20 Mayıs 2014 Salı

Tevekkül İzni

Umut bir güçtür, en büyük zorluklarda bile bir adım daha atabilme gücüdür.
Elim sınavlardan geçtiğimiz şu günlerde ise umut daha da önplana çıkmıyor mu?
Bir facia yaşadık ve yüzlerce kardeşimiz öldü, binlerce eve ateş düştü.
Ama daha bu olaylar durulmamışken, aynı zor şartlardaki başka bir kaza yuvasına 4000 iş başvurusu yapılıyor, Zonguldak maden işçilerinden bahsediyorum.
Başvuran gençlerden biri, haberlerde “Kader” diyor; “Kaderimizde ölmek varsa, ölürüz…”
Nasıl bir kanıksama… Muazzam bir teslimiyet mi yoksa korkak bir boyun eğiş mi?
Herkes madenlerdeki otomasyon sistemlerinden bahsediyor. Gaz maskesinin filtre maliyetini tasarruf etmek isteyen bir yönetim, o otomasyon sistemini de işçinin sağlığı için değil, maliyet düşürücü veya kâr artırıcı olduğu zaman kullanır. Demek ki o makineleri işletmek saati 5 Lira’dan çok daha maliyetli.
Ayrıca zaten otomatize sistemlerde işçi sayısı düşürülür ve bu da istihdam yaratmamış başka bir yönetimin daha da zorlanması demektir.
Peki… Yönetimler ve kaderler arasında sıkışmak tek yol mu?
Soruyorum bazen, kariyerin için ne yaptın diye. KPSS’ye hazırlanmış ve sınav tarihini bekliyor. Ya da puanını almış, atamasını bekliyor. Veya atamasını da almış, gidiyor-geliyor.
Bir vizyon için ne yapıyorsun diye sorduğumda boş gözlerle bakıyor 10 kişiden 9’u.
Geçen gün bir kolej kurucusuyla tanıştım ve çok etkilendim. Süper bir vizyonu var, idealist ve bu idealler üzerine öğretmenlerini seçiyor, müfredatını geliştiriyor, projeler tasarlıyor.
Öğretmen bir yakınımla sohbet ediyorduk, ona çıtlattım. Böyle bir okulda, böyle bir liderle çalışmak ister miydin, tanıştırayım mı diye.
“İhtiyacım yok ki, atamamı aldım” dedi, kötü bir okulda, kötü bir müdürle beraber, ama sonuçta ATANMIŞ bir öğretmen. Sanırım birkaç saat önceki sohbetimizde hayıflandığı, dert yandığı okul, aslında iyi bir yerdi.
“Bir öğretmen için en iyi şey atanmış olması Mustafa” dedi, gururla ve kendini şanslı hisseden bir edayla.
Gülümsedim, sustum.
KPSS, Kamuyu Personelleştirerek Sahiplenme Sistemi.
İlk kez bir kongrede konuşmacıyken kullanmıştım bu tabirimi, ayakta alkışlamışlardı. Umarım o anki duygularını korurlar ve gün gelince KPSS yoluna girmezler.
Peki ya gençlik?
Atatürk’ün umudunu halâ omuzlarında taşıyor mu bu Facebook şövalyeleri?
23 Nisan’da neşe doluyoruz, 19 Mayıs’ta kükrüyoruz, 30 Ağustos’ta yeri göğü inletiyorken, 29 Ekim’de bekçisiyiz, 10 Kasım’da ise “İzindeyiz” diyoruz. Diyor da diyoruz, ama ya icraat?
Daha önce bahsetmişimdir belki, birgün yeni biriyle tanıştım. Sohbet ederken konu işe geldi. X firmasında Y pozisyonunda çalışıyormuş, orta düzey yönetici. Kitabı var yayınlanmış, elit bir eğitimden geçmiş. Sordum, “X firmasında çalışmadım ama pek büyüksünüz dedim. Duyduğuma göre senin bile başına bir şey gelse, sistem sizi yedekliyormuş ve kendi içinde delegasyon yapıyormuş, yokluğunu aratmıyor, herşeye devam edebiliyormuş.
Gülümsedi, göğsü kabararak “Mustafa biz kurumsallıkta dünya deviyiz” dedi. Peki merak ediyorum dedim, “varlığınla yokluğun çok bir şey değiştirmiyorsa, oradan ne alıyorsun, orada ne buluyorsun?” diye sordum. Düşündü. CV’sini gözden geçirmesi gerektiğini söyledi. Muhtemelen hala orada çalışıyordur, yapmamıştır, ama muhabbet kabaca böyleydi.
Aynı firmadan başka bir arkadaşım ise üretim müdürü olarak çalışırken, global merkezden bir değişim yazısı geliyor; üretim parkurunda bazı makine değişiklikleri olacak.
Arkadaş da kendi amirine bir raporla karşı çıkıyor, “şu makineler yerine şu makinelerin alınması halinde şöyle bir maliyet tasarrufu sağlandığı gibi şöyle de bir kapasite artışımız olacak.” Aldığı cevap Sen İşine Bak.
Herkesin can attığı bir firmada fikrini ortaya koyamıyorsa, ne işi var diye düşünmüş. Çıkmış ve şimdi daha büyük bir firmada daha da güzel icraatler yapıyor.
Çünkü olay katma değer olayı.
Katma değerinizi ortaya koyamadığınız yerde, üretme duygusu da çıkmaz ve derinlerde “işe yaramazlık” duygusu doğurur, tatminsizlik de başlar.
Ve gün gelir, gerçekten de işe yaramazsınız.
Oysa silkelenseniz, en iyi olduğunuz şeylerin üzerine gitseniz, herşeye rağmen yürüseniz, gurur da onur da kendiliğinden gelecektir.
Mesela şu sıralar Ödül Hukuku üzerine çalışıyorum. Konuştuğum hukuk uzmanları karşı çıktı, dalga geçtiği için “bunda iş var” dedim ve şu an hoş bir noktaya taşıdım. Umarım çok geçmeden paylaşabileceğim.
Yıllar yıllar önce psikoloji demiştim, gülmüşlerdi. Bugün en büyük ihtiyaç değil mi?
Koçluk dedim, yine güldüler, bugün Milyar Liralık bir piyasa söz konusu.
İnovasyonu ilk andığımda kimse bakmaz dediler, biraz haklı çıktılar. Bakılıyor sadece, icraatler soru işaretli.
Ama yol gidenin, kılıç kuşananın.
Kabuklardan sıyrılmadığınız sürece dünle bugün aynı kalır, haliyle yarın da.
Peki sen, dününle aynı bir yarın mı istersin, daha güçlü, daha iyi, daha geniş, daha derin, daha faydalı bir yarın mı?
“Vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır.”
Görevin ne, bu hayattaki görevin ne?
Bunu içinde bulunduğun ortamda en iyi nasıl yapabilirsin?
Tevekkülü elinden gelenleri yaptıktan sonra yaşayabilirsin.
Haydi kalk, sırada icraat!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuzla blogu zenginleştirdiğiniz için teşekkürler :)))