proaktif etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
proaktif etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Mayıs 2011 Perşembe

Olasılıkları Fırsata Dönüştürmek Dedikleri...



Dün bir etkinliğe katıldım, Bilgi Üniversitesi, Örgüt ve Endüstri Psikolojisi Yüksek Lisans Programı'nın, İK'da yeni yaklaşımlar: Risk Yönetimi adında bir sempozyumundaydım.
Bazı gözlem ve kazanımlarımı paylaşmak istedim.
Şu günlerde bir havayolu şirketinin personel güçlendirme projesine eğitim içeriği hazırlıyorum. Uzun bir araştırma sürecindeydim ve bazı verileri tararken havacılık sektöründe hayatınızı makinalara ve yazılımlara bağlı olsa dahi, kazanların tamamına yakınının direk insan faktörlü, kalanının da dolaylı olarak insan kaynaklı olduğunu gördüm defalarca.
Cahil Mustafa, diğer sektörlere de kabaca göz gezdirince benzer sonuçlarla karşılaştı.
Bu konuda çözüm yolları olarak nelere başvurulmuş, nelere başvurulabilir diye bakınca da karşıma, eğitim projemle de ilgili olarak Endüstriyel ve örgütsel psikolojiler çıkıyor.
Bu insan faktörü konusunda ülkemizde durum nedir? 
Risk yönetimi adıyla, dar bir mecrada, yabancı merkezli ya da uluslararası Türk işletmelerinde birkaç örnek çıkıyor karşıma. Yani yerel ve derin problemlere, uluslararası vizyonu olanlar değiniyor sadece.
Kendi adıma göz ardı ettiğim bir şeyi paylaşmak istiyorum:
Yönetsel becerilerden birisi olan kriz yönetimine çok odaklıyım ve bu konuda kendime güvenirim. Gayet proaktif birisi olduğumu düşünüyor ve bir kriz ortamında bahane bulmaktansa çözüme yönelerek bunu gösterdiğime inanıyordum.
Oysa bu sempozyumda yapılan bir paylaşımda, proaktifliğin, krizin doğup da oluşan zararın tazminine çalışmak değil, risk faktörlerini öngörerek tehditleri çözüme ve hatta fırsata dönüştürmede yattığına değinildi.
Kriz yönetimi gibi çok önemli bir gereksinimi, risk yönetimi adımına çekerek, yönetsel beceride, daha derin bir vizyon kazanılabilecek yani.
Tehdit yönetiminden olasılık yönetimine odaklanmak diye de bakabiliriz.

Kriz yönetiminde başarılı bir noktada görüyorum kendimi.
Şimdiki hedefim ise risk yönetiminde başarılı olmak. Ve en uygun zamanda da, fırsat yönetimine odaklanmayı düşünüyorum (buna dün değinilmedi, blogu yazarken düşündüm:) )
Merak ettim, risk haritası çıkaracak olsaydık nasıl olurdu? Mesela ilk 20 risk kalemimiz neler olurdu?

Bir başka gözden, ötelenen konu da gerçekleşmesi çok küçük olasılıklar olan, milyonda bir misal, böylesi riskleri "nasıl olsa olmaz" ya da "önceliklerimiz farklı" diyerek önce öteleme sonra göz ardı etme ve hatta unutmaya meyilliliğimiz...

Bu iki önemli kalemin haricinde sempozyumdan birkaç notumu daha paylaşayım:
  • Risk yönetiminde firma yönetimi, İK pozisyonunda kararlı ve süreç içinde etkin olmalı ki Risk Yönetimi işlevsel olsun.
  • İş kazalarından kaynaklı ölümler yadsınamayacak kadar fazla ve cep telefonları ile motorlu taşıtlar başlıca sebepler.
  • Diğer ülkelerde gerçekleşen olaylardan ders alarak ülkemizde ve hatta firmamızda hazırlıklar oluşturabiliriz.
  • Ülke demişken İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin afetler için Risk Yönetimi'ne dair çok başarılı hazırlıkları var.
  • Kurumda risk kültürü yerleştirilmediği takdirde risk yönetimi gerçekleştirilemez.
  • Risk senaryoları üzerine çalışmak, risk yönetiminde çok önemli deneyimler kazandıracaktır.
  • Kurumsal Risk Yönetimi, diğer departmanlarla entegre mi, yoksa bir kerelik başvurulan, tak çıkar bir süreç mi?
  • Ülkemizde günde 3 kişi iş kazasından ölüyor.
  • Bilgi ve beceri, risk yönetimi için yeterli değil, tutum da önemli: kırmızı ışıkta durmamız gerektiğini biliyoruz, kırmızı ışıkta durabilecek beceriye sahibiz ama kırmızı ışıkta duracak tutumumuz var mı?
Zaman içinde, başka paylaşımları ve ilham edindiklerimi de yazarım.
Hepimize bol fırsatlı mesailer:)

22 Temmuz 2010 Perşembe

"Ama beni dinlemiyorsun ki... :("

Bir süre önce gördüğüm bir rüyamı paylaşmak istedim.
Karşımda tanıdık birisi vardı, çok muhabbetimiz olmamıştı ama az-biraz beni etkilemiş birisi...
Neyse, bu kişi gerçekte uluslararası bir firmanın yöneticisi ve Türkiye'deki bazı önce sosyal çalışmaların da icra edicisi, ancak rüyamda karanlık bir insan gibi tipi vardı, arkasında da iki adam(!).
Şu an hatırlamadığım bir konuyu tartışıyorduk ve bana, sorunumu niye masaya yumruğumu vurarak çözmek yerine, karşı tarafı ikna etmeye, onunla/onlarla iletişim kurmaya çalıştığımı anlamadığını, bunun saçma olduğunu... empoze ediyordu.
Ben de haliyle düşüncemi savunuyordum, artık iletişimci olmak istediğim vs...
Ama lafları hep ağzıma tıkıyor, sözümü kesiyor, söylediğim hiçbirşeyi de kaale alıp dinlemiyordu...
Derken sinirlendim ve "dinlemeyeceksen anlatmam abi!" diye çıkıştım ve sustum akabinde de.
Bunun üzerine o da sustu ve "dinliyorum o zaman" dedi. Ben anlattım, anlattım, mantıklı noktalardan yürüdüm ve ondan da başıyla onaylar alıyordum. Her sözüm bitti ve sustum.
Bana "bitti mi?" diye sorar sormaz kaldığı yerden devam etti konuşmasına. Resmen benim konuştuğum süre boyunca "pause" (teyplerdeki bekleme tuşu) tuşuna basılı kalmış ve sonrasında "resume" (devam etme) etmiş gibiydi.
Ben de bunun üzerine "ama dinlemiyorsun'" diye hömkürdüm, köpürdüm, vs...
Size de çok tanıdık gelmiyor mu?
Ne konuşulduğunun, kimler arasında konuşulduğunun bir önemi yok da, nasıl konuşulduğu...
Ve "dinle beni" denince, karşı tarafın biraz saygı (!) ile susup bizi dinlemesi ya da öyle gözükmesi...
Dinlenmek, dinlenmemek,... Proaktif (hayatının kontrolünü mümkün olduğunca kendi elinde tutan/tutmaya çalışan) yaşayan birisi için bundan ziyade kendini ifade etmek, edememek...
Tabi, karşı tarafın beni dinlemediği sırada, ona bunu emir kipleriyle dile getirmenin bir çözüm getirmediğini öğrenmenin yanında, bir de ders çıkarayım kendime dedim.
Bunu düşünürken, bir bilgelik sözü ilişti aklıma;
"Eğer sen bilgiyi yeterince açık ifade edemiyorsan, onu henüz özümsememiş, benimsememişsin demektir."