29 Mayıs 2012 Salı

Yaratıcılığa Uzanan İlahi Sihirli Değnek

Zihin üzerine konuşurken, zihin yönetimi, zihin haritalama, serbest çağrışım, inovasyonel düşünme becerileri, yaratıcılık gibi odakları ele alıyorum.
Özellikle zihin haritalama tekniği ve bunu geliştirme sürecimi anlatırken, yaratıcılığı geliştirmenin 3 yolunu paylaşıyorum.


  1. Einstein'ın yaptığı gibi ilişkilendirmek (alakalı ve alakasız şeyler arasında ilişkiler kurmak)
  2. Etkili koçluk ve terapi tekniklerinde ele alındığı gibi saçmalamak (şu an çok mutluyum, çünkü mantıklı olmasa bile rüyamda toprakta yüzdüğümü gördüm)
  3. Çok tasvip etmesem de yalan! Çünkü yalan söylerken kompleks ve kompakt düşünme becerilerinde gelişme oluyor. Tasvip etmesem de yalanın da yaratıcılığı geliştirme becerisini gözledim.
Son seminerimde bir soru üzeirne, bizzat deneyimlemediğim birşeyi eğitimlerimde anlatmadığımı söylemiştim.
Çünkü öyle!
Eğitim kurgularım %100 bana aitken, aktarımlarım da öyle olmalı.
Peki ama ben yalan söylemiyorken neden yalanı anlatıyorum?

Benliğimi daha da geliştirmek için, madem konuşarak iş yapan birisiyim, bu ağızdan kötü birşey çıkmasın düşüncesiyle, 8 aydır yalan orucundayım. Yapmadığım bir şeyi ise eğitimde önermem pek de sağlıklı gelmedi, hele ki sağlıksız bir eylemi önermiş olmak...

Buna bir çözüm tasarlarken aklıma Sevimli Canavarlar (Monsters Inc) adındaki çocuk filmi geldi. Çocukları korkutan öcüler, çığlıklarla kendi şehirlerine enerji sağlıyordu. Ama şans eseri kahkahayı keşfettiler ve çok daha büyük enerji kaynakları oldu.

Peki yalan için de geçerli olabilir mi?

Evet!
Bendeki değişime baktım ve yalandan daha etkili bir yöntem varmış meğer; yalansızlık!
Şeffaflık diye niteleyebilirsek eğer bu durumu, yaratıcılığı geliştirdiği gibi, özü, benliği, ruhsallığı, insanlığı, kendine güveni, başkalarına güveni, yaşamdan aldığımız keyfi, mutluluğu da geliştiriyor, besliyor.
Çünkü şeffaf olan kendidir.
Kendimiz ise özgün varlıklarız. Hayata özgün başlarız, zamanla eklediğimiz paketler sıradanlaştırır bizi.
Özümüz, özgünlüğümüz ise yaratıcılığımızın en hat safhasıdır.
Dolayısıyla yalandan arındırılan bir iletişim, yaratıcılığımızı geliştirmemiz için en sihirli değnektir.

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Kriz Yönetimi De Neymiş, Eğitime Gelmişiz?!?!

Ciddi diyebileceğim ilk seminerim, birkaç yıl önce, İstanbul Erkek Lisesi'ndeydi. Kendine güven konulu, enteresan bir deneyimdi benim için, unutamam sanırım.
Son verdiğim semineri de unutacağımı sanmıyorum.
Geçtiğimiz günlerde bir kişisel gelişim merkezinde seminer programım vardı. Zihin Haritalama Tekniğinin bilinmeyen yönleri ve günlük yaşamdaki faydaları hakkında bir söyleşiydi.
Mekana gittiğimde projeksiyon cihazında bir sıkıntı olduğunu öğrendim.
Laptopumun büyük ekranı, özellikle bu gibi butik eğitimlerde bir nebze çözüm olabiliyor. Uzun bir süredir yanıma almadığım laptopumu ilk kez o gün bir iş yanımda taşıyordum şükür ki.
Ama bir sorun daha çıktı önüme; elektrikler kesik.
Sorun değil, denize düştüğümde sarıldığım küheylanım laptopum var değil mi? Ama bataryası yoktu yanımda, sadece şarj kablolarını getirmişim yanımda.
Tanrım!
Sanki evren "yapma" diyordu ya da "Çözüm Üret Mustafa!"
Hemen bir kriz yönetimi sürecine girdim.
Önce kendimi sakinleştirdim, çözümün sorumluluğunu üstlendim.
Sonra kendini mahcup hisseden ev sahibini sakinleştirdim, olabilir böyle şeyler diye. Sonuçta zaten karşımda çok büyük bir kalabalık yok.
O anda fark ettim ki az sayıda kişiyiz. Küçük grupların samimiyet olasılığı daha yüksektir.
Katılımcı misafirlere kibarca aksilikleri dile getirdim ve tüm bu aksiliklere rağmen, semineri vermek istediğimi söyledim.
İşe yaradı.
Gülümseyen bir yüz, gülümsetir. Gülümseyen kişiler mevcut sorunlara yenisini eklemez, hatta belki çözüm bile getirebilirlerdi benim göremediğim.
Elimdeki imkanlara baktım; seminer içeriği var, benim konuya hakimiyetim var ve "pek bir işime yaramıyor" deyip de atmayı düşündüğüm tabletim var.
İnternet dosyalama sistemi sayesinde indirdiğim sunum dosyamı, cennetten bir meyve sunan periler gibi gösterdi tablet bilgisayarım.
Sunuma geçersek, arada sunumdan bazı hatırlamalar yaparak, bazen de önemli görseller için tabletimi katılımcılar arasında gezdirerek sunumu yapıyordum.
Ta ki...
Hava kararıyor!
Artık Mustafa, inisiyatifin de bitiyor.
İnisiyatif alamadığımız krizlerin çözümüyle ilgili daha önceki çalışmalarımdan deneyimlerime geçecektim ki gerek kalmadı.
Mekan sahibi, mum ışıklarıyla donattı bizi, romantik bir seminer ortamı oldu.
Katılımcılara sorduğumda, o an gayet rahat olduklarını söylediler, hatta biri kararmayı fark etmemiş bile.
Sonunda tüm bu yokluklara rağmen tebrik almak ise egomu da ruhumun da çok okşadı.
Bu da o zorlu ve keyifli geceden, yorgun ama mutlu bir Mustafa Emin Palaz.
O gün yanımda olan ve deneyimimi paylaşan misafirlerim, çok teşekkür ederim.

22 Mayıs 2012 Salı

Hipnoza Yatanınız Oldu Mu?

Bir sorunla karşılaştım geçen gün. Süreç içinde aşardım belki kendim, sonuçta kendine de koçluk yapabilen birisiyim.
Ama bir yakınımın hipnoz seansı sözü vardı, hadi deneyelim dedim. Hem ilk hipnoz seansını da bende yapmıştı seneler önce, değişimini, gelişimini gözleme imkanım oldu.
Hemşirelik eğitiminin ardına çocuğunun sorularıyla baş edemeyip kişisel gelişime başlayan, bir süre sonra da hipnozda yoğunlaşan Güler Pınarbaşı'ydı terapistim.
Yıllar önceki ilk deneyimim de enteresandı, ama bu sefer çok daha derin şeyler deneyimledim. Bazı detayları törpüleyerek deneyimlerimi paylaşmak istedim.
Sorunum çok kişiseldi ve kendimi çok kötü hissediyordum. Çok uzun bir süredir hiç bu kadar düşmemiştim.
Hoş, dışarıdan bakan çok mutlu görebilirdi, ama mutsuzluğumu dönüştürmek cidden yoruyordu. Beklediğiniz gibi köstekli saatler sallamadı Güler. Çeşitli telkinler ve nefeslerle yumuşadım, rahatladım ve kendimi rahat bir yerde gördüm.
Yetkinsiz uygulamalar sebebiyle buradaki detayları paylaşmayacağım, affınıza sığınıyorum.
Her duygu halini deneyimledim, daha da deneyimledim. Sorun yaşadığım kişiyi gördüm, ona duygularımı, bastırdıklarımı dahi ortaya çıkardım, deneyimledim. Ardından bu duygulara benzer başka birisiyle de uzun yıllar önce birşeyler yaşamıştım. Onunla aramdaki bağı ve duygularımı da deneyimledim. Birden öfke yayıldı içime.
Bahsetmiştim sanırım, sevdiğim kadınla yaşadığım aşkı düşünürken göğüs kafesimin hemen altında bir dalgalanma olduğundan. Bunun timüs bezi olduğu ve yaşam sevincinden bağışıklık sistemine kadar herşeye etki ettiğinden... Son zamanlarda aşk duygusunu hissetsem de duygu durumum düşmüş anlaşılan. Çünkü birden hayalimdeki, geçmişime ait bu iki kişi bende öfke doğurdu. Unutmuştum o duyguyu, ama volkan gibi patladı ve her yanımı sardı. Üstelik mutluluk halinden, sevgiden çok daha hızlı yayıldı. Sanırım bunun sebebi bir konudaki inancımın kötü bir şekilde sarsılmasıydı...
Öfke normalde bir ateşken, beni saranın bir balçık olduğunu gördüm. Öyle ki son hücremde de öfkeyi hissettikten sonra birden beden dilim değişti. Çok küstah bir hal aldım sanırım, ego olmuştum, ego dolmuştum diyebilirim. Elimi kaldırsam dünyaları yakabilecek kadar öfke doluydum. Güler'e bir ara beni bu şekilde bırakmamasını fısıldayabildim, çünkü AŞK ile yürüyen, böceklerinden gıcık komşusuna herkesi ve herşeyi SEVEN MUSTAFA gitmiş, Star Wars'taki Darth Wader gibi evrenleri öfkeye boğacak bir adam gelmişti.
Neyse ki Güler benim cevaplarımı güzel şekilde yönetti ve o öfkeli halimin uzaklaşmasını sağladı.

Seans boyunca çok ağladım, gözlerim acıyacak kadar ağladım. Ama o sırada daha da gerilerde cevap arayan sorularımla yüzleştim. Mesela birçok kişi biliyor benim kişisel gelişime merakımın nasıl doğduğunu. Kaba bir hatırlatma; ruh göçünü merak ediyordum. Çünkü gözümü açtığımda 3 yaşındaydım, kendime dair hatırlayabildiğim her şey 3 yaşımdan başlıyor, 0-3 yaş arası ise en ufak bir kayıt yok. Babama ruhun, biz küçük çocukken mi geldiğini sorduğumda babam "daha annenin içindeyken gelir" demişti. Ben 3 yaşımın öncesini bilmediğimi söylediğimde, "acaba benden önce başka bir ruh varsa ve o gün (3 yaşımdaki o gün) o ruhu kovup ben mi geldim" diye sorduğumda bilmediğini, bildiğini kadarıyla olmadığını söylemişti. Sonra ben ısrar edince bir imama gitmiştik ve Kuran'da böyle birşey yazmadığını, böyle birşeyin olmadığını söylemişti. Ben de meraklıyım ya, "Kuran'da yazmadığı için mi yok, yoksa olmadığından emin olduğun için mi yok diyorsun?" demiştim. Cevabı tatmin etmemiş ki, kendim bulacağım demiştim :) 25 yıldır bulamadım hala, ama bu cevap yolunda öğrendim her ne öğrendiysem.
Seansa dönersek, seansta da daha geriye gidemedik. Dipsiz bir karanlık, ölüm hali çıkıyordu hep. Ama o ölüm-doğum-yaşam anlarını birkaç kez yaşayıp da hayat amacımla yeniden ve daha derinden tanışmak, cidden tokat etkisi yaptı. Henüz bunu paylaşabileceğimi sanmıyorum :)
Mesela annemle, babamla ve kendimle iletişimimde göz ardı ettiğim, hatta görmediğim bazı şeylerle tanıştım.

Deneyimler uzar gider. Yakın zamanda hipnoz eğitimi almaya karar verdim ben de. Zaten yakınlarım öneriyordu, bilinçsizce yaptığımı söyleyenler olmuştu, daha da geliştirmiş olacağım. Çünkü çok ağır vakalarda ve deneylerimde belki önce hipnozu kullanabilir, ardına koçluk yapabilirim.


Güler Pınarbaşı'nın hipnoz seansı birçok bilinç duvarımı hızlıca aşmamı sağladı. Akabinde de bir koçluk seansı ile çok hızlı kaldırdım enerjimi ayağa.
Güler'e teşekkür ederken iletişimini de paylaşayım merak edenler için; gulerpinarbasi@gmail.com
Sizin de var mı acaba bilinç duvarınızın ardına saklı tohumlar... 

15 Mayıs 2012 Salı

Her Proje Lay Lay Lom mu ki, bu olsun?

Cedaylarım ve Genç Başarı Eğitim Vakfı'nın diğer yarışmacı projelerinden bahsettim, biraz da madolyonun öteki yüzüne değineyim mi? Çünkü herşey güllük gülistanlık mıydı? Hayır. Oradaki her ekip ayrı ayrı emek vermişler, hepsi ayrı ayrı deneyim edinmişlerdi. Öyle ki ben bile onlarla geçirdiğim süreçten bir çok deneyim edindim. Ancak vakıf yönetimi, kurallar gereği bazı alanlarda birincilikler seçmek ve bu birinciler üzerinden de yurtdışı etkinliklerde temsilci okul belirlemek zorundaydı. Burada jüri sıkıntısı çıktı. Ben detaylı gözleyip blogumda raporlamak istediğim için birçok soru sordum arkadaşlara. İş insanı imajım ve sorgularım sebebiyle birçok kişi beni şehir efsanesine dönüşen jüri üyesi sanmış. Şehir efsanesi diyorum, çünkü 3 jüriden biri işini layıkıyla yapmak istediğinden olsa gerek, geç başlamış ve pek yavaş gözlemler yapmıştı. Öyle ki 5'te ödüllerin bile bitmiş olması gerekirken 7:30da apar topar sonlandırıldı çalışma. Bekleyen öğrenciler, yorgunluk, beklentiler ve üzerine çocuklarla değil kendileriyle ilgilenen bir çok öğretmen arkadaş, gerginlikler çıkmasına sebep oldu. Öğrenciler zaten gerginleştikçe gerginleşti, yorgunluktan rahatsızlananlar oldu. Bir öğrenci arkadaşla konuşurken biz, sonucu çok merak ettiğini söylemişti. Ben de birinci olman çok mu önemli diye sorduğumda, o sırada yanımızdan geçen bir hanım öğretmen "bizim için önemli" dedi. Ben de çocuğa döndüm, "bu fuarda birinci çıkmasan da süper bir projen var, dereceden ziyade deneyim ve başarılarına odaklan" dedim. Orada öyle güzel projeler vardı ki, size sadece özet geçtim bir önceki yazımda. Onca emek, 3 kişinin puanlamasıyla neticelenmemeliydi. Bir ara vakıf yöneticisiyle bir öğrenci arasında bir tatsızlık oldu sanırım, öğrencinin sesi yükselmişti, gidiyordu bir yerlere. Sonra nasıl olduysa yanımda beliriverdi çocuk, konuştuk biraz. Ben onu sakinleştirirken (hakkının yendiğini düşünüyordu ve sinirleri çok gerilmişti) öğretmeni yanına geldi ve çocuğu sinirli haliyle daha da sinirlendirerek götürmeye yeltendi. Durdurdum, benimle tahrikkar konuşmaya çalıştı. Vakıfa kızmış hocamız, bir daha katılmazmış, falanmış filanmış. Birinci olmamak hoş olmasa bile öğrencileri sakinleştirmesi gerektiğini hatırlattım, verdiği cevap ise "beni kim sakinleştirecek" oldu. Orada ergen çağda öğrenciler, bir fuar sonrası yapılan değerlendirmede dereceye girmeyi beklemiş ve olmamış, hele ki bazıları haksızlığa uğradığını sanıyor, öğretmenimiz kendi sakinliğinin peşinde. Mesleğinin öğretmenlik olduğunu hatırlattım ve çocuğu ben sakinleştirdim. Vakfın ilk fuar organizasyonuydu, hatalar çıkacağını tahmin ediyordum, ama düşündüğümüzden çok daha fazla aksilik yaşandı. İnanıyorum ki önümüzdeki sezon çok daha temkinli bir çalışma yapılacaktır, bu aksiliklerden çıkan derslerle. Zaten öğrendiğim kadarıyla vakıf yönetimi, hoşnutsuz okullarla birebir iletişime geçmeye başlamış bile. İş verenlere önerim, bu projede rol alan çocukları işe davet etmeleri. Çünkü basit bir mantık; çok okuyan mı bilir çok gezen (yapan, eden, eyleme geçen) mi bilir? Sanırım her projede hatalar da vardı, çünkü her ekibe deneyimlerini sordum. Ekip olmayı, destek bulamadıklarında bile adım atabilme becerisini, pazarlık yapmayı öğrendiklerini duydum. Stres yönetimi becerileri oldu, sorumluluk almayı, aynı hedefte yürüyebilmeyi, iş paylaşmayı, iş paylaşmamanın yarattığı sorunları gördüler. Bizim ekipte bizzat gördüğüm bir sıkıntı, klasik Türk iş yapış mantığıydı. Her toplantı sonrası, salondan çıkmadan soruyordum, raporlarınızı tutuyorsunuz değil mi diye. Hep onaylıyorlardı. Meğer toplantıyla ilgili bir not tutuluyormuş, oysa her departmanın ayrı bir rapor tutması gerekiyordu ve bunu öğrencilerimiz, ilgili dökümanların hepsini incelemedikleri için bilmiyorlarmış. Hem danışman öğretmenleri sevgili Esra Hoca hem de ben, çocukların onayından ötürü açıp da gösterin demedik, bu da bizim hatamız oldu. Son gün sıkışıklığıyla güç bela aştık. Ben ne öğrendim bu projede? Girişimcilikle ilgili benim henüz yapmadığım ya da yapmam herhalde dediğim şeylerin de yapılabildiğini gördüm. Moralim bozukken bile başkalarına moral verebilmeyi, defalarca ve defalarca bunu yapmayı gördüm. Canım sıkkınken, hadi bir adım daha atalım diyebilmeyi gördüm. TV'lerde canlı yayın konuğu olmanın, lise girişimciliğinde ne gibi işlere yaradığını gördüm (belki bir gün açarım bu konuyu). Bir öğretmen ile 19 öğrenci ile ne güzel şeyler yapılabileceğini gördüm. Bu kadar büyük bir ekibe koçluk yapmanın pek de kolay olmadığını gördüm. Girişimci koçluğu hizmetimde bazı şeyleri revize etmeye karar verdim. Ha belirteyim, proje gereği çocukların deneyim edinmesi gerektiği için, hata yapacakları vakit durdurmamamız istendi. Dolayısıyla hataları görüp de susmanın zorluğunu da yaşadım. Benim ekipteki çocuklar çok şanslıydı, çok sıkıntılı bir proje sürecinden geçtiler (bu sayede yoğun deneyim edindiler) ve yanlarında beni geçelim, Esra Can Değirmencioğlu isminde melek kalpli, kalkınma vizyonlu, sıcak kanlı bir öğretmenleri vardı. Ben bu çocukların menajeri olayım en iyisi :) Bu arada CEDAYlarımın projeleri reel hayata da geçecek, sadece bir proje olarak kalmayıp şirkete dönüşecekmiş :)

Liseli Girişimcilerin Serüvenleri

Genç Başarı Eğitim Vakfı'nın çalışmalarından bahsetmiştim. Hatırlatma yaparsam liselerin 10 ve 11. sınıf öğrencilerinin birer ekip oluşturarak 3 ay süreli işletme kurmaları ve girişimcilik deneyimleri edinmeleri hedefleniyor. Juniour Achievement Young Entrepreneur, 1929 akabinde Amerika'da kurulmuş bir vakıf olup üretkenliği artırmayı görev edinen bir oluşum. Ülkemizde de Genç Başarı Eğitim Vakfı adıyla hizmetler yürüten yeni bir vakıf. Geçen sene dahil olmuştum ben de, ancak aktiflik bu seneye nasipmiş. Kağıthane Vali Hayri Kozakçıoğlu Ticaret Meslek Lisesi öğrencilerinin kurduğu CEDAY FOTOĞRAFÇILIK GENÇ BAŞARI ŞİRKETİ'ne gönüllü koçluk yapmıştım ben de bu sürede. Cumartesi Günü, Marmara Forum'da kurulan 50 kadar standda Silivri'den de okullarımız vardı, Robert Koleji gibi güçlü okullarımız da. İlk kişisel gelişim eğitimimi verdiğim İstanbul Erkek Lisesi de 2 ayrı ekiple oradaydı. Hani madem bir proje yapılmış, biz de görev alalım diyen okullar da gözledim, ama bunu çok ciddi boyutlara ulaştıran
ekipler de gördüm. Mesela İSTEK okullarından bir ekip vardı, süper bir proje çıkarmışlar, sütün çocuklarda kullanımına süper bir katkı sağlamışlar, üstelik de gayet ucuz ve etkili. Patent alır almaz işi ciddiye bindireceklerinden eminim. Mustafa Saffet Anadolu Lisesi'nin Glabo isimli şirketinin ise cam boyamacılığı üzerine çok hoş ürünleri vardı ama reel sektördeki camcılardan farkları, çok samimi pazarlamacılarının olmasıydı sanırım. Enka Koleji'nden Enco ise, otizm üzerine farkındalık yaratan bir satış izliyordu. Bursa'dan Dora isimli şirket, Bursa Yeşilyayla Ticaret ve Endüstri Meslek Lisesi öğrencilerinin ekipleriydi. Organik üretilmiş sıvı sabun sunuyorlardı. Peki sadece bu mu? Dori isimli maskotları da vardı ve çocukların sabun kullanımını artırarak hijyeni geliştirme gibi bir öyküleri vardı, çok da samimi çocuklardı. Mustafa Saffet Anadolu Lisesi'nin diğer bir projesi ise %100 geri dönüşüme uygun çantaydı. İşlerini çok sevmişler ve sürdürecekler. Ama ufak bir tasarım önerisinde bulundum. Poşet kullanmıyorum, onlar eğer erkeklerin de kullanabileceği bir çanta yaparlarsa onlardan alışveriş yapacağım.
Evsel yağ atıklarının küçük çapta değerlendirilip piyasaya kazandırılması konusunda çok başarılı bir ekip vardı. Başarı demişken bir ekip vardı ki proje sonrası işlerini devam ettirmek, hatta proje sırasında edindikleri gelirle cam üretim ve fırınlama sağlayan bir makine satın alarak işlerini reele çevirmek istediklerini söylediler, ben de abileri olarak kart verdim, projeleri için birşeyler karalar kalamaz iletişime geçecekler. Ödüllerin çoğunu ise, lise düzeyinde girişimcilik faaliyetlerini yıllardır yapan Robert Koleji topladı. Pet-it-kit isimli şirket, özel tasarladığı çanta ile evcil hayvanlarımız için ilk yardım seti satıyordu. Kağıthane Vali Hayri Kozakçıoğlu Ticaret Meslek Lisesi öğrencisi Cedaylarım da kostüm ve dekorları sayesinde farklı konseptlerde fotoğraflar çekti. 50 kadar okul vardı, hepsini tek tek saymayacağım. Tek cümlede özetlersem, süper deneyimler edindiler, çünkü herşey güllük gülistanlık değildi. Bir sonraki yazımda da gül bahçesinin dikenlerine değineceğim.

9 Mayıs 2012 Çarşamba

İnanç Dediğin İşteştir

İnançtan dem vurur birçok kişi.
Geen gün ama enteresan bir deneyim yaşadım bu konuda ve kendime batıracak birkaç iğneyle çuvaldız buldum.
Yaşadığım bir sıkıntı sebebiyle, güzel sonuçlar doğuracağına inandığım bir konuda inancım sarsıldı.
Defterleri kapatıyordum, demek ki değilmiş dediğim bir an'a girmiştim.
Kendime kızıp, nasıl bunu öngöremedim diye söyleniyordum.
Bu sırada kızgınlığımı fark ettim, öyle ki ağlamk üzereydim ve sessiz çığlıklar attım evde.
Öfke?
Bu duyguyu unutmuştum, hayal kırıklığını da. Neydi değişen peki? Birçok kişinin bildiği gibi bir böceğe, taşa, toprağa, oluşa aşık olmam gibi aşığım bir insana. Aklıma gelen tek baskın değişim buydu. Haliyle bunun getirdiği çeşitli şeyler yaşıyordum, mesela tek değil eşli bir gelecek tasarlamak gibi.
Madm birşeyleri revize ettiğim bir süreçteyim, peki acaba inacımda da bir revizyon yapabilir miyim?
Mesela?
İnancım kaşılaştığım duumdan ötürü sarsıldı, değil mi?
Pekala biz demiyor muyuz eğitimlerde, koçluk seanslarında, karşılaştıklarımız kendi sorumluluğumuzdadır, rahatsız isek çözümüne biz el atmalıyız diye.
Düşündüm, inanç da işteş aslında diye. İnanan ve inanılan diye iki öznesi var. Ben burada inanan olarak pasifim belki ama rolümü aktifleştirmeliyim.
İnandığım şeyin olmaması sebebiyle konuyu kapatmadım inancımın, isteğimin arkasında durdum. Biraz sert oldu heyecanla, ama çözdüm sonunda.
İnançlar da işteştir. İşteş olan herşeyde olduğu gibi, ilişki, iletişim, ortaklık vs benim de paylarım var ve o halde benim de sorumlulularım var.
Nietzche de Tanrıya küstüğünde, dizginleri eline alıp sürecin sorumluluğunu üstlenmeliydi sanırım.
Ya siz? 
İnançlarınızı düşünün; kendinize dair, ilişkinize dair, işinize dair, yaradılışınıza dair. Yeterince sorumluluklarınızı yerine getiriyor musunuz?
Kaybettiğiniz inaçlarınızı düşünün. Yeterince sorumlu davrandınız mı?

4 Mayıs 2012 Cuma

İtiraf Ediyorum, Koçluk Bir Saçmalıktır

Evet, koçluk bir saçmalıktır. Para tuzağı değildir, ama sihir de değildir, gaz değildir, sadece saçmalıktır.
Belki bu işin uzmanı olduğumu söylemiş olabilirim.
Mesleğe ilk girdiğimde Türkiye'nin ve hatta dünyanın en genç profesyoneli olmuş olabilirim.
Koçluk teknolojisiyle birçok aşılmaz sanılan engeli aşmış ve hatta danışanlarımla da yollar kat etmiş olabilirim.
Üstelik koçluk ifadesini bir çok kişi yanlış ele alıyor, birbirlerine ahkam kesiyorken, bu işi layığıyla yapan koçlar olarak başkalarına ilham da dağıtmış olabiliriz.
Ama koçluk, bir saçmalıktır.

Bilişsel psikolojide güven alanı diye bir şey vardır, kendinizi iyi hissettiğiniz bölgelerdir.
Aslında iyi hissetmeseniz bile, ne olduğunu, nelerin olabileceğini bildiğiniz, emin olduğunuz, pek sürprizlerle karşılaşılmayan bölgedir.
Risk yoksa kazanç da yoktur felsefesini gösteren bir yerdir. Riski yoktur, kazancı da yoktur haliyle, geliştirmez insanı.
Herşey normaldir orada. 
"Normal."
Ne kadar severiz bu kelimeyi, değil mi? Anlamı norma uygun demek. Norm ne demek? Kalıp.
Yani size desem ki, "kalıplara göre yaşıyorsunuz" diye, direnç gösterirsiniz, ama "normal formlarda yaşıyorsunuz" desem, NORMAL algılayacaksınız beni.

Peki kalıplar nasıl aşılır?
Düz mantık gidersek, kalıpları aşabilecek bakış açıları geliştirerek aşabiliriz.
Kalıpların ötesinde nasıl bakabiliriz pekala? 
Yabancı terminolojide kutu dışı düşünme diye bilinen, içimizdeki kutulardan kafamızı sıyırarak baktığımızda.
Ya da direnç gösterdiğimiz üzere, sıradışı düşünerek.

Sıradışı düşünme becerileri geliştirebilmenin ise 3 yolu var benim bildiğim; yalan (tasvip etmiyorum), ilişkilendirme becerisi (zihin haritalama ve geliştirdiğim eğitimlerimde detaylı şekilde bu beceriyi ele alıyorum) ve saçmalamak.

Başarılı koçluk çalışmalarında da, en azından benim stilimde, yaptığımız şey saçmalamak.
Mesela danışan kişi kariyerinden memnun değil. Her şeyin yolunda olduğunu düşünüyor; ücret, yan gelirler, statü, kurumsal itibar vs... Ama memnun değil. Saçmaladık ve esas memnuniyetsizliğinin, kocasının yaptığı işe saygı duymaması olduğu çıktı. Bunu normal düşünme sistemleriyle ne kadar etkili elde edebilirdik ki...

Bir dostumun canı sıkkındı. Sebebini sordum, sağlık problemleriymiş. Hayırdır dedim, eski bir hastalığı nüksetmiş. Ona hastalıkların altındaki psikolojik bağları bulup çözelim dediğimde saçma bulmuştu :) Ama izah ettim, biraz motive ettim ve yine saçma sapan sorular sordum. Güle güle, dalga geçerek cevapladı ve meğer bir arkadaşı çok canını sıkmış, bu da farklı bir şekilde bedenine yansımış. Hastalığı kaynaklı can sıkıntısı gitti, neşeli bir çözüm süreci başladı. (Bir ara anlatacağım hastalıkların psikolojik tetikleyiciliğini, şimdi dikkat dağılmasın)

Dünkü düşünme kalıpları, sizi yarına hazırlayabilir, ama götürmez.
Farklı bakmalısınız konulara, olaylara, olgulara.
Koçluk bu sebeple bir saçmalıktır. Saçmalatır sizi, "hadi canım" diyeceğiniz bakış açıları geliştirmenizi sağlar. Hemen akabinde de başarılı koçluk çalışmaları, bu saçmalamaların altındaki mantığı izah eder.

Bu konuda merakı olan herkesle deneylerimi, bulgularımı, deneyimlerimi paylaşmaktan keyif duyarım. Eğer farkında olmadan koçluğu kalıplar halinde ele alan bir yaşam koçuysanız sevgili okurum, size de kapım sonuna kadar açık :) Neticede mesleğimizin başarı çıtasını yükseltmek de bize düşen görevlerden.

Saçması seçmesi bol anlar diliyorum,

1 Mayıs 2012 Salı

Kutup Yıldızı Kıvılcımı Ateşe Çevirir

From Evernote:

Kutup Yıldızı Kıvılcımı Ateşe Çevirir

2 gündür düşünüyorum, CEDAY FOTOĞRAFÇILIK girişimcileri nasıl da zorlanıyor diye. Okul yönetiminde dirençler oluyor, bazı hocalardan dirençler oluyor, arkadaşlarından ve ve aile üyelerinden...
Oysa başarılarını kanıtladıklarında herkes kucak açacak, hatta sahiplenecek.
Benzer şey herkeste,her yerde.
Atatürk ve kurmaylarıbaşarılı olmasaydı 19 Mayıs, kurtuluşun bayramı değil, isyanın günü olmayacak mıydı?
Babam bana hurafelerle uğraşma der, kızardı. Koçluk da neymiş, psikoloji para kazandırmaz,  vs... Meslek seçimime direkt karışmadı ama içerldiğini okuyordum gözlerinden. Misafirler ben yan odadayken ne iş yaptığımı babama sorarlarsa, "bizim anlamadığımız abidik gubidik şeyler" diye cevaplardı.
Ben biraz büyüyüp serpilip de koca işadamlarına eğitimler vermeye, koçluk yapmaya başlayınca zekamla, öngörülerimle övündüğünü de gördüm. Belki de artık içerlemiyor, "bu çocuğu da böyle kabulllenelim" diyordur.
Doğa da böyle anlaşılan, mesela erkek kadına spermlerini verince hemen başlamıyor gebelik süreci, değil mi?
Triatlon aşan spermlerden ancak bir kısmı finişe geliyor ve devasa bir duvarla karşılaşıyor. Onu aşabilenlerden ancak bir tanesi ise hayata tutunmayı başarırsa kadın artık kendisini anne sayıyor. Bir sürü "yapılacaklar listesi".
Keza kibritler...
İlk yaktığınızda ateş korunmalı ki sonra kavını alsın ve kolay kolay sönmesin.
Pei sizin girişiminizin veya özel hayatınızda aldığınız kararların ilk kıvılcım anından ateş haline gelmesi nasıl mümkün?
Bunun için en ideal yol kutupyıldızı edinmeniz, onu belirginleştirmeniz ve ruh haliniz nasıl olursa olsun, onu gözleyebilmeniz.
Haliyle odaklanmamız gereken soru, kutup yıldızınız nerede, ne yönü gösteriyor?