geldi, ilk ve sonun değişikliğiyle ilgili.
2008 yılbaşı partisi için Antalya'dan Olimpos'a gideceğiz. Bir arkadaşım da yeni ehliyet almış ve yepyeni bir araba. Ne direksiyona alışık ne o arabaya. Allah'a emanet çıktık yola.
Sonra ters bir yere girdi arkadaş ve devam edemedi. Çok bir sürüş deneyimim olmamasına rağmen teklif ettim ben geçeyim mi diye.
Açıkçası fena değildim, araba pek naifti, ama iyi götürdüm.
Sonra parti yapılacak kampa geldik ve bir sebeple kenara çekmem gerekti. Ardından tekrar devam edecektim ki, taş üstüne çıkmışım. Zaten alçak tabanlı olan arabayı kurtarmak baya zorlamıştı beni.
Kurtardık kurtarmasına da, "bir acemi" idim artık. Son dakika golü karizmayı çizdirmişti!
Geçen gün ise başka bir şey oldu. Elimde uzun bir süredir aynı kitap vardı. Tarzı hoş gelmedi, ama bir kez başladık diye okuyorum habire. Aşkın Gözyaşları Şems-i Tebrizi. Hoş yerler var, ama çok yorucu geldi. Sinan Yağmur, o aşk erbabı Şems'i güzel anlatıyor, ama öfke kokuyor cümlelerin çoğu.
Neyse ki sonuna geldim ve akmaya başladı hikaye. Sonunda ise çok sevimli olmasa da gayet duygularıma hitap eden bir bitiş oldu.
Ve ben son sayfayı "vaaay!" efektiyle çevirdiğim için de hoşuma giden kitaplardan oldu. Başka bir ifadeyle sanırım, ara ara hoş pozisyonların yakalandığı, ama kötü giden bir maç, son dakika atağıyla kazanılmış oldu.

Meşhur dizi Aşk-ı Memnu'da da çevremdeki izleyicilerden gözlediğim kadarıyla, son sahnedeki Behlül, dizi genelindeki Behlül'den farklı çizgisi sayesinde gönüllere yerleşmiş.

Hazır Behlül'ün son sahnesi, Bihter'in ölümü derken, şu kurban bayramı gününde, kesilenler ve kesilemeyenler de girince hesaba, ölümü hatırladım bolca. Bir merak geldi haliyle.
Madem ki akılda yer eden son hareket, son söz, son ışık...
Kendi noktamızı hangi duygularla koymak, koydurmak istiyoruz? (ve tabi ki bunun için ne kadar çaba sarf ettiğimizi de merak ediyorum)

4 Kasım 2011 Cuma

Bayramda Neyi Kurban Edeceksiniz?

İbrahim, İsmail'i vermiş adağı uğruna. Yaratıcı sevgisine niyetlenmiş.
Şems ise kendi başını vermiş, aşkın bedenlenmesini istemiş.

Siz peki neyi kurban edeceksiniz bu bayram? Upuzun yıllardır süregelen bu davranış, sadece bir başı ayırmaktan mı ibaret?
Birşeyler kesersiniz, kesmezsiniz... Size kalmış, ama birlikte birşey yapalım mı?

Acılarımızı, yoksunluklarımızı, hastalıklarımızı, olumsuz düşüncelerimizi kurban edelim.
Mutluluğu yaşamak için bunları feda edelim hep birlikte.

Bayramınız keyifli ve kut dolu olsun.
Selamlar,
Mustafa Emin Palaz

3 Kasım 2011 Perşembe

İyi Niyetli Gıcık Bankacı

"Ah kardeşim, gözlerin ne kadar da puslu. Bir şulesi var ki Şems'in, aydınlığının berraklığı gökyüzüne sığmaz. Ah kardeşim, sözlerin ne kadar paslı. Şems'in öyle muhabbeti var ki sanırsın cennet dile gelmiş konuşuyor."

Sultan Veled'in sözleri bunlar. Babası Mevlanâ Celaleddin Rumi ile olan yakınlığından ötürü kızan, kıskanan ve fitnelik düşünen Alâeddin'e konuşuyor. (Aşkın Gözyaşları Şems-i Tebrîzi- Sinan Yağmur- Karatay Akademi Yayınları- 260. Baskı- 205 sf)
Kızgınlık, öfke, haksızlık, anlaşılmazlık vs duyan birisinin egosu canlıdır, aktiftir.
Tamamen iyi niyetli olunsa bile, bu kişiyle konuşurken, "sen öylesin, bu (ya da ben) böyle(yim)" şeklinde yaklaşılırsa, tartışma uzayacaktır. Çünkü ortada çakışan bir ikilik var ve bu yaklaşım, bu farkı uçuruma çevirecektir.
Gayet doğal olarak Alâeddin'in cevabı "Gökyüzünüz de güneşiniz de sizin olsun" diye gelir.
Pozitif psikolojide, "sen dili, ben dili" diye bir konu vardı. Çözüme gitmek için yaklaşımlarımızı değiştirmemiz söylenir. Kullandığımız cümlede, muhatabımızı hedef olarak göstermememizi önerir.
Kişiyi konuda dışlayan, tu-kaka edilen taraf değil; içerleyen, çözüme davet eden yaklaşımlar kullanılabilir.

Bir bankaya girdik ve işlem yapacağımız sırada, yandaki masanın müşteri temsilcisi, kızgın bir beden dili olan müşterisine "Bakın beyefendi! Size tekrar izah edeceğim. Bıdı bıdı... Şu an kızgınsınız, beni dinlemiyorsunuz, anlamıyorsunuz. Bıdı bıdı..." dedi.
Derya ile (Derya Akkaya, Yaşam Koçu ve Eğitmen) birbirimize bakakaldık.
Ortadaki sorunu çözmekten, çözüm için kafa yormaktan ziyade, karşısındaki kişiye ihale etme meyilliliğiydi bu tutum. Muhatabın anlama beceriksizliği düşüncesine değinmiyorum bile.
Sorun her ne ise, gerginlik bir adım daha büyüdü. Ta ki çocuk sıkılıp, ihaleyi kabul edinceye kadar.
Stres peki? Hat safhada tabi ki. Çözüm? Hayır.
Bu gibi bir anda, soruna objektif bakabilmek, çözümün iki tarafın da çıkarına olacağı şekilde yaklaşmak, bir iletişim yeteneği değil, beceridir. Yani üzerine düşülerek kazanılabilecek bir bakıştır.
Sorumluluğu yıkmak yerine birlikte göğüslemek, çözüme birlikte adım atmak ve anlayış göstererek anlayış beklemek, benzeri sorun anlarında basit koçluk yaklaşımlarından bazıları.
Sizin de işinizde bu tip aksaklıklar oluyorsa, bir koç ile bu tekniklerden faydalanabilirsiniz.

1 Kasım 2011 Salı

Konulu Porno

Eğitim için haftasonu Bursa'daydım.
Gitmek için otobüs bekleyeceğim, ama dolanırken gözüm yerde bir kolaja takıldı. Çeşitli fotoğrafların birleştirilmesiyle oluşturulmuş bir görsel. Üzerinde yazılar da var.
Yaklaştım.
Bir VCD veya DVD kapağı. Fotoğraflar ise estetikten yoksun ablalar ve yüzü gözükmeyen bir abiye ait. Yazı ise; KONULU PORNO.
Birileri diski almış, kapağı atmış anlaşılan.
Merak ettim. Filmin konusu ne üzerineydi acaba?
Peki, konulu olsa ne, konusuz olsa ne değişecek? Acaba hangisi daha çok hoşuma gider?
Konusunu beğenmezsem ne yapacağım peki? Gidip VCD'yi amcaya, "değiştir" mi diyeceğim?
Kabullenecek miyim, yoksa beğenmeye mi zorlayacağım kendimi?
Film gibi hayatlarımız pekâlâ?
Konulu mu, konusuz mu?
Hayatımızı beğenmediğimiz anlarda ne yapıyoruz? VCD'ci amcayla kolayca iletişim kuramadığımıza göre, iade şansımız pek yok gibi.
Beğenmeye mi zorluyoruz peki, boyun mu eğiyoruz; yoksa değiştirmeye, geliştirmeye mi çabalıyoruz?
Sanırım konulu pornonun kapağı, bir yerlerden önüme uçtu ve ben bunları yazarken de başka bir yere savruldu. Zoraki filmlerde oynayan oyuncu insancıklar misali...