14 Temmuz 2010 Çarşamba

Şairimiz burada, neopastoral akımlarda, irrelevans diyarlarda yüzmüş... mü acaba:)

Bir süredir internet bağlantımdaki sorun nedeniyle yazamıyordum.
Ufak bir geri dönüş yapalım ve ilk olarak İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti'nin Gönüllü Programı'nda dün katıldığım bir geliştirici eğitimden bahsetmek istiyorum.
Hmm, Ülke ve Kültürlerarası Öğrenme Eğitimi isimli bir eğitimdi ve non-formal sistematik üzerine olduğu için içeriğini anlatmak istemiyorum:) Katılmanızı öneririm ve dileyene maille bilgi ulaştırabilirim.
Şimdi eğitimden bahsetmeyeceğim, ancak eğitimden cebimde neyle çıktığımı açmak istiyorum biraz.
Eğitim sırasında bize bir soru sorulmuştu, ardından ise etkinlik yapıldı. Bir çok kişiye saçma gelen, mantığa uymayan, enteresan bir küçük etkinlik ve hemen bitiminde ise bir önceki sorgulamayla ilgili bir küçük çalışma yaptık.
Ben eğitimlere, gönüllüsü olduğum programda biraz daha aktif olmak için katılıyorum, ancak ayrıca non-formal eğitim deneyimimi artırmak için ekstra gözlem niyetimi de saklamıyorum.
Ve eğitimdeki bu düzeni, NLP'de de zihnin girdiği kolcaycı yollardan sapmak için yapılan trans hareketlerine, koçlukta uyguladığımız danışanın ezberlenmiş ifadelerini bozmak için rastgele film anlattırmalarına benzetmiştim.
Uygulamalarımızda kişi, bir konuyu anlatırken seri ve daha önce düşündüğü şeyleri ifade ederek anlatıyorsa, kendisinde oluşturduğu kalıplara giriyor diye düşünüyor ve o an aklından geçenleri kırmak için de rastgele birşey anlattırabiliyoruz, ki bu genelde saçma bir soru sormak ya da konuyu dağıtıcı herhangi başka bir şey:)
Ardından ise, konuya tekrar dönüp, bu kez kontrollü sorular ile ezberleneni değil, hissedileni ifadelendirmeye çalışıyoruz.
Bu, mesleki bir deneyim olduğu için, dünkü uygulamayı da buna benzetmiştim, hatta bize arada yaptırılan etkinlikte, birbirimize omuz çarptırma olayını da, maddi varlıklarımızı kabullendirme gibi bir anlama koymuştum.
Tüm eğitimin sonunda da eğitmenimiz Ferhat'a yanaştım ve bu böyle miydi diye bir teyit sorusu sordum:)
Sadece ekip oluşturmak için yapılan bir eylemmiş:) Alakası yokmuş bahsettiğim şeylerle, ancak benim yüklediğim anlamları paylaşınca çok hoşuna gitti ve bunu dikkate alacaklarını belirtti.
Aklıma da özellikle lisede edebiyat derslerinde yaptığımız yazı tanımlamaları gelmişti... Belki de okuduğumuz yazıların, şiirlerin yazanları, hiç de hocanın bize dayattığı şeyleri düşünmemişti. Oysa biz ne anlamlar yükledik, yüklemeye çalıştık, hatta yüklemeyi yapamadığımız zaman sınavlardan kaldık:)
Hmm, sanırım Tanrı'nın da sadece "ben varım" demesine ve insanlığın da "o zaman sana tapınalım" demesinin altında bu "anlam yüklemecilik" olsa gerek:)

2 yorum:

  1. Aslında derslerde biz bir anlam yükleyemedik bile. Düşünmemizin pek teşvik edildiğini hatırlamıyorum. Bu budur , bunu şundan ötürü demiştir, şunun altında yatan asıl neden budur... sonra sınav... hep bir şeyler öğretildi bize, hep bir şeyler yüklendi... bir sürü fazlalılığımız oldu böylece... ama bir türlü kendi fikirlerimiz olamadı ... ne zaman ki duruma uyandık o zaman onların gözünde isyankar olduk , uyumsuz olduk...
    belki de tanrı ''sadece ben varım'' demedi... bize öyle dediğini söylediler... ve insanlar ''o zaman sana tapınalım'' demedi... ''ona tapın'' ''ondan korkun'' dediler... neye inanmazı istedilerse onlarla doldurdular bizi.

    uzun uzun zaman önce bir bilgenin dediği gibi;

    ''Kutsal sözcüklerin tohumunu ektim yeryüzüne.
    Çok geçmeden kötülükler silinecek
    Savaşçılar ölecek,
    Taşlar toprak olacak;
    Çok geçmeden anlı şanlı krallar
    Kuru güz yaprakları gibi savrulacak:
    Her tufanda, binlerce nuh gemisi Şu sözlerimi yankılatacak:
    Ekilen tohumlar
    ürün verecek...''

    ve zamanı geldi artık diyorum sevgili mustafa, seni ve senin gibi gençleri gördükçe...
    ekilen tohumlar ürün veriyor , görmek de bize nasip oldu çok şükür :)

    sevgilerimle.
    ayşe.

    YanıtlaSil
  2. dusunceniz için çok teşekkurler efenim:)

    YanıtlaSil

Yorumunuzla blogu zenginleştirdiğiniz için teşekkürler :)))