16 Nisan 2015 Perşembe

Networking için Beden Dili Önerileri

Uzun ismi Business Network International olan BNI, uluslar arası iş ağıdır ve bu konudaki en yetkin oluşumlardandır.
Kurulan her grupta da her sektörden sadece bir temsilci yer alır ve her hafta düzenli toplantılar yapılır. Üyeler birbirine iş satmaya çalışmaz, bilakis birbirlerinin işini çevrelerine sunarlar. Pazarlama ve satın alım için süper bir mecradır.
Ben de Türkiye’deki ilk üyelerinden olup 2 dönem eğitim koordinatörlüğünü de yürüttüm kendi grubumun; bu düzenli toplantılarda 4 dakikalık özel bir içerikte networking eğitimi veriyoruz yani.
Twitter veya Facebook ağımdaysan BNI paylaşımlarımı biliyorsundur bunları, yine de özet olsun diye paylaşmak istedim.
Benden sonraki eğitim koordinatörümüz de gayet güzel götürüyor; eline, diline, gönlüne sağlık Özlem.
Bu haftaki eğitim sunumunu benim yapmamı istedi; ben de beden dilini seçtim.
Hızla yayılan networking etkinliklerinde birçok beden dili kazası görüyorum. İngilizce kitabı kadar beden dili kitabının dolaştığı bir alanda basit noktalarda bile hatalar yapılabiliyor.
Ben de o sebeple BNI grubumda anlattıklarımı networking ile ilgilenen herkes okusun diye yazmak istedim.
  • Koku
kokuBeynin daha ceninken ilk gelişen bölgesi koku duyarlılığıyken networking konusunda da bununla başlamak gerekir diye düşünüyorum. Keza artık malumumuz olan ilk intiba konusunda da ilk reaksiyonlardan biri koku oluyor. Bir kutu parfüm boşaltıp networking salonunda yerini almak kadar kötü bir şey de sanırım sigara kokusu eşliğinde o salonda yer almaktır. Ter veya başka kokuları da listeye dahil edebiliriz.
Zaten sigara içmeyen birinin içen birine göre kokuya daha duyarlı olduğu biliniyor. Özellikle BNI toplantılarında olduğu gibi sabah erken saatlerde toplantı yapılıyorsa bu duyarlılık çok daha ilerliyor.
Samimi arkadaşlarınıza bile yaşatmak istemeyeceğiniz bir koku kazasını toplantılarda yaşamayı, yaşatmayı hiç istemezsiniz sanırım. Networking mecralarının pazarlama konusunda kilit önemde olduğunu dikkate alarak, biraz daha özenli olabilirsiniz belki.
  • Tokalaşma
İlk intiba unsurlarından biri de tokalaşmak değil mi?
Afrika’da da Asya’da da Amerika’da da tokalaşılır. Bununla ilgili daha önce birşeyler yazmıştım sanırım. Farklı coğrafyalarda da olsa benzer tokalaşma türlerine kabaca bakalım mı?
kemik-kiran-kadriyeKemik kıran Kadriye stili; zeytinyağı mı öğüteceksin, öfke kontrolü mü yapıyorsun, çocukluğunda mı sarsıldın bilmiyorum, ama o eli press makinası gibi sıkarsan güçlü bir intiba değil sert, iletişim kurulamayacak sert bir imaj bırakırsın, o kadar.
 
 
 
parmak-ucuKullanılmış mendil stili: parmak ucu tokalaşma diye de geçer yurtdışında. Karşındakinin elini tutmaya bile tenezzül etmezsen işbirliğine nasıl yanaşacaksınız?
 
 
 
balık-tutuşuBalık tutuşu stili: parmak ucuyla tutmazsın belki, ama çok da farklı değildir. Mesela tokalaşırken benim elimi balık tutuyor gibi tutarsan, büyük balıkları kaçırmış bile olabilirsin, ruhun duymaz.
 
 
 
Politikacı stilipolitikaci: çift elle tutulan el, şeklinden de anlaşılacağı üzere ekstralar barındırıyor. Ekstra bir el, ekstra bir samimiyet çabası gibi görülürse itici gelebilir. Samimi olunan kişilerle yapılması öneriliyor genelde.
 
 
 
tokalasmaKeza samimiyet zaten tokalaşmada da kritik konu. Samimi olunca elimi nasıl verdim diye düşünmeye gerek yok. El kendiliğinden akar, baş parmak kendi ölçüsünde yukarı kalkar, senin parmak uçların onun kung fu noktasına (serçe parmağının kökü ve civarı) kadar kendiliğinden gider ve eli kavrar; sıkmaz, gevşek tutmaz. Samimi ol, beden kendi dilini ifade eder.
 
 
  • Gülümseme
Gülümseyen bir çift gözden daha çekici ne var ki!
gulumseGülümsemeyen hatta somurtan bir surat ne kadar davetten uzaksa, yapmacık bir gülümseme de çok itici. Boş bir vaktim olsaydı bir gülümsemenin sahte mi doğal mı, ne niyetle yapıldığını fotoğraflar ve fotoğrafın öyküleri üzerinden ispatlayarak yazabilirdim belki, ama doğal olun siz, gülümseme konusunda bunlara kafa yormanıza gerek kalmasın.
Doğal olunca gevşeyeceksin zaten, sen gevşediğinde çevrenle daha kolay uyum sağlayacak, daha memnun olacaksın. Bu da yüzünde hafif bir tebessüm doğuracak, zaten ihtiyacımız da o hafif tebessüm.
Zorlanıyorsan eğer sana bir sır vereyim mi? 3 saniyeliğine de olsa keyif aldığın bir anı hatırla, neredeydin, ne zamandı, kiminleydin, neler duyuyor-görüyordun, hatta nelerin kokusunu hatırlıyorsun? Bu 3 snaiye sonrası o anının etkisiyle gülümsemeye başlarsın, sonra gir networking toplantına.
  • Göz teması
goz-temasiBen seninle konuşurken hele bir de sana bakıyorsam, ama senin gözün dışarlardaysa, şansın yok. Kibarca sohbetimi keserim, git kiminle konuşasın varsa onunla ilgilen diyen bir tavırda olurum. Etkinliklerde olur, karşımdadır kişi, arkamda birine bakınıyor gibi bir haldedir veya telefonuyla oynar (bu kişileri genelde yok sayar ya da yerim) sağa sola bakınır ise aramızda bir iletişim olmayacak, zaten dinleyip dinlemediğinden bile emin değilim.
Garsonun, dilencinin, satış yaptığın kişinin, alım yaptığın kişinin, yol tarif eden amcanın, yol soran amcanın vs, iletişim kurduğun herkesin gözüyle temas etmen önerilir; hatta görme engelli dostlarımın bile. Körlere eğitim verdiğim zaman deney yapmıştım, yüzlerine bakmadığımda fark ediyorlardı. E bir zahmet networking toplantılarında da göz temasına dikkat edelim.
  • Zamanlama
speedy-gonzalesBu karikatürü biliyorsundur; Speedy Gonzales. Akla gelen ilk özelliği aşırı hızlılığı. Eğer peynir çalmak değilse niyetin, benimle tanıştığında bana zaman ayırmanı öneririm. Birçok etkinlikte gördüm; elinde kart veya broşürü, kişilere üstünkörü bir merhaba diyerek kartını, broşürünü veriyor, sonra da gidiyor. Tarlaya tohum savurmakla tarlaya tohum ekmek farklıdır, hasat olsun istiyorsan zaman ayırmalısın.
Özetle dikkat ettiysen 3 kilit öneri var:
Kendin ol; işini iyi yapmıyorsan git geliştir. İşine güveniyorsan networking toplantısında bunu paylaşacaksın, stres edecek bir şeye gerek yok demek ki.
Karşındakine değer ver; ona iş satmak yerine ona kulak verirsen satış fırsatını kaçırmadığın gibi çok daha değerli şeyler kazanırsın.
Açık ol; networking kart savurma değil iletişim mecrasıdır, iletişime açık ol.
 ---
Buraya kadar paylaştım BNI sunumunda; çünkü 4 dakikam vardı.
Biraz daha devam etmemi ister misin?
  • Postür
posturHer an düşecekmiş gibi duran birisiyle konuşmak kadar itici başka şey de sopa yutmuş birisiyle konuşmak olsa gerek. Oysa daha önce de başka bloglarımda yazdım, dimdik durmak güç gösterisi değil; zihnimiz kabul etmiyor artık. Samimi bir beden açısı vardır, kişiye gören değişen. Bu gerekirse bir omuz ileri doğru ve hafif açılı bir pozisyon da olabilir. Sen kendin ol, bedenin kendi açısını ayarlar.
  • Kıyafet seçimi
Galaya da gitsen bir havuz partisine de, sabah yapılan 80 kişinin katıldığı bir networking toplantısı ya da “after work party” dediğimiz iş çıkışı buluşmalarına da gitsen, yatakta giydiğinle oturma odasında giydiğinin farklı olduğu gibi bu mecralarda da ufak bir kural var; adabına göre giyinmek.
Renk uyumuna girmeyeceğim, bu konunun uzmanları var; göze hoş gözükmesi yeterli.
Dekolte; “fırsat bulursak hadi sevişelim” dercesine giyinen ablalarla tanıştığımda aklımı testesteron meşgul ediyorsa iş nasıl konuşacağız?
“Dress code” dedikleri kılık kıyafet gerekliliği önden bildirilmiyorsa, bir networking etkinliğinde kendini rahat hissettiğin ciddiyette giyinmek tercih ediliyor genelde. Eğer rahat hissettiğin seviye bana lakayıt gelecekse, önden iş birliğimizle ilgili sinyalini zaten vermiş oluyorsun.
  • Ses tonu
Her tür kişiyi dinlemekten zevk alırım. Ama eğer o kişiyi duyamıyorsam biyolojik olarak bir kural işler; ilkel beynim devreye girer, konuşandan koparım. Veya bunu önlemek için ona doğru aşırı eğilirim veya habire “efendim?” diye sorarım tekrar tekrar veya bir noktadan sonra sıkılacağım başka bir şey olur.
İletişimde mesajın iletilmesi ve geri gelmesi gerekir, cep telefonunun çekmediği bir yerde SMS’ine cevap beklemezsin değil mi, daha gitmemiştir bile o mesaj!
Ses tonunu karşındakinin duyacağı kadar yüksek, başkalarını rahatsız etmeyecek kadar düşük tutmak gerekir.
  • Duruş açısı
Toplantılarda sen ve konuştuğun kişiyle arandaki duruşun mesajı olduğunu biliyor muydun?
kapali-networkingKarşılıklı durulduğunda bu kapalı devredir; başkasının, üçüncü bir kişinin katılmasına açık olmadığınız, katılırsa bile içerlemeyeceğiniz duruştur. Flört ederken karşımızdakinin tüm görüş alanını kapatıyoruz, aynı hesap. Çok önerilmiyor, karşımızdakini sıkabiliyoruz.
 
ideal-networkingyanlis-networkingBenim çözümüm ufak bir açık bırakmak; bazense çok az yan dönüyorum, ama çok az! Eğer yan durursan başka tarafa gidiyor algısı doğuyor ve konuşma da dinleme de etkisini azaltıyor. Hatta bir arkadaşım bana kızmıştı: “Git, işin neyse hallet, gel, öyle konuşalım!” Çünkü o an başka bir tarafa geçecektim ve onu yan dinliyordum.
Ve tabi ki tüyo kendinden doğuyor; eğer karşındaki kişiyle daha fazla konuşmayacaksan yan dön; beden açın üzerinden mesajı alacak ve ters yöne dönecek, sohbetiniz bitecek. Bu riskli durumu acil durumlar için aklında tutabilirsin.
kapali-networking2ideal-networking2Üçlü bir grupsanız barış işareti gibi olmakta fayda var (sağda); aranızdaki açı ile gayet rahat iletişim kurulabilir olduğunuz gözükür. Eğer T pozisyonu olmuşsa (solda) ve değişmiyorsa bir adım geri giderek açıyı sen düzeltebilirsin. Ben yapıyorum ve her zaman işe yarıyor.
Networking toplantılarında bedeninle duruş açısı üzerine belki de bir kitap yazılabilir, ama sadece bunu bilmek bile yetecektir; rahat bir iletişim açısında ol!
  • Kartvizit alıp verme
Az önce biraz değinmiştim. Ek olarak neler var?
Kartını vermeden önce karşındakinden istemeni öneririm. Kartı alınca da garsondan para üstü almadığını, bilakis karşındaki kişinin işini tanıttığı bir araç aldığını hatırda tut. Oku lütfen, ilgi göstermen ilgi görmene fırsat verir; ona duyduğun saygıyı da ifade yoludur.
Kartıma doğru düzgün bakmadan cebe atan ya da başkalarından aldığı kartların arasına direkt yollayan birini ben de zihnimin karanlık köşelerine yolluyor ve sohbeti kısa kesiyorum.
Kartını nasıl verdiğinin anlatıldığı kadar büyük bir önemi yok; ister iki parmağın arasında ver, ister dikine ver, ister yatay ver, ister tırnağının ucu ismin ya da unvanın ya da vurgulamak istediğin yere denk gelecek şekilde ver, ister ağzınla ver, ister avuç içinde ver, ister oyuncak helikopter ile karşındakinin kucağına yolla… Yeter ki rahat bir şekilde al ve kendininkini ver.
  • Burun seviyesi
Favori ölçü birimlerimden biridir burun seviyesi. Burun deliklerini göstermek istercesine konuşan birisinin ruh halinin de burnu yukarıda olduğunu biliyor muydun?
Burada çok kaba bir genelleme yaptım, genelde böyle oluyor çünkü. Ha kişisel sohbetlerimde birçoğunu doğrulama fırsatım da oldu.
Bunun ilacı; insan ol. Networking toplantısındayız, karşındakiyle konuşacaksın, onu daha tanımıyorsun. Seninle aynı değerde bir kişilik, hiçbir üstünlüğünüz yok ve sen daha onu tanımıyorsun bile. Bir toplantıda birinin burnu yukarılardaysa indirmek kişisel zevklerimdendir :)
Burada en güçlüleri de olsa genellemeler yaptım okuduğun üzere. Kaş göz ile bunların durumları değişebilir, teknik detaylarda nüanslar karışabilir.
Bunları tartışmaya gerek yok, kural basit; sen kendin olduğun sürece networking toplantıların da daha rahat bir iletişim ortamına dönüşecektir.
Karşındakine değer verdiğin ölçüde aranızdaki iletişim daha güçlenecektir.
İletişiminiz ne kadar açık ve rahat olursa birlikte iş yapma şansınız da (satış, alış, iş ortaklığı, referans…) o denli artacaktır.
Ha, yeri gelmişken, bu yazıya ilham veren grubum BNI toplantılarına katılmak istiyorsan ve henüz tanışmıyorsak bir mail at; kendini ve sektörünü anlat biraz. Uygun bir BNI grubumuza davetlim ol.

28 Mart 2015 Cumartesi

Kolejlerde Girişimci Koçluğu

“Birşeyi iyi anlatabilmek için önce onu iyice özümsemeniz gerekir.”

Klişe bir şekilde inovasyon ve girişimcilikten bahsetmeyeceğim. Çünkü sanırım günümüzde en çok tüketilen kavramlardan birincisi inovasyon. Kimisi çok pahalı modellemelerden ibaret sanıyor inovasyonu ya da sadece bir laftan ibaret görüyor. Öyle ki bir yöneticinin sohbet sırasında inovasyonu telaffuz edişinden ve cümle içinde yer veriş şeklinden inovasyona yatkınlığını görebiliyorum.

Diğer konu ise girişimcilik, hibe programlarından yararlanma amacıyla yeni bir hobi, yatırımcılarla flört etmek için hoş gözüken bir yol, işsizliğini süslemek için süper bir makyaj… Ama hayallerini gerçekleştirme ve iktisadi anlam kazandırma süreci de olabilir girişimcilik dediğimiz eylem. Nasıl istersen…

Bu konularda ulusal ve uluslar arası birçok zirveye katıldım, anlamlı anlamsız birçok kişiyi dinledim. Bazen de ben işgal ediyorum mikrofonu, bu geçenlerde yine öyle oldu. Çeşitli mecralarda yılın girişimcisi ödülleri alan, sosyal girişimcilik konseptinde çığır açan, doymuş bir pazarda bakir bir segment yaratan sevgili dostum Tülin Akın ve onun kriz koçu olarak hem de gençlerin girişimci koçu olarak ben sahnedeydik. Evsahibimiz ise Doğa Kolejleri’nden 5., 6. ve 7. Sınıf öğrencileriydi.

Kendi 5. Sınıf hallerimi hatırladım.

Açlıktan kıvranan Çin ve Hindistan (o zamanlar açlıkla meşhurlardı) nasıl büyüyebilir diye kafa yormuş ve ucuz iş gücünde karar kılmıştım. İlkokul öğretmenim de bunca sene olmamış, şimdi mi düzen değişecek diye uyarmıştı.

mustafa emin palaz
Yine ilkokul bittiğinde 100 kadar şiirim vardı, sonraki 5-6 senede de 100 kadar yazdım, 200 şiir çöplerde geziyordur şimdi.

Sürüden ayrılarak daha kazançlı olabileceğimi 5. Sınıfta öğrendim. 23 Nisan sebebiyle makam ziyaretleri olacaktı, bizim sınıfın katılacağı makam ziyaretinde makam sahibinin kızı sınıf öğrencimizdi. Öğretmen onu yollayalım işte demişti, ben karşı çıkmıştım ve sanırım ilk kez karşı çıkmıştım birşeye. Koca sınıf çekiliş yapıldı, benim adım çıkmıştı. Muhalifliğim o zamanlardan.

İlk girişimim de o zamandı ve başarısızdı: askeriye merakım vardı ve dergilerden aldığım askeri araç görsellerini çiziyordum, kendim birşeyler tasarlıyordum ve arkadaşlarıma satarak para kazanırım demiştim. Herkes beğeniyordu, ama kimse almamıştı: “Neden alayım ki?” diye çok basit ve etkili ve duvara toslattıran bir soruyla karşılaşmıştım (girişiminizdeki katma değer ne?)!

6. sınıfta birçok edebiyat ödülüm vardı, 7. Sınıftayken yetişkinler için görgü üzerine bir kitabın arka kapağında takdim yazım vardı. Kitap demişken o zamanlarda, 1996 veya 1997 falan, elimde girişimcilik üzerine bir kitap vardı ve daha fazla kitap okumam engellenmişti; Girişimcilik Tutkusu, Michael Gerber.

DSC_0006

Panele dönelim mi?

Benim böceklerle çok uğraşmam da ilgilerini çekti, Tülin’in girişimcilik hikayesi de. Bu ikisine de bizi önden internette aratarak ulaşmışlar. Birçok üniversitede daha ilk saniyelerde sorarım, “Buraya geldiniz ve birlikte biraz vakit geçireceğiz, ancak adımı falan internette hiç sorguladınız mı?” diye ve her salonda tek tük sorgulayan birileri çıkıyor. Oysa bu salondaki, ilköğretim öğrencilerindeki yoğunluk çok daha fazlaydı. Meraklılık ve öğrenme isteği ne heyecan verici bir uğraş değil mi? Girişimcilik faaliyetleriyle ilgili Tülin’e hoş, masum, yalın merakları vardı. Üstelik soruların adresleri de yerindeydi; Tülin işin icraatine hakim ben ise psikolojik yapısına.

Tarımsal bilişimi; tarım ile bilişimi buluşturma sürecini, tarımdışı firmalara proje üreterek hem firmaların hem de çiftçilerin kazançlı çıktığı iş modellerini nası geliştirdiğini anlattı Tülin. Bu konulara uzak el kadar kardeşlerime o kadar açık, anlaşılır ve samimi ifade etti ki şaştım.

Bendeki sorular ise böceklerle çalışmalarımı girişimciliğe nasıl çektiğim, krizlerden anne-babaları korkarken benim nasıl çözümler bulduğum gibi şeyler soruldu. Onlar aşk ile sorarken biz de aşk ve keyif ile cevaplıyormuşuz.

DSC_0096

Felsefeyle ilgilenen birinin iş hayatında nasıl başarılı olabileceğini görmek hoşlarına gitmişti.

Çok çabuk gürültüye boğuldukları için sorularımda katılıyorlarsa el kaldırmalarını istedim çocuklardan. Bir soru sordum: Hayali olanlarn varsa elleri görmek istiyorum! Hepsi değildi belki ama ellerin tamamına yakını havadaydı, dimdik. O halde ilk ödevlerini verme vakti; bu hayali gerçekleştirmek ödev, hayali ezmek isteyen olursa karşısında dimdik durmak da ödev!
Beyaz_Zambaklar_Ülkesinde
Bir ödev daha olsun mu?

Atatürk’ün talebiyle çevirtilen ve bir zamanlar Kuran’dan sonra en çok okunan kitap olan Beyaz Zambaklar Ülkesinde kitabı. Okuyabilenler okumalı, öğretmenleri kesinlikle okumalı, okumayanlar dürtülmeli. Aslında bu öğretmenlerin değil, vatandaşlık duygusunu merak eden ve taşıdığını iddia eden herkesin okuması, defalarca okuması gereken bir kitap. Sorumluluk kavramını sil baştan ele alıyor!

Sorumluluk demişken, Tülin’in sunumundan bence etkileyici şey: “Fark etmek sorumluluktur” deyişi. Fark ettiği sorunun çözümünü almak, üstelik de yapamazsın, edemezsinlere rağmen yapmak, hatta üzerine dünyaya iş modelleriyle örnek olmak alkışı hak etmiyor mu?

Ben de böyle bir girişimcinin hem dostu hem de koçu olmanın tarifsiz gururunu yaşıyorum.

Daha önceleri en genç kitlem Maltepe Tutukevi’ndeki 14-18 yaşları arasındaki kardeşlerimdi, artık daha da genç bir kitlem var.
2003-2004 dolaylarında sanayi-üniversite işbirliği üzerine kafa yorarken saçma buluyorlardı, ben de vazgeçmiştim, pısırıklık işte; çevrem de yoktu, hele beni destekleyecek bir çevre hiç yoktu!
büst
Sonra birileri bunu başlattı, adım adım da yayılıyordu.
Daha gelişmiş versiyonu lise-sanayi işbirliği olabilirdi, tasarladım ve bir belediyemiz ile icraatler başladı, kopyalandı, ilhamlandı…
Daha da gelişmişi çocuklar olsa gerek dedim, hocalarımdan Tuğberk Seçkin çocuk girişimciliği üzerine güzel yollar kat etti.

Çocukların ortalama yaratıcılık endeksi %97 iken, büyüklerin ortalama %5lerde; çünkü yaş aldıkça, olumsuz deneyimler edindikçe “hayatın gerçekleri” adı altında yalanlara kanıyoruz, bu yalan gerçekler de ilk olarak yaratıcılığımızı öldürüyor.

Bir de bu gerçekler yetmezmiş gibi hayaller dünyasından bizi kurtarmaya çalışan yetişkinler, çocukların hayallerini kırmayı görev addedebiliyor. Oysa bir çocuğun hayalini kırmak, ulu bir çınar olacak tohumu çürütmek gibi.

Biliyor musunuz başarılı eğitim modellerinin ortak noktası; veri ve öğretmen baskısını çocuğun üzerinden çekerek ona yol açmak üzerine kurulular. Özetle; çocuğun varsa gölge olma, yeterli!

Ve son olarak, karmaşık konuları çocuklara izah edebilmekten ötürü işimizde başarılı olduğumuz kanısına varmış olabilirsin, haklısın! 

Tülin ve ekibi şehirde bile yürütülemeyen projelerin kırsala taşınmasına yardımcı oluyor ve yepyeni pazarlar yaratılmasını sağlıyor;
Ben de çözülemeyen konuların çözüme kavuşturulması konusunda mesaime devam ediyorum.

Sen? Sen de çocuklara bile rahatça anlatacak kadar uzman mısın işinde? Henüz değilsen, kendine güvenmiyorsan neleri geliştirmen gerekiyor?
Haydi ödevlere

9 Mart 2015 Pazartesi

Oyun Değiştiren Kimdir Duydunuz Mu?

“Sana verebileceğim tek öğüt hayaline sıkı sıkıya sarıl. Zor, ama kendine has bir yol arzuluyorsun. Hayalin senin tek hedefin ve tek destekçin olacak” demişti bir akıl hocam seneler evvel, ona kafamdan geçenleri anlatmış ve yorumlarını istemiştim.
Yaşam koçluğuna başlamıştım, sıkıntı hallerine çözümler buluyorduk.
Hem kariyeri hem ilişkisi berbat durumda kişilerle yol aldık, mobbing konusunda çok güçlü yollar kat ettik. Sonra diyetsiz kilo verdiren süreçlere girdik.
İç hastalıklar ve beyin deformasyonları üzerine doktor kontrollü iyileşmeler ve reformasyon başarılarımızı zaten yakınlarım biliyor.
Ama hayalim dünyaya etki etmekken, müşterilerimden öteye geçemiyordu etki alanım.
koçluk
Ne yapsam diye düşündüğüm vakitler, önce bir dostumun KOBİ olarak dünya devi bir firmayla girdiği savaştaki başarımız, sonra da ülkedeki devlerden birinin kendi sektöründe girdiği çıkmazı çözüşümüz beni bu kulvarlarda da yardımcı olabileceğime ikna etti; Abdi İbrahim, Vodafone, Arçelik…
2013’tü iki parçalı bir hayal kurmuştum ve “şirketlerde kriz çözmek istiyorum” dediğimde hiçbir fikrim yoktu. Ama buna bakmalıyım, çünkü krizlerde boğulan birçok şirket gördüm, oysa fırsatlar bile yaratılabilirdi.
Neyse efendim, 2013 yarısı ve 2014’te kriz çözücü ünvanı altında müşterilerimle güzel hatta çok güzel şeyler yaptık.
Hayalimin diğer parçası ise en geç 2015 ortası itibariyle fırsatlara meyletmekti. Ama hayal bu, zihinde dolaşırken unutulabiliyor. Oysa bir hayali gerçekleştirebilmenin ilk kuralı; onu hatırda tut. 2014 Aralık’ta da hayalimin bu diğer parçasını hatırladım. Master eğitmenimle koçluk yaptık ve sonrasında 1 gün sonrasında telefonum çaldı ve akan sohbetle davet geldi; eski müşterim Fırsatlar Yöneticisi olarak onlarla daha da derin bir çalışmaya girmemi talep ediyordu.
Holding-Statement-Crisis-Management-e1349274572376
Bir sonraki gün başka bir firma da benzer minvalde bir talepte bulundu. Derken neredeyse her çalan telefonda fırsat talebiyle randevu talep ediliyordu.
Bugüne gelelim mi?
Stratejimi revize ettim ve daha büyük oynamaya kararlıyım, çünkü hayalim çok büyük. Artık kriz çözmek bile değil, oyunun kurallarını değiştirmeye niyetliyim. O sebeple kartvizitimi alanlar ‘game changer’ (oyun değiştiren) ile karşılaşıyor.
  • Game Changer olarak ne yaptığımı kısaca belirteyim ki soran olursa bu blogu referans gösteririm. ‘Düzen’ ve süregelen sıkıntılarından bunalan kurumlar,
  • Büyümekten öte sıçramak isteyenler,
  • Sektörde tutunmak değil kendi kuralını koyabilen olmak isteyenler,
  • “Şu sorunu bir aşabilsem hele” diyenler gibi şirketinde veya projesinde mucizeye ihtiyaç duyanlar benim müşterim oluyor.
Dolayısıyla genelde koçların, danışmanların ve hatta ortakların bile çözmek bir yana bakmaya kaçındığı konular, ele almaya çekindiği beklentiler benim çalışma alanım.
Bu sebeple krizleri çözerken en çok kullandığım teknik, koçluk üzerine kendi geliştirdiğim AKUT’tu (Acil Karar Uygulama Tekniği). Şimdi ise yine kendi geliştirdiğim MIRAS (Miracle Strategy-Mucize Stratejisi) ile birleştirerek kullanıyorum.
Klasik bir koç veya danışmanla farkımı umarım ifade edebilmişimdir. Neden web sitemdeki süreç çatlak yumurtayla başlıyor, altın yumurtayla bitiyor, şimdi fark ettirebildim mi?
Sözleşmeler Hukuku, yeni nesil pazarlama, fütürist iş modelleri ve daha birçok inovatif değişimlerim sürecek tabi ki.
Game Changer olarak çalıştığım müşterilerimin dışında bir gelişme daha var; fitili ateşleyen şeylerden biri olduğu için paylaşmak istiyorum.
Eski müşterilerimden, yakın dostum, ödüllerle kalabalık firma TABİT (Tarımsal Bilişim ve İletişim Teknolojileri) Firması’nın Fırsatlar Yöneticisiyim.
Reddettiğim sayısız iş teklifine rağmen neden bunu kabul ettim? Çünkü hayalime hizmet ediyor. Yayılabilen bir yapı kurmak istiyorum, oysa şu an tek başımayım. Bu firma ise tarımsal sorunlara bilişim çözümleri getiriyor, dolayısıyla halkın %37’sine hitap edebilen çözümler yaratıyoruz. Buradan kendime ilham çıkaracağımdan eminim. Ayrıca sosyal gaye, en önemli parametrem, bu firmada bir proje geliştirilirken sorulan ilk şey kârlılık oranı değil, çiftçiye faydalı olup olmayacağı. Zaten bu yaklaşımları sayesinde birçok krizi aşabilmiştik, ulusal ve uluslararası birçok ödül aldılar ve en son NOBEL Barış Ödülü’ne aday gösterilmişilerdi… Artık bu güzel insanlarla dirsek temasında daha da güzel değerler üretiyoruz. 
Bu arada kitap durumumu soranlar oluyor. Takip edenlerin bildiği üzere Sun Tzu’nun 2500 yıl önce yazdığı, dünya genelinde stratejistlerinlerin başucu kitabı sayılan Savaş Sanatı’nı yeni bir vizyon ile ele aldım. Klasik savaş-barış ikileminde değil, sulh mantığında pratik hayattan örneklerle yazdım. Düşmanını yendiğin ya da caydırabildiğin ölçüde sağladığın barış geçicidir. Uygun strateji ile sulh yaratabilirsin ve barıştan çok daha ötesidir. İçerik bitti, yayına da hazır ama dursun şimdilik; çünkü çok daha başka bir kitaba başladım. Zaman buldukça yazabiliyorum, o yüzden yavaş ilerliyorum. Bunu yayınladıktan revizyonumu yayınlamayı planlıyorum.
Ödül Hukuku konseptindeki hukuk felsefesi üzerine kitap çalışmam ise yarım kalacak bir süre daha.
Bu gelişmelerden anlıyoruz ki mesaim iyice doldu. Bu sebeple innomind olarak çalışmalarımı sabah 05:00-07:00 arasında ve haftasonları yürütüyorum genelde. Yeni talepleri de bizzat benden mentorluk alan koçlara ya da güvendiğim dostlarıma yönlendiriyorum.
Yoğun ilginiz için çok teşekkür ederim.
Bir hayalim var ve onu yaratacağım.
Hayalim içinse rüya görmem gerekmiyor, o sebeple daydreamer oluyoruz (gündüzdüşleyen).
Ölürsem de bu yolda öleceğim.
Ancak o hayal için yaşamam gerekiyor.
Peki sen?
Uğruna öleceğin, hatta uğruna yaşaman gereken hayal ne?
hayal

4 Şubat 2015 Çarşamba

15 Dakikalığına Kanser

090819-askerlik-vm-01.widec11 senede biten üniversite sebebiyle ve babannemin de ısrarları ile askerlik işlemlerimi başlattım. Doktor kontrolü sırasında bir rahatsızlığımı paylaştım. Sevk etti. Uzman kontrol yaptı ve uyardı; %1 ila %10 arasında kanser riskim varmış! Bazı şeyler istedi ve daha önce kontrol yaptırmadığım için uyardı, "kanser olabilirsin şu an" dedi.

Durdum! Bir rahatsızlık olduğu belli ama o kadar ciddi olduğunu düşünmemiştim. Bu arada ever, sanki o pantalonun altına o ayakkabı olmamış der gibi garip bir edada söyledi kanser olabileceğimi.

Röntgenler için bekledim, ayaktaydım ama gözlerimde de film şeridi başladı. İyi yaşadım be! Zorlu, bol sıkıntılı ama heyecan doluydu!

“Kanser!” Ölecek miyim yani? Ama yapacağım bir sürü şey vardı! Üzücü… Ölüm diye neler yaşadık, bana da gülümsedi işte. Acı çeker miyim acaba?
4
Hadi dedim, madem kanserim, daha hızlı çalışmalıyım.

Sonra durdum. Ne kadar çabuk kabullendim kanseri. Çünkü kanserin hayatı sevmemek olduğuna inanıyorum ve bir yerlerimde öyle haller var. Mesela bu dünya için çalışmıyorum, buradaki gerçeklikleri umursamıyorum. Ayrıca sevmediğim, affetmediğim, kabullenmediğim durumlar da var bir sürü!

Velev ki kanserim. Zaten ölmeyecek miyim? Belki yarın, belki yarından da yakın!

O halde carpe momentum (anı yaşa)!

Derin bir nefes aldım ve yapacaklarımı gözden geçirdim, hayallerimi; uğruna ölebileceğim, uğruna yaşamam gereken hayallerimi düşündüm.
Aldığım nefesin hakkını daha çok vermeyi hedefledim.

Asker hastanesinde işlemler ultra yavaş ilerliyor ve külliyen zaman kaybı. Hala sonucu bekliyorum, yine de içim rahat.

Çünkü kansersem de değilsem de ödevimi gördüm, kansersem çalışmam lazım, kanser değilsem bu ödevlerle yüzleşmek için kanser olmayı beklememem lazım!
Ödevler? Daha çok sevmeliyim, daha derin affetmeliyim kendimi!

Bugün Dünya Kanser Günü diye gördüm az önce, ben de 4 Şubat için böyle bir paylaşım yapayım istedim.

Derin bir nefes al, hücrelerinden hayallerine bütününü sev, hayal kur ve hücrelerinden nefesine herşeyini o hayal için titret!

4SubatKanseGunu

5 Ocak 2015 Pazartesi

Hayalin Kadar Gerçeksin

“Düş var olan tek gerçektir“ (Tanrılar Okulu, D’anna)
Peki düşlüyor musun?
Son günlerde en sık aldığım soru, sohbetlerin en sık uğradığı konu düşler, hayallerle ilgili. Keza yeni yıl da geldiği için buna değinmek istedim.
Konu hayaller olunca fark ettiğim 3 tip insan var.
unicorn
C insanı hayal kurmaz, gerçekçidir. Kazara hayallere dalmışsa, ahmaklığı kesmek için kendini acilen durdurur. O sebeple sohbetlerimizde beni de uyarırlar; “Gerçekleri göz ardı etmeyelim Mustafa!“ Gerçekler nedir pekala? Algıladığımız şeylerin ortalama düzlemidir bana göre. Algı sınırlarım faturalarla ölçülüyorsa faturalarıma göre yaşarım mesela; faturalarım kadar kazancım, çünkü faturalarım kadar üretimim vardır. Düşler daha liseye başlamadan bitmiştir, küsülmüştür hayata, içeride ahlar vardır, sessiz çığlıklar… Geleceğini KPSS’ye veya benzeri durumlara adayanları genelde bu sınıfta görüyorum.
B insanı hayal kurar. Ama bol bol hayal kurar ve sadece hayal kurar, o kadar. Hayalperest tabirinin sebebidir. “Şöyle olacaktı ki ah bunu yapacaktım“ gibi dış şartlara bağımlılık boldur ve bu dış şartların olmamasından ötürü hayallerini yaşayamaz. Hayatı birçok konuda bölünmüştür; C sınıfı gibi tek düze değil ama aşırı parçalıdır genelde; iş ve özel hayat, hayaller ve gerçekler, yapılabilir ve umulabilir şeyler… Bölünmüşlük yayılır gider. Hayal kurarlar, ama göz ardı edilemeyecek gerçekleri vardır. Bazı B insanlarındaysa hayaller vardır ve ona yönelik planlar kurarlar. Mesela hayali kendi işini kurmaktır, bunun için bankaya girip 2 sene çalışıp sermaye biriktirmeyi planlar. Bu ve benzerlerini defalarca duydum ve yapan bir kişiyle tanışmadım. B insanları gerçeklik durumuyla ilgili azıcık sıkıştırıldığındaa “N’apayım, ben böyleyim“ der şirin bir omuz hareketiyle. Sıkıştırılmamak, anlayış isterler.
Sert gelebilir belki, ama bence korkaktır B insanı! Hayal kuracak kadar cesur, ama o hayale yönelik adım atamayacak kadar korkak! Mutluluğu bir şeylere bağlıdır! Piyangodan birşeyler çıkarsa, falancayla voleyi vurursa… Şartlara bağlı mutluluk!
A sınıfı insan ise gündüz-düşleyenlerdir (daydreamer)! Tek gerçekleri vardır; hayaller! İnsanların gerçeklerini umursamazlar, çünkü herkesin hayali kendine!
Tarihteki imkansızları yapanlar bu sınıftandır. Akademisyenler, girişimciler, ev hanımları, doktorlar, herhangi bir kişi bu sınıftan olabilir, çünkü gerçekleri meslekleriyle sınırlı değildir. Memurlar bile A insanı olabilir, memur zihniyette olmadığı sürece!
Sorumluluk duyguları da yüksektir A sınıfı insanların; bir yere, bir topluluğa, bir hayale, bir ideaya ait hissederler ve o aidiyet vesilesiyle çalışırlar, üretirler, fark yaratırlar!
C’den zaten farklı, düşleyebiliyor A sınıfı; B’den farkı ise hayalini icra edebilmesidir. Hayal, akıldan geçen şeylerden ötesidir, hayal kurmaktan ötesi gereklidir onun için! B insanı hayallere sahip ama gerçeklerle sıkışmışken A insanı düşler ve gerçeğini, gerçekliğini o hayale taşır. “Gerçekleri göz ardı etmeyelim“ cümlesi şekil değiştirir; “düşleri göz ardı etmeyelim Mustafa!”
İngilizce bir deyiş var; to walk the talk. Söylediği üzere yürümek diye tercüme edilebilir. A tipi insanlar için söylenen bu söz, düşlediğini icra edenler diye kullanılabilir (to walk the dream).
dreams-01
Sen neredesin peki, düşünüp, değerlendirip benimle paylaşır mısın?
Peki ben kendimi nerede görüyorum, hangi sınıfa giriyorum? Dürüst olmak gerekirse A diyemem, takipçilerim hayallerimi yaşadığımı düşünse de dürüst olmalıyım; gerçek kalıplarım hala var, kırmaya devam ediyorum! O sebeple A- veya B+ derdim kendime.
Bana sahiciliğimi sordular geçen gün, düşlerimin gerçekliği kadar sahici buldum kendimi.
Belki de düşler bu kadar önemli olduğu için tanımak istediğim kişiye hayalini soruyorum, çünkü hayalin kadar varsın, hayalin kadar gerçeksin!
Yakınlarım bilir, çocukluğumda miskindim. İleride konuşarak para kazanmak istiyorum diyordum mesela. Konuşarak yapılan bir mesleğin, düşünme becerileri üzerine bir mesleğin bu kadar yorucu olduğunu bilmiyordum. Ama farkında olmadan bugün yaşadığım çocukluk hayalim, düşündüğümden çok daha büyük haz veriyor!
2009 yılındayken krizlere yönelik bir işim olmasını hayal etmiştim. 2007-2008 krizlerindeki deneyimli ama beceriksiz yönetici danışmanlarını görünce genç yaşımdayken bu konuda çalışmak istiyorum demiştim.
2012-2013 çalışmalarım özellikle 2014’te krizler üzerinde isim yapmamı sağladı. Güçlü bir hayali yaşadığım için 2014 yılında çalıştığım müşterilerime ve krizlerine sonsuz teşekkür ediyorum. Sadece sorunlar değil, sadece krizler değil, çözülmesi imkansız görülen krizler, karar alınamayacak krizler, karmaşık krizler, danışmanların, koçların, şirket ortaklarının kaçındığı krizler benim oyun alanım olmuştu.
Aynı şekilde 2013’te bir hayal kurmuştum; 2014’te krizlerde isim yapmak istiyorum ama en geç 2015 yarısında fırsatlar üzerine çalışmayı diliyorum demiştim kendi kendime. Kartvizitimi alanlar bilir; unvanım kurucu,  müdür, koç falan değil, kriz çözücü. 2015’te bunun önce bilincimde sonra da kartvizitimde fırsatlara yönelik değişebilmesini istiyordum.
Keza fırsatlarla ilgili ne yapılabilir ki?
2010’da bir blog yazmıştım; krizler ve riskler üzerine. Kriz yönetiminde fena sayılmam, öngörü kabiliyetimi geliştirerek risk yönetimine yoğunlaşmak istiyorum demiştim. Belki bir gün oradan da ötesine geçerim, öngörü ve avantaj kabiliyetimi geliştiririm fırsat yönetimi yaparım diye de devam etmiştim. Henüz fırsat yönetimi diye bir tabir yoktu, varsa da bilmiyordum.
Birkaç sene sonra merak edip araştırdığımda fırsat yönetimine dair vasat sonuçlarla karşılaştım. Bugünse, yeni yıl başlamadan yeni müşteri taleplerim fırsat yöneticiliği üzerine. Detayları vakalar üzerinden zamanla paylaşırım.
Danışmanların müşteri bulamadığı, koçların iş aradığı bir dönemde, daha önce olmayan bir tabir üzerinden talepler gelmesi nasıl mümkün oldu? Gerçekler ne oldu?
 
Ben gerçeğe gerçek demem,
Gerçekliği ben düşlememişsem!
 
Şimdi çok daha büyük bir hayalim var, 2015’te de bunların %20sini tamamlayabilmek istiyorum.
Sen de hayalinle hayalime ortak olmak istiyorsan, düşlerin gerçekliğine dahil olmak istiyorsan kapım da hep açık, gönlüm de.
Hadi hayal kur! Gönlünden geçtikçe içini titreten, uğruna ölebileceğin hatta uğruna yaşaman gereken hayalin ne? Sonraki adımda da hayaline göre planlar kurabilirsin, gerçekliğine getirecek adımları tasarlayabilirsin.
Hayalini benimle paylaşmak ister misin?
walt-disney-quote

29 Aralık 2014 Pazartesi

Dergilerdeki Son Yazılarımdan

Geçenlerde bir yazı yazmıştım, neden bazı şeyler başımıza sık geliyor diye ve nasıl oluyor da bazı tipleri mıknatıs gibi çekiyoruz diye.
Hediyeli bir tweet atmıştım, konuyla ilgili fikirleri alabilmek için. Ancak ‘secret’ benzeri durumlardan öte fikir çıkmadı.
Gerçi yine bir fikir söz konusu, gözlemlerime dayanan bir çıkarsama; eğer neden bazı şeyler başımıza sık geliyor ya da bazı alakasız tipleri hayatımıza nasıl çekiyoruz merak ediyorsan; linke tıkla: http://yuvayayolculuk.com/iletisimde-ucgen-etkisi/

iletişimde-üçgen-etkisi
Bu vesileyle yayın hayatına yeni giren bir dergiyi de seninle paylaşıyorum. Yuvaya Yolculuk Dergisi konu sınırı olmayan gönüllü bir e-dergidir. Okumanı öneririm.
 
Yeni bir eski daha var, paylaşmayı unuttum. 3. Göz Dergisi ilk sayısını 2000’de çıkarmıştı sanırım, basılı bir dergi olarak. Kişisel gelişim konularında konsepti en geniş dergi olarak ilkti, tek bir konuda yoğunlaşmamıştı yani; indigo çocuklar, şifacılar, koçlar, terapistler, vs… Ama sürdürememişti yayıncılığını, 2014 sonlarında ise yeniden kalkmaya ve bu kez e-dergi olarak gönlümüze yolculuk etmeye niyetlendi. Bu eski derginin yeni sayısında da bir yazı paylaştım, linke tıklayarak okuyabilirsin: http://3gozdergisi.com/dergi/5/#10
 
Ayrıca hazır dergilerdeki yazılarımı paylaşıyorum; Aktivist Dergi'deki yayınlanmış son yazımı da paylaşayım, yenisi yolda. Zaten hergün bilinirliği hızla arttığı için bu dergiden şimdi çok bahsetmeyeceğim. Karar verebilme kabiliyeti üzerine merakın varsa linke tıklayarak onu da okuyabilirsin:http://aktivistdergi.com/7/#48

19 Aralık 2014 Cuma

İşe Alım Dediğin

İşe alım anlatmayacağım, girişimcilik de anlatmayacağım, iş aramayı da anlatmayacağım. İnsani temeller ve meyveleri üzerine yazacağım bu sefer ve tabi ki bunun iş hayatımızdaki beklenmeyen etkileri. Koşturmalı gündemimizden ötürü üzerinde pek de duramadığımız şeylerin beklemediğimiz sonuçlarını merak ediyor musun?
Yıllar önce bir mülakat daveti almıştım. Gittiğimde öğrendim, ilgilenmediğim bir iş dalıydı ama müstakbel müdürüm o kadar etkilemişti ve motive etmişti ki, tamamen beceriksiz olduğuma inandığım satış işini bana satmıştı.

is-teklifi
Başka bir vakit arkadaşımın patronu benimle çalışmak istiyordu. Zaman zaman firmalarına ziyarete giderdim, projeleriyle ilgili sorunlarını çözerdim öğrencilik zamanlarında. Tam zamanlı çalıştırmak istemiş ama beni kandıramayacaklarını düşünmüşler. Bilmediğim bir alandı ama tam da istediğim gibi bir işti; rakiplerde bile firma ve benim adım anılmaya başlanmıştı.
Orada zamanımın dolduğunu düşündüğüm zamanlardaysa annemin bir arkadaşı eve sık sık gelip gitmeye başlamıştı ve benimle çalışmak için ısrar ediyordu.
Çalışan olduğum zamanlardaki tekliflerden aklımda kalanlar bunlar.
Kişisel sürecim, girişimcilik çabalarımda ise birçok kez yatırım ve ortaklık teklifi aldığım gibi yine iş teklifleri de alıyordum. Koçlukla yaptığımız başarıyı insan kaynakları müdür olarak yürütmemi istiyorlardı mesela. Hayalime hizmet etmediğine inandığım için reddediyordum kibarca.
yeni-mezunAma hep merak da etmişimdir, acaba bir fiyatım var mı diye.
Neyse efendim, son aylarda geyik yapıyorum bazen işveren arkadaşlarla. Malum diplomamı alabildim sonunda, yeni mezunum, sigaram da yok, yabancı dil var, Word-Excel’de iyiyim, yardımcınız olayım diyorum.
Belki benimki latife ama baba bey hazretleri önerdi: “oğlum artık mezunsun, e yabancı dilin de güzel, sorun çözmede de isim yapmışsın, stratejiye falan kafan baya basıyor, maşallah çevren de var; bir firmada yönetimde işe girsen ya, sigortan falan da yatar!”
Bir aile büyüğümüzün teşbihleriyle girdiğim fakültemden babaannemin adağıyla mezun oldum, babamın duasıyla da işverenler dürtüyor beni.
Peki biraz işe alım konuşalım mı?
Malumundur İK uzmanı değilim, sadece insan uzmanıyım diyebilirim. Mülakatları da pek bilmem; ama en sık aldığım iş teklifleri “şu işi sen yürütsen ya/yapsan ya Mustafa!” şeklinde.
Oysa geçen gün farklı bir şey oldu: birlikte güzel süreçlerden geçtiğimiz eski bir müşterim, yakın dostum ofisine davet etti.
Bir işten bahsettiler kabaca, detaya henüz tam girmediler ama heyecanlandıkları kesin. Ufak ufak bazı şeyler söylüyordu Genel Müdür ve yardımcısı, ben de kimlerde bu özellikler olabilir diye zihnimi taramaya başlamıştım, benden çalışan önermemi isteyecekler sandım. Bunu tahmin eden yönetici uyardı: “zihnini yorma, sana teklif edeceğiz” diye. Genel Müdür de “a, tabi” diye devam etti. “İşi anlatınca sen de göreceksin, senden başka layıkıyla yapacak kimse yok!”
Network marketing yapan arkadaşlar da konuya böyle giriyor genelde! Yine de ben ve bir dostumdan başka kimseyi beğendiğini görmediğim, duymadığım bir liderden böylesi sivri bir övgü beklemiyordum.
“Firmamıza katkıların yadsınamaz. (Kriz yönetimi ve çalışan yönetimi üzerine çalışmıştık. Kaos dolu firma kahkahalı bir ofis oldu) Şimdi ise seninle çıtamızı yükseltmeliyiz!“ diye yeni bir salto geldi.
Koltukların çok kabarmıştı ve hep bahsettiğim yerden geldiler: firmalar ekip üyelerinin hayaliye kendi planlarını buluşturabildiği nokta onu tavlar!
Man and MoneyŞimdi iki saniye buradan çıkalım, bir şey paylaşmak istiyorum. Müşterilerim benden çok memnun olsa bile kişisel bir kaygım var: rambo olmak! Tek kişi değil de ekip olabilmeyi hep istedim, merak ettim, ama nasip olmadı henüz. Ekiplerin içinde bile tek başınaydım açıkçası.
Diploma sebebiyle başlayan askerlik sürecinde askerlik şubesinde geçirdiğim zaman beni düşündürtmüştü, kişisel duruşuma uymayan mekanlarda zaman geçirsem, tanımadığım ya da zorunda olduğum kişilerle vakit geçirsem yeni deneyimler olmaz mı dediğim bir süreçteyim.
Bu düşüncelerimi ve ramboluk halini bildiği için genel müdür buradan geldi bana. Bitmedi; web sitem ve bloğumdaki paylaşımlardan kendince bir eksik fark etmiş ve onu birlikte gidermeyi önerdi. Ders çalışmış resmen!
Bu girizgahı geçelim artık, işin detaylarını anlattığında yutkunduğum anlar oldu. Bilardoyu düşün, siyah 8 sokan kazanır Amerikan Bilardoda, zamansız sokansa kaybeder. Oyuncu 8’e sıra gelince sokmalıdır, rakibinin sokmasını engellemek içinse 8’i veya beyaz topu saklamalıdır. Firmanın benden istediklerinde ise önümde hep siyah 8 var ve biri sokulunca yeni siyah 8 geliyor masaya. Ya sokmalıyım ya da zamanlama sebebiyle saklamalıyım. Diğer yedi top yok, hepsi siyah 8! Öngörü, yaratıcılık, diplomasi, strateji ve üç beş beceri daha inşallah!
Düşününce baktım, aday önerisi dahi çıkaramadım kafamda, “ya aslında şu kişi de olabilir“ diyemedim. Eğer sen veya tanıdığın birileri varsa tanışalım isterim, çevremde olmanızdan onur duyarım, bilgi alışverişi yaparız.
Teklife gelirsek, tipik bir Y kuşağıyım. Fiyatım yok ama dikkatimi çekmeyi başaran teklifler de varmış efendim. Koca bir gün değerlendirmekle geçirdim. Keşke dedim AKUT (Acil Karar Uygulama Tekniği) hizmetimi biri de bana yapabilseydi.
İşlerimin güzel olması ve gittikçe daha da güzelleşmesi sebebinden midir bilmiyorum, gelir durumunu sorma gereği bile duymadım. Pozisyon karışık ve henüz resmiyete dökülmedi, detayları o sebeple belki zaman içinde paylaşırım.
Gelelim işe alım yapan arkadaşlara önerilere: adayı araştır. Adaya gösterilen değer adayın da sana değer vermesini sağlayacak. Şımarık adaylarda sempati uyandırmayı bile sağlayabilirsin. Ayrıca onun hayaliyle firmanın planlarını örtüştürebildiğin ölçüde “biz“ olursun. Bununla ilgili HERO hizmetime ve başarı hikayelerine bak derim.
Adaylar: katma değerini ortaya çıkar ve muadillenemeyecek, kopyalanamayacak özelliklerine bak! Yıllar önce de bir firmada meditasyondan sorumlu yönetici diye sıfatlandırılmıştım. Bölge müdürüm “sen meditasyonunu yap yan odada, satışa çevirme işini ben yürütürüm“ demişti, çok işe yaramıştı. Bu firmada da teklif edilen 2010’da ortaya attığım fırsat yönetimi kavramı üzerinden geldi, keza web sitem firsatyonetimi.com.
yaratici-cv-600x300
O zaman sorular geliyor:
Katma değerin, diğer çalışanlardan ayrıldığın özelliğin ne?
Hayalin ne? Bu hayal yolculuğuna kimleri veya ne tip firmaları hayal ortağı edinebilirsin?